"İnsaniyetteki hemcinsine şefkat ise, şükr-ü hakikinin bir esasıdır." İzah eder misiniz? Hakiki şükrün esasları başka nelerdir?
Değerli Kardeşimiz;
"İnsanlar maişet cihetinde muhtelif bir surette halk edilmişler. Cenâb-ı Hak, o ihtilâfa binaen, zenginleri fukaraların muavenetine davet ediyor. Hâlbuki, zenginler fukaranın acınacak acı hallerini ve açlıklarını, oruçtaki açlıkla tam hissedebilirler. Eğer oruç olmazsa, nefisperest çok zenginler bulunabilir ki, açlık ve fakirlik ne kadar elim ve onlar şefkate ne kadar muhtaç olduğunu idrak edemez. Bu cihette insaniyetteki hemcinsine şefkat ise, şükr-ü hakikinin bir esasıdır. Hangi fert olursa olsun, kendinden bir cihette daha fakiri bulabilir; ona karşı şefkate mükelleftir. Eğer nefsine açlık çektirmek mecburiyeti olmazsa, şefkat vasıtasıyla muavenete mükellef olduğu ihsanı ve yardımı yapamaz, yapsa da tam olamaz. Çünkü hakiki o haleti kendi nefsinde hissetmiyor." (Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, İkinci Risale.)
Hakiki şükür, nimetleri fark edip, ihsan eden Allah’a şükretmek, onun emirlerini yapıp, nehyettiği şeylerden sakınmaktır. Sadece teşekkür şükrü ifa etmez, itaat ve ibadet de şarttır. Yüce Allah’ı tazim, tesbih, zikir ve hamd etmenin en güzel yolu, ibadetlerin en mukaddesi, şükrün en câmii’ ve kurbiyete mazhar olmanın en güzel vasıtası namazdır.
Şefkatli olmak Allah’ın en büyük vasıflarından biridir. Öyle ise bizim şükür ve teşekkür halkamızı tamamlamamız, ancak muhtaç ve fakir insanlara karşı hassas ve şefkatli olmamızla mümkündür. İnsanlara ve mahlukata acımayan bir insanın hakiki manada şâkir olması ve Allah’ın rızasını kazanması mümkün değildir. Şükrün mühim unsuru ve vesilesi şefkattir. Şefkat olmadığı zaman şükür de olmaz.
Mesela, Afrika’da açlıktan ölen çocukları gördüğü ve bildiği halde kılı kıpırdamayan bir kimsenin, yemeklerden sonra hamd etmesi, şükretmesi şakir bir kul olmak için kâfi değildir. Ne zaman kararınca kaderince onlara yardım eder, onlar için gözyaşı dökerse, o zaman hakiki şakir olur. Duyarsız ve merhametsiz bir insanın hakiki manada şükretmesi kabil değildir.
Mesela; Allah (cc.) mükrimdir, ikram etmeyi sever; kullarının da birbirine ikram etmesini ister. Cenab-ı Hak, müminleri sever; müminlerin de birbirlerini sevmelerinden razı olur. Allah Teâla affedicidir, affetmeyi sever, kullarının da birbirlerini affetmesinden memnun olur. Cenab-ı Hak, kullarına sonsuz ihsanda bulunur, onların da birbirine yardım etmesini ister. Bunları yapmak hem Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmak hem de hakiki şükretmektir.
"Şükrün mikyası kanaattir ve iktisattır ve rızadır ve memnuniyettir. Şükürsüzlüğün mizanı hırstır ve israftır, hürmetsizliktir, haram-helal demeyip rast geleni yemektir." [Mektubat, Yirmi Sekizinci Mektup, Beşinci Risale (Şükür Risalesi).]
Cenab-ı Hakk’ın ihsan ettiği nimetlere, “Neden daha fazla verilmedi?” demeden kanaat etmek, şükrün esasıdır.
Şükürsüzlüğün ölçüsü ise, yukarıdaki zikredilen hususlara riayet etmemek; hırs göstermek, israf ve hürmetsizlik etmek, haram-hela demeyip rast geleni yemektir.
Hakiki şükrün esaslarını kısa maddeler halinde şu şekilde hülasa edebiliriz:
Birincisi, nimetin helal yollarla kazanılması ve helal yollara sarf edilmiş olması gerekir. Nimetleri Allah’ın haram-helal çizgisini gözeterek kullanmak, onun emrettiği namaz ve ibadetle taçlandırmak lazımdır.
İkincisi, nimetin içinde nimeti vereni görebilmek yani nimeti mana-yı harfi ile okumak gerekir. Allah adına olmayan nimetler şükre girmez. İnsan ancak nimeti vereni görebilirse ona şükredip minnet edebilir.
"Şükür münime edilir; yani nimeti veren z"ta şükretmek vâcibdir." (İşaratü’l-İ’caz)
Üçüncüsü, kanaattir ve rızadır yani kula taksim edilen miktardan memnun olmak, gönül huzuru ile kabul etmektir, Allah’a karşı bir minnet hissetmektir. Ben daha iyisini ya da daha çoğunu hak ediyordum diye serzenişler ve sızlanmalar şükür ile bağdaşmaz.
Kanaat; sebeplere değil, neticeye olur. Ama Allah, hikmeti icabı çalışıp çabalayan, sebeplere teşebbüs eden kişiyi de arzusuna nail etmeyebilir. İşte o zaman tam teslimiyet ile kanaat etmek gerekir. Şayet "Bu benim hakkımdı, neden vermedi?" diye sızlanılır, hakkına rıza gösterilmezse, bu kanaatsizliktir. O şey onun hakkı imiş gibi hak dava etmek, şikâyet tarzında itiraz etmek ve Allah’ın verdiğini beğenmemek; kanaatsizliktir, takdire razı olmamaktır ve kaderi tenkittir.
Sebeplere uymak, çok çalışmak ve çabalamak, ama buna rağmen verilen neticeye de tam teslim olmak Allah’a iman ve tevekkülün, kanaat ve himmetin muktezasıdır. Kanaat ve himmetin zıddı ve rakibi hırs ve tembelliktir. Kanaat, istememek değil, sebeplere müracaat ettikten sonra neticeye teslim olmak demektir.
Dünya malını kanaat ile talep etmek, sünnetullah kanunlarına riayet ettikten sonra neticeye rıza ve teslimiyet göstermektir. Dünya malını hırs ile talep etmek ise kâinattaki tertip ve kaideleri hiçe sayıp, doğrudan neticeyi talep etmektir ki, bu asla mümkün ve makbul değildir.
Dördüncüsü, verilen nimetleri israf etmeden, iktisatlı bir şekilde sarfetmek gerekir. Yani nimeti israf eden, iktisadlı davranmayan birisinin şükrü makbul değildir. Çünkü israfın içinde nimeti hafife alma ve onu ehemmiyet vermeme mânaları vardır.
Beşincisi, verilen nimetleri Allah’ın rızasına uygun bir şekilde paylaşmak gerekir. Zekât, sadaka, tasadduk, hediye vesaire gibi yardımlaşmalar şükür ve şefkatin bir icabıdır. Verilen nimetleri sadece kendine kullanmak bencilliğin bir işaretidir. Bencil insanlar asla şükretmezler.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar