"Kabir var; hiç kimse inkâr edemez. Herkes, ister istemez oraya girecek. Ve oraya girmek için de üç tarzda, üç yoldan başka yol yok." Buradaki üç yol ve üç yoldan gidecek olanları izah eder misiniz?

"Kabir var; hiç kimse inkâr edemez. Herkes, ister istemez oraya girecek. Ve oraya girmek için de üç tarzda, üç yoldan başka yol yok." Buradaki üç yol ve üç yoldan gidecek olanları izah eder misiniz?
Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Kabir var; hiç kimse inkâr edemez. Herkes, ister istemez oraya girecek. Ve oraya girmek için de üç tarzda, üç yoldan başka yol yok."

"Birinci yol: O kabir, ehl-i iman için bu dünyadan daha güzel bir âlemin kapısıdır. ..."(1)

Kabirden kastedilen şey; insan cesedinin gömüldüğü bir çukur değil, ebedî hayatın ilk başlangıcı olan berzah âlemidir. Yani kabir âlemi ya cennet bahçelerinden bir bahçe ya da cehennem çukurlarından bir çukur, manasındadır.

"Herkes ister istemez buraya girecek." tâbirinde ise; insanlığın ruhlar âleminden, anne karnına, oradan dünyaya, kabre, haşre, sırata ve en nihayetinde cennet ve cehenneme gideceği mecburî yolculuğa işaret ediliyor. Bu yolculuktan kimse kurtulamaz, her insan bu safhaları yaşamak mecburiyetindedir.

"Birinci Yol: O kabir, ehl-i iman için bu dünyadan daha güzel bir âlemin kapısıdır."

Birinci yol müttakilerin, salihlerin ve doğrudan cennete giden Müslümanların yoludur. Bu husus âyet-i kerîmede şu şekilde ifade ediliyor:

“Bilesiniz ki, Allah’ın veli kullarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de.

Onlar iman etmiş ve Allah’a karşı gelmekten sakınmış olanlardır.

Dünya hayatında da ahirette de onlar için müjde vardır. Allah’ın sözlerinde hiçbir değişme yoktur. İşte bu en büyük kurtuluş ve mutluluktur.” (Yunus, 10/62-64)

"İkinci Yol: Âhireti tasdik eden, fakat sefahet ve dalâlette gidenlere, bir haps-i ebedî ve bütün dostlarından bir tecrit içinde bir haps-i münferit, yalnız başına bir hapis kapısıdır. Öyle gördüğü ve itikad ettiği ve inandığı gibi hareket etmediği için, öyle muamele görecek."

İkinci yol; iman eden fakat imanın gereği gibi yaşamayan gafil ve günahkârların yoludur. Bunlar her ne kadar günahkâr olup kabir ve cehennemde azap görecek de olsalar, kabre imanla göçmeleri şartıyla, kâfirler gibi ebedî cehennemde kalmayacaklar.

Dalâletin üç manası vardır:

Birinci manası küfür ve şirk ehli.

İkinci manası bid'attir. Yani sünneti terk edip sünnete aykırı fikir ve davranışları tasvib etmek. Bu kimselere ehl-i bid’at manasında “ehl-i dalâlet” denir.

Dalâletin üçüncü manası ise fısk ve sefahettir. Yani iman etmiş, sünneti kabul etmiş, ama farzları yapmıyor ve büyük günahları da serbestçe işliyor. Bu kimselere günahkâr manasında “ehl-i dalâlet” denilir.

“Âhireti tasdik eden, fakat sefahet ve dalâlette gidenler” cümlesi bu üçüncü manada kullanılmaktadır...

Haps-i münferid; tek kişilik ceza yeri, yani hücre hapsi demektir; insanın kabir zindanında tek başına azap çekmesi manasındadır. Allah, inandığı halde, inandığı gibi yaşamayanlara bu cezayı takdir etmiştir.

"Üçüncü Yol: Âhirete inanmayan ehl-i inkâr ve dalâlet için, bir idam-ı ebedî kapısı, yani hem kendisini, hem bütün sevdiklerini idam edecek bir darağacıdır. Öyle bildiği için, cezası olarak aynını görecek."

Üçüncü yol, bütün ehl-i küfrün ve ehl-i şirkin yoludur. İslâm dinini kabul etmeyen, Allah’a ve Resul-i Ekrem Efendimize (asm) iman etmeyen herkes bu üçüncü yolun yolcusudur. İdam-ı ebedî ifadesi, onların cehennemde ebedî kalacaklarını ve cennet yüzü görmeyeceklerini ifade eder.

(1) bk. Sözler, On Üçüncü Söz, İkinci Makam.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Okunma sayısı : 48.968
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

meraklee
İzninizle birkaç soru daha sormak istiyorum:1)"Ahireti tasdik eden" ifadesi imanı olduğunu gösterir mi?Eğer gösterirse neden bir haps-i ebedi olarak görüyor ve öyle itikad ettiği olan hapiste ebedi kalma muamelesini görecek? 2)Bazıları -eğer- kalbi temiz bir şekilde kimseye kötülük yapmadığı ve namaz kılmadığı halde melek gibi olduğunu itikad eder ve ahireti de cennet kapısı gibi görmeyi başarırsa, o kişi öyle itikad ettiği için aynını mı görecek ahirette? 3) Aynı sözde "Bu iki şık bedihîdir, delil istemiyor, göz ile görünür" denilen iki şık hangileridir?Allah râzı olsun.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Sorularla Risale

Sorunuza bir kaç maddede cevap vermek mümkündür:
1) "Ahireti tasdik eden"
ifadesi imanı olduğunu gösterir mi? Eğer gösterirse neden bir haps-i ebedi olarak görüyor ve öyle itikad ettiği olan hapiste ebedi kalma muamelesini görecek?
Cevap: Dikkat edilirse, bu şıkkın anlatıldığı yerde söz konusu kişilerin ahireti tasdik eden, fakat sefahet ve dalalette giden kişiler olduğu ifade ediliyor. Buna göre, ahireti bilen ve tasdik eden kişilerin Cenab-ı Hakkın istediği gibi hareket etmemeleri sonucunda mahşere kadar hapsedilecekleri ve cezalandırılacakları bildirilmektedir. Çünkü, gereği gibi yaşamayan ve vazifelerini yerine getirmeyenlerin cezalandırılmaları hikmet ve adalete muvafıktır.
2) Bazıları -eğer- kalbi temiz bir şekilde kimseye kötülük yapmadığı ve namaz kılmadığı halde melek gibi olduğunu itikad eder ve ahireti de cennet kapısı gibi görmeyi başarırsa, o kişi öyle itikad ettiği için aynını mı görecek ahirette?
Cevap: Bir insanın kalben ve vicdanen kendisinin iyi kalpli olduğunu itikat eder ve ona göre hal ve hareketlerini tanzim ederse, elbette bunun mükafatını görecektir. Ama aynı kişi şayet istikametli bir görüşe sahipse, kendisinin yapmadığı ibadetlerden dolayı da mesul olacağını elbette bilir. Bu nedenle kendi ruh potresine göre, ahirette kndisine göre bir yer düşünür.
3) Aynı sözde "Bu iki şık bedihîdir, delil istemiyor, göz ile görünür" denilen iki şık hangileridir?Allah râzı olsun.
Cevap: 2. ve 3. şıkların bedihi olduğu ve delil istemediği kast edildiğini düşünüyoruz.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
faraklid

sanırım bu konuya biraz daha anlamak noktasında, bize yardımcı olur: Zerrelerden yıldızlara kadar cüz i ve külli herşey Onun kabza-i tasarrufunda ve kudret ve iradesiyle olduğuna kat i İmân etmek; ve mülkünde hiçbir şeriki olmadığına ve kelime-i kudsiyesine, hakikatlerine İmân etmek, kalben tasdik etmekle olur. Yoksa, "Bir Allah var" deyip, bütün mülkünü esbaba ve tabiata taksim etmek ve onlara isnat etmek (hâşâ) hadsiz şerikleri hükmünde esbabı merci tanımak ve herşeyin yanında hazır irade ve ilmini bilmemek ve şiddetli emirlerini tanımamak ve sıfatlarını ve gönderdiği elçilerini, peygamberlerini bilmemek, elbette hiçbir cihette Allah a İmân hakikati onda yoktur. Belki küfr-ü mutlaktaki manevi Cehennemin dünyevi tazibinden kendini bir derece teselliye almak için o sözleri söyler. Evet, inkar etmemek başkadır, İmân etmek bütün bütün başkadır. Evet, kainatta hiçbir zişuur, kainatın bütün eczası kadar şahidleri bulunan Halik-ı Zülcelal i inkar edemez... Etse, bütün kainat onu tekzib edeceği için susar, lakayd kalır. Fakat Ona İmân etmek, Kur'ân-ı Azimüşşanın ders verdiği gibi, O Halıkı, sıfatlarıyla, isimleriyle, umum kainatın şehadetine istinaden kalben tasdik etmek; ve elçileriyle gönderdiği emirleri tanımak; ve günah ve emre muhalefet ettiği vakit, kalben tevbe ve nedamet etmek iledir. Yoksa, büyük günahları serbest işleyip istiğfar etmemek ve aldırmamak, o imandan hissesi olmadığına delildir. Her neyse... Emirdag Lahikası

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
fatımacan
bu kunuyu Risaledeki bir örnekle düşündüğümde ne kadar zekice olduğunu keşfettirdi Cenab-ı Hak.Bir eve misafirliğe gidiyorsunuz.Ev sahibi sizi en güzel şekilde çeşit çeşit ikramlarla ağırladı.Sizi en güzel en yumuşak yere oturttu.Bir diğer eve gittiniz orada misafir edilirken ev sahibi size ikramda bulunamadı.Pek rahatta ettiremedi.Fakat siz iki yerde de o ev sizinmiş gibi ev sahibini hiç umursamadan hareket ettiniz.Yediniz, içtiniz,her yeri pislettiniz çıkarken bir de ev sahibine hakaret edip bağırıp çağırdınız.Düşünelim bir daha o misafirhanelere gidebilirmiyiz?Evet öylede bu kainatta çeşitli nimetler ve güzelliklerle donatılmış bir saraydır.Bu sarayın bir sahibi vardır.Bizlerde ama umduğumuzu bularak ama bulmayarak o ev sahibinin kurallarına uyarak yaşamak mecburiyetindeyiz.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
elcevaz13
Hapsi ebedi ne demek. yani müslüman da olsa amel etmediği için ebediyen cehennememi hapsedilecek? Bir de idami ebedi cezasını sadece dünyada mı çekecekler yoksa ölüncede yok mu olacaklar yada yok olduklarınımı sanacaklar?
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
elcevaz13

RİSALE-İ NUR müellifi, Denizli hapsinin bir meyvesi olarak yazdığı Meyve Risalesi’nin “İkinci Mes’ele”sinde, ölüm ve sonrasına dair üçlü bir tarifte bulunur. Dünya ahiretin tarlası olduğuna göre, insan cennetini veya cehennemini bu dünyada inşa eder ve ölümden sonra hangi hal üzere olacağını bu dünyadaki hali belirler. 
Bu dünyadaki haline göre, insanları ölümden sonra bekleyen, üç ayrı şık vardır: (1) idam-ı ebedî, (2) daimî haps-i münferid, (3) saadet-i ebediye. Bu üç şıktan birincisi ve üçüncüsü daha kolay kavranır bir keyfiyette olmakla birlikte, ilgili risaleyi okuyan insanlar arasında ortadaki şıkkın muhatapları hakkında bir ihtilaf ve tereddüt bulunmaktadır. 
Birinci şıkka kimlerin gireceği açıktır. Bu şık, ‘kâfir’leri, ‘münkir’leri, yani fıtratları onlara hakkı gösterdiği ve üstelik hakkın mübelliği olarak vahiyden de haberdar oldukları halde hakikatın üstünü örtenleri kapsar. Allah’ın kevnî ve kelamî âyetlerini red ve inkâr edenlerdir ‘idam-ı ebedî’ üzere olacakları belirtilen. Yani, sürekli bir yokoluş tedirginliği içinde bir varoluş ki, ‘beka’ insanın en birinci arzusu olduğu ve aşk-ı beka aşkların en şedidi olduğuna göre, azaplar içinde en birinci azap işte böylesi bir ruh hali olsa gerektir. 
Gelin görün ki, kâfir, bu dünyadaki yaşayışıyla buna hak kesbetmiştir; çünkü bu dünyada o her dakika önünde duran, karşısına gelen, gördüğü, hissettiği veya tattığı bunca ilâhî işareti yok saymış, onları görmezden gelerek veya üstlerini örterek, her defasında ‘hiçlik’ ve ‘yokluk’ denizine itelemek istemiştir. Bu dünyada Allah’ın kevnî ve kelamî âyetlerini yok sayanların cezası, öte dünyada daimî bir yokoluş endişesi içinde varolmaktır. Üçüncü şıkka kimlerin gireceği de açıktır. 
Bu şık, ‘mü’min’leri, yani fıtratlarının gösterdiği ve vahyin de haber verdiği hakkı kabul ve tasdik edip, ellerinden geldiği kadar bu hakikat mucibince yaşamaya çalışan, başaramadıkları yerde ise istiğfar ve tevbe ile Rablerinden bağışlanma dileyenleri kapsar. 
Bu dünyayı O’nun adına yaşama gayretlerinin mükâfatı olarak, Allah mülkünün dairelerini ebediyen onlara açacak; ve en önemlisi, kalb ve ruhlarına daimî bir sürur ve saadet ihsan edecektir. Peki, ortadaki bu grubu kimler teşkil eder? Bütün sınıflamalar biraraya toplana toplana en sonunda elimizde sadece mü’minler ve kâfirler kümesi kaldığına göre, bu ortadaki şıkkın muhatapları kimlerdir? Kâfirler desek, kâfirlerin cezası zaten bellidir: idam-ı ebedi. 
Mü’minlerin günahkârları desek, günahı sevabından fazla bir mü’min bir azaba duçar olsa bile, âyetlerin ve hadislerin bildiği üzere bu azap geçicidir. 
Oysa Bediüzzaman ilgili tasnifinde, ‘daimî haps-i münferid’ demektedir! Kendi namıma, hatırı sayılır bir sıklıkla muhatap olduğum bu müşkile, Bediüzzaman’ın ilgili tarifin ardından parantez içinde kullandığı ‘beka-i ruha inanan ve sefahette gidenler’ tarifinden de cesaret alarak, şu şekilde cevap veriyorum: Saadet-i ebediyeden mahrum olduğu gibi, ‘idam-ı ebedî’ye de duçar olmayacak bu üçüncü grup, kat’iyetle ‘günahı sevabından ziyade’ mü’minleri tarif etmiyor. 
Çünkü, son tahlilde imanın âlemlerin Rabbi katında ne kadar da değerli olduğunu, hakikî bir imanın haşir mizanında bunca kusur ve günaha rağmen nasıl bir mağfiret vesilesi olabileceğini bildiren hadisler biliyoruz. Keza, Allah’ın iman edenlere, günahlarından dolayı geçici olarak cehennemde cezalandırılmayı hak ettikleri durumda bile, ‘kalıcı olarak’ cehennemi haram ettiğini de... 
Peki o halde, kim bu üçüncü grubu oluşturan ‘daimî haps-i münferid’ cezalıları? Bu üçüncü grubu, imanın hakikatini akılları kabul edip kalbleri derkettiği halde, bunu ilan ve ikrar etmeyenler teşkil ediyor. Bu kişilere kelimenin tam anlamıyla ‘kâfir’ diyemiyoruz; çünkü Allah’ın birliğini, ahiretin varlığını, peygamberleri... biliyorlar ve iç dünyalarında bunun hakikat olduğunun da idraki içindeler. Ama yaşadıkları bir hayat var; bu hayatın içinde nefislerinin nemalandığı haller ve keyfiyetler var. 
İçlerinde kabul ve derk ettikleri bu iman hakikatlerini dilleriyle de ilan ve ikrar ettiklerinde, hem bu hallerden uzak düşeceklerini, hem de imanları dolayısıyla mihnet ve meşakkate duçar olabileceklerini düşünüyorlar. 
Kimisi nefsinin hazcılığına, kimi edindiği şöhrete, kimi ulaşacağı makama uzak kalacağı düşüncesinde; kimi bırakmak zorunda kalacağı ‘haram’ kazanç yollarını terke yanaşmıyor, kimisi muktedirlerin hışmına uğramaktan çekiniyor... 
Her hâlükârda, ortada doğru olduğu bilinen bir iman hakikati sözkonusu; ama şu dünyaya ilişkin hesaplar aklın kabul ve kalbin idrak ettiği bu hakikati ‘ilan ve ikrar’dan kişiyi alıkoyuyor. 
Dolayısıyla, ‘ilan ve ikrar’dan alıkoymanın paralelinde, buna göre yaşama çabasından da... 
Tabir yerindeyse, aklı ve kalbi içten içe “Lâ ilâhe illallah” diyen, ama dilinden “Eşhedü en lâ ilâhe illallah” tasdiki ve şehadeti çıkmayan insanlar var işte bu şıkta karşımızda.
 Bilen ama iman etmeyen; doğruluğunu kabul eden ama bunu ikrar etmeyen; nefsü’l-emirde gördüğüne, yani ‘objektif gerçeklik’e “Eşhedü” diyerek katılmayan bir zümre... 
Ortadaki ‘daimî haps-i münferid,’ idrakimce, işte bu durumdaki kişilere bakıyor. 
Üstelik, vicdanımdaki hiss-i adaletin de tastamam kabul ve tasdik ettiği bir denkleştirme bu. 
Onlar doğru olduğunu bildikleri şeyi şu veya bu hesapla bu dünyada akıllarında ve kalblerinde saklamayı tercih ettiler, “Eşhedü” deyip dilleriyle ikrar ve yaşayışlarıyla ilan etmediler. 
Allah da, bu dünyada akıl ve kalblerinde sakladıkları bu doğru hatırına onları ‘idam-ı ebedî’yi hakedenlerle bir tutmadı, ama bu dünyadaki duruşlarıyla haketmedikleri cennetle de mükâfatlandırmadı. Hak ettiklerini buldular. 
Gerçeği bu dünyada hep ‘içeride’ hapsettiler, karşılığı olarak öte dünyada ‘daimî bir haps-i münferid’e mahkum edildiler... 28.08.2007 © 2007 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
faraklid

Birinci Nükte: Cehennem fikri, geçmiş îman meyvelerinin lezzetlerini korkusuyla kaçırmıyor. 
Çünki hadsiz rahmet-i Rabbaniye o korkan adama der: Bana gel, tövbe kapısıyla gir. Tâ Cehennem'in vücudu değil korkutmak, belki sana Cennet'in lezzetlerini tam bildirsin ve senin ve hukuklarına tecâvüz edilen hadsiz mahlukatın intikamlarını alsın, sizi keyiflendirsin. 
Eğer sen dalâlette boğulup çıkamıyorsan yine Cehennem'in vücudu, bin derece îdam-ı ebedîden hayırlıdır ve kâfirlere de bir nevi merhamettir. 
Çünki insan hattâ yavrulu hayvanat dahi, akrabasının ve evlâdının ve ahbabının lezzetleriyle ve saadetleriyle lezzetlenir, bir cihette mes'ud olur. Şu halde sen ey mülhid, dalâletin itibariyle ya îdam-ı ebedî ile ademe düşeceksin veya Cehennem'e gireceksin! Şerr-i mahz olan adem ise, senin bütün sevdiklerin ve saadetleriyle memnun ve bir derece mes'ud olduğun umum akraba ve asl ve neslin seninle beraber idam olmasından, binler derece Cehennem'den ziyâde senin ruhunu ve kalbini ve mahiyet-i insaniyeni yandırır. Çünki Cehennem olmazsa, Cennet de olmaz. 
Herşey senin küfrün ile ademe düşer. 
Eğer sen Cehennem'e girsen, vücud dâiresinde kalsan, senin sevdiklerin ve akrabaların ya Cennet'te mes'ud veya vücud dâirelerinde bir cihette merhametlere mazhar olurlar. Demek herhâlde Cehennem'in vücuduna tarafdar olmak sana lâzımdır. 
Cehennem aleyhinde bulunmak, ademe tarafdar olmaktır ki, hadsiz dostlarının saadetlerinin hiç olmasına tarafdarlıktır. 
Evet Cehennem ise, hayr-ı mahz olan daire-i vücudun Hâkim-i Zülcelalinin hakîmâne ve âdilâne bir hapishâne vazifesini gören dehşetli ve celâlli bir mevcud ülkesidir. 
Hapishâne vazifesini de görmekle beraber, başka pek çok vazifeleri var. Ve pek çok hikmetleri ve âlem-i bekaya ait hizmetleri var. Ve zebani gibi pek çok zîhayatın celaldarane meskenleridir.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
demir37

Benim anladığım kadarıyla,ikinci yoldan kastedilenler Allah'a ve ahirete inanmakla beraber imanın sair rükunlarına iman getirmedikleri için kamil bir imana sahip olmayanlar olabilir;dolayısıyla da kitap ehli olan fakat peygamberimizi kabul etmedikleri için dalalet ve sefahette kalan Hristiyan ve Yahudiler de bu sınıfa dahil olabilir, diye düşünüyorum.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
k.toprak
soru soran arkadaşımızdanda cevaplayan ağabeylerimizdende Allah razı olsun Risaleinurları anlamamıza yardımcı oluyorsunuz soru şekli ve cevabı yönüyle doğruluk teşkil ediyor birde acizane kardeşiniz olarak konuya şu yönden yaklaşmak istiyorum . mesela bir adam var ve Allah'a hüsn-ü zannı tam ve her defasında amel ibdet farzlar ve günahlara girmeme noktasında çabası yok ama Allah affeder diyor ibadetlere önem vermiyor bazı iyiliklerim beni kurtarır o öyle Allahki ne günahkarlar varki ben adam öldürmüyorum içki içmiyorum gıybet etmiyorum(ki ediyordur)Allah beni affdder diyerek bir vartaya düşüyor böyle bir hüsn-ü zan ve Allahı böyle bilmek sanırım insanı vartaya yuvarlandırabilir ağabeylerim eklemek istedikleriniz ve yanlış düşündüğüm noktayı bildirirseniz konuyu daha iyi kavramama şeytanın yollarını kapatmaya yardımcı olmuş olursunuz
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
hazalsoraff
affınıza sığınarak bi daha sormak istiyorum. . mesela bir insan -ölümden sonra artık sevdiklerini göremeyeceği gibi bir itikad içindeyse ahirette bi daha göremeyecek. peki ahiret diye birşeyin olmadığına inanan,ölümden sonra yokluk olduğuna itikad eden birisi de -ebedi yokluk- la mı muamele görecek?
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Sorularla Risale
Bedenen yok olmayacak ama; yokluk elemini çekecek, o his ona yaşatılacak diye düşünüyoruz. La ya'lemul gaybe illallah...
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
hakan_23el
Benim kafam karıştı. ben allaha ve ahirete inanmayan insanların cehennemde ebediyyen kalacaklarını ve yokluk eleminden kurtularark allahın rahmetine bir yönüyle mazhar olacaklarını biliyordum yani acı içinde olmamakla birlikte, yok olmamakla ebedi vücut sahibi olacaklarını ve ademe gitmemeklede allahın rahmetinin cehennnemdede devam edeceğini düşünüyordum. bu konuyu daha açıklayıcı yazarsanız sevinirim allaha emanet...
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Sorularla Risale
Allah kafir ve münafıkları bağışlayp cehennemden çıkarmaz. Ama herkes hakkında bir nevi merhamet vardır ,manasında anlaşılabilir. Mesela; Allah'ın kafirleri bile yok etmeyip cehennem de olsa var etmesi bile, onun rahmetinin gazabından fazla olduğunu gösterir.
Rahmet-i İlahiyeyi de göz önünde bulundurmak suretiyle, cehenneme girecek insanların ebedi cehennemde kalsa bile ateşe ülfet edeceğini Bediüzzaman, hadislere dayanarak bildiriyor. Bu cümlenin izahına gelince, iki–üç tarzda izahı yapılabilir:
1. "Rahmetim gazabımı geçti" hadis-i kudsisinden ders çıkarılabilir. Yani, Allah’ın rahmeti, belirli bir zaman sonra bu insanı rahatlatacak ve ateşe karşı bir ülfet verecektir. Yani, Allah gazabından ziyade rahmetiyle muamele edecektir. Çünkü yukarıdaki ifadede geçtiği gibi, dünyada yaptıkları iyiliklere mükafaten, merhamet-i İlahiyeye mazhar olacaklar.
Muhyiddin Arabî Hazretleri, "Onlar orada ebedî kalacaklardır" mealindeki âyet-i kerimeyi tefsir ederken, kâfirlerin cehennemde ebedî kalmakla birlikte, azabı ebedîyen aynı seviyede tatmayacaklarını kaydeder ve zamanla oraya mahsus ayrı bir hayat çeşidine girip eski azaplarından bir bakıma kurtulmuş olacaklarını söyler. Nur Külliyatı'nda geçen şu cümleler de o büyük velînin bu keşfini, az farkla, doğrular mahiyettedir:
"Kâfir, kendi ameliyle bu duruma kesb-i istihkak etmiş ise de, amelinin cezasını çektikten sonra, ateş ile bir nev’i ülfet peyda eder ve evvelki şiddetlerden âzade olur."(1)
"Evvelki şiddetlerden âzade olma" ifadesinden, azabın ebediyen devam edeceği, ama şiddetinin öncekilerden daha hafif olacağı anlaşılıyor. Muhyiddin Arabî Hazretleri ise azabın, yerini âdî, süflî, bayağı bir hayata bırakacağı ve kafirin cehennemde bu hâliyle ebediyen kalacağı kanaatindedir.
Nur Müellifi, naklettiğimiz ifadelerinin sonunda, buna dair "işarat-ı hadîsiye" olduğunu kaydeder. Sözü edilen hadisin metni hakkında bir bilgimiz yok. Ancak, Muyyiddin Arabî Hazretlerinin bu konuyu işlerken sıkça nazara verdiği bir hadis-i kutsî var; Üstad'ın sözünü ettiği hadis de o olsa gerek: "Rahmetim gazabımı geçti."
2. Adalet-i İlahiye noktasından bakılabilir. Yani bu insan, yaptığı ve işlediği günahlardan dolayı azap görecektir. Ama bu insanlar, Bediüzzaman’ın dediği gibi, yaptıklarının cezasını çektikten sonra, ateşe ülfet peyda etmesi, yani alışması adaletin neticesidir.
3. Kainatta ne varsa, Allah’ın bir ismini gösterir, onun aynasıdır. Bu durumda, cehennemde olan insanların da Allah’ın bazı isimlerine mazhar olması mümkündür. Kim bilir belki de Allah’ın "Metin" ismine mazhariyet verilecek ve ateşe karşı dayanıklılık verilecektir. Keyfiyetini Allah bilir. Bize düşen iman etmek ve O dehşetli cehennemden kurtulmak için, ibadet, istiğfar ve taat siperine girmektir.
(1) bk. İşaratü’l-İ’caz, Bakara suresi 7. ayet tefsiri.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
hakan_23el
Yokluk elemini çekecek demişsiniz allaha ve ahirete inanmayan ve öldükten sonra dirilmenin olmasını akıldan uzak görenler için. madem ki yok olmayacaklar ebediyyen cehennemde kalacaklar neden yokluk elemi çeksinler??
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Sorularla Risale

Neden yokluk elemi çekecekler? Öyle olacağına inandıkları için...

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
k.toprak
Ağabeylerin dediği gibikafirlerin yokluk elemi çekmeleriilk etapta dünyaya nazırdır geleceklerinin yokluk olacağını itikat edenler ahiretten önce dünyada ruhsal bedensel akılsal olarak azap çekeceklerdir
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
bakiduman
sevğili editör abimiz,ben yokluk elemini çekecekler meselesini şöyle anlamaktayım.mesala gören bir insanın gözlerini günlerce kapatırsanız veye karanlık bir odaya hapsederseniz renkleri,ışığı,şekilleri görmeye alışık ve müştak olan o göz vasifesini yapamadığından ve muaattal kaldığından manevi müthiş bir elem hissedecektir.Bu sesleri duymaya müştak kulak,konuşmaya ve tatmaya ihtiyaç duyan dil içinde geçerli.Eğer bir insanın uzvunun yaptığı vasifeyi siz iptal ederseniz bu o uzvun kısmi olarak yokluk elemini çekmesine sebep olacaktır.Cehennemde ise bu yokluk elemi ve azabı en yüksek derecede olcak.Çünkü insan sahip olduğu yüksek cihazat ve duyğularını kullanamayacak.Cennette ise bu cihazat ve duyğuların müthiş bir inkişafı olacak.Göz alıp gittiğince uzanan bağlar ve bahçeler insanın gözünün önüne ziyafet olarak serilecek.Kısaca üstadımızın mektubatta dediği gibi kainatta mutlak adem yok(herşey helak olacak Cenab-ı Hakkın vechesi hariç meselesi)Benim düşüncem insan mahiyetine takılan duyğu ve cihazatları eskisi gibi istimal edemeyeceğinden kısmi bir yokluk elemi tadacak.Bir gözün muattal bırakılması insana nekadar elem veriyorsa cehennemde insanın sahip olduğu tüm duyğu ve cihazatların vazifelerini yapamıyacak olması veye farklı bir şekilde istimal edilecek olması insana nekadar dehşetli elem verir kıyas edilsin.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
bahar1251
cevabınız için Allah razı olsun.bi sorum daha olacak. bu konuyla ilgili yani hapsi münferid ile ilgili ayet veya hadis var mı?
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Sorularla Risale

Kabir hayatına ve keyfiyetine işaret eden ayet ve hadislerden bazılarını takdim edelim.
“Onlar (Firavun ve taraftarları) sabah, akşam ateşin karşısına getirilirler. Kıyâmetin kopacağı gün de “Firavun ailesini en şiddetli azaba sokun!” denilir.”(Mümin, 40/46).
“Allah’a karşı yalan uyduranlardan veya kendisine bir şey vahiy edilmediği halde; “Bana vahiy olundu” diyen kimse ile “Allah’ın indirdiği gibi ben de indireceğim.” diyenden daha zâlim kim olabilir? Ölümün şiddetli sıkıntıları içinde bulunurken ve melekler ellerini uzatarak; “Haydi ruhlarınızı çıkartıp teslim edin, bugün Allah’a karşı haksız yere söylediklerinizden, O’nun âyetlerine karşı büyüklük taslamanızdan ötürü, alçaltıcı azâbıyla cezalandırılacaksınız.” derken o zâlimlerin hâlini bir görsen!”(Enam, 6/93).
Buharî’ye göre ayette geçen ve bizim “alçaltıcı azâp” diye tercüme ettiğimiz “azabe’l-hun”, kavramı aynı zamanda “hafif azap” demektir; bu ise şiddetli olan cehennem azabından önce kabirde olacak bir azap olduğunu göstermektedir.(bk. Buharî, Cenaiz, 87).
“Biz o münafıkları iki kez cezaya çarptıracağız. (İlk cezadan) sonra müthiş bir azaba uğratılacaklardır.”(Tevbe, 9/101).
Demek ki, ilk azap kabirde olur.
İmam Buharî bu üç ayeti kabir sorgusu ve azabı için delil olarak zikretmiştir.(bk. Buharî, Cenaiz, 87).
Abdullah b. Abbas’a göre, “Muhakkak ki o zalimlere  bundan başka azap da vardır.”(Tur, 52/47) mealindeki ayette de kabir azabına işaret edilmektedir.[bk. Beyhakî, İsbatu azabi’l-kabr (Kabir azabının ispatı), 1/63]
"Kabir, ya cennet bahçelerinden bir bahçe yahut cehennem çukurlarından bir çukurdur."(bk. el-Akidetu’t-Tahaviye,1/169; Ahmed b. Hanbel, el-Akide, s.64-76; el-lalekâî,  İtikadu ehli’s-sünne, 1/156, 158, 166-şamile).
“Ölü kabre konduktan sonra, Münker ve Nekir adında iki melek gelip Peygamber Efendimizi (asv)kastederek ‘Bu adam hakkında ne düşünüyorsunuz?’ diye sorarlar. Mümin kimse daha önce/ dünyada iken dediği gibi der: ‘O Allah’ın kulu ve resulüdür. Ben şahadet ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur ve yine şahadet ederim ki, Muhammed Allah’ın kulu ve resulüdür.’ Melekler; ‘Senin böyle diyeceğini biliyorduk’ derler ve kabrini genişletip aydınlatırlar. Münafık -ve kâfir- kimse ise, bu soruya ‘Bilmiyorum’ diye cevap verir. Melekler  ona da ‘Senin böyle diyeceğini biliyorduk’ derler. Yere denilir, o da adamın kaburgalarını iç içe geçirecek şekilde onu sıkar ve kıyamete kadar orada azap çeker.”(Buharî, Cenaiz, 87; Tirmizî, Cenaiz, 70; -hadis meali özet olarak Tirmizi’den alınmıştır).
Bera b. Azib anlatıyor: Hz. Peygamber (asv) buyurdu ki; “  ‘Allah iman edenleri hem dünyada hem ahirette  o sabit  söz üzerinde sağlam bir şekilde tutar”(İbrahim, 14/27)’ ayeti kabir sorgusu ile ilgili olarak nazil olmuştur.  Ona denilir ki; ‘Rabbin kim?’ o da ‘Rabbim Allah’tır, dinim Muhammed’in(a.s.m) dinidir.’ İşte ‘Allah iman edenleri hem dünyada hem ahirette  o sabit  söz üzerinde sağlam bir şekilde tutar’ ayeti bu sağlam söze işaret etmektedir.”(Müslim, Cennet, 73; Nesâî, Cenaiz, 114; Tirmizî, Tefsir, 14).
"Ey Allah'ın Rasûlü, sen bana Münker ve Nekir'in seslerini ve kabir sıkmasını anlattığın günden beri hiç bir şeyden tat alamaz oldum." Bunun üzerine Rasulullah (S): "Ey Aişe, Münker ve Nekir'in sesleri mü'mine, gözdeki sürme gibi gelir. Kabir sıkması da mü'mine, şefkatli bir ananın yavrusunun başını okşaması gibidir. Ama ya Aişe, şakilere (âsi olanlara) yazıklar olsun ki onlar kabirlerinde düz ve sert taş üzerine yumurtanın çarpıldığı gibi sıkıştırılacaklardır."  Beyhakî İsbatu Azabul Kabr . 39 a; Suyûti, Ş. Sudur, v. 47 a; Suyûti, B. el-Keîb, v. 145 a; İbn Hişam, es-Siretu'n-
"Allah'a yemin olsun ki, ona (kâfire) doksan dokuz tinnîn gönderilir (saldırtılır). Tinnîn nedir bilir misiniz? Her birinin dokuz başı olan doksan dokuz yılan. Kıyamet gününe kadar onun cismine üfürürler, sokarlar ve onu tırmalarlar. " (25) buyurmuştur. Ebû Sa'id el-Hudrî de: "Buradaki dar geçimden kasıt, doksan dokuz Tinnin'in (ejderhanın) onu kabrinde sokmasıdır." demiştir. Beyhakî, İsbatu Azabul Kabr, v. 31 b.
Ona (kâfire) kabrinde, elinde düğümü ateşten olan, deve boynu gibi bir kırbaçla bir hayvan saldırtılır ki, Allah'ın dilediği kadar onu döğer. Kulakları da sağır olduğu için onun sesisini (feryadını) duymaz ki ona acısın." A b. Hanbel, Müsned, c. VI, s. 353.
"Kâfire kabrinde kudurmuş akrepler saldırtılır ve onun etini başından ayaklarına kadar yerler. Sonra ona tekrar et giydirilir ve bu sefer de ayaklarından başlayarak başına kadar yerler ve böylece azap devam edip gider." dediği nakledilir. Beyhakî, İsbatu Azabul Kabr, v. 53 b.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
polat2400
Allah razı olsun...
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
NECCEM

İkinci "yalnız başına bir hapis kapısı" üçüncü yol " idam-ı ebedî kapısı" ifadeleri her iki yolun da ebedi azap olacağı anlamı çıkmaktadır.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
NECCEM

Haps-i münferit ehli allahu alem münafıklar olabilir diye düşünüyorum. Çünkü Hapsi münferit dünya ve ahirette de en büyük cezadır.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Oarslan

İkinci ve üçüncü yolun arasındaki fark nedir? Burda onların ahiretteki durumları mı anlatılmak isteniyor yoksa onların kabre bakış açısı mı anlatılmak isteniyor? "Bu iki şık bedihîdir, delil istemiyor, göz ile görünür." Ve nasıl bedihîdir, nasıl biliyoruz?

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Sorularla Risale

İkisi farklıdır. İdam-ı ebedi, ebedi yok olmak anlamındadır. Diğeri ise yaşayacağını, ebedi yok olmayacağını biliyor, ancak dostlarından ve sevdiklerinden ayrı yaşıyor ayrı düşmüş.

Buna, dünyada şu örneği vermek mümkündür: İki mahkum düşünelim, bunlardan birisi müebbed hapis cezasına çarptırılmış, Diğeri ise idam cezasına çarptırılmıştır. Bu iki durumu mukayese ederek iki kavramı anlamak daha kolay olacaktır.

İkinci yol; iman eden fakat imanın gereği gibi yaşamayan gafil ve günahkârların yoludur. Bunlar her ne kadar günahkâr olup kabir ve cehennemde azap görecek olsalar da, kabre imanla göçmeleri şartıyla, kâfirler gibi ebedî cehennemde kalmayacaklar. Kabir hayatını cehennemden bağımsız düşündüğümüzde bu ikinci yoldakiler kabir hayatını ebedi yani tamamını ceza alarak geçirecekler demektir.

Kalbinde zerre kadarda olsa iman olan birisinin cehennemde ebedi ceza alması söz konusu değildir. Ehli Sünnet itikadınca imanla kabre giren birisi her ne kadar günahkar, zalim ve fasıkta olsa cezasını çektikten sonra cennette girecektir.

Ebedi ve dipsiz ifadeleri sefâhet ve dalâlette gidenler açısından kabir hayatının azaplı ve acılı olacağını ifade ediyor. Çünkü kabir hayatı ne kadar uzunda olsa nihayetinde kıyamet kopup herkes mahşerde toplanıp hesaba çekilip cennet ya da cehenneme gidip orada sonsuz yaşayacaklar.

Kabir ehli kabirde ebedi yaşamayacak ama sefâhet ve dalâlette gidenler açısından bu alemde ki azap çok uzayabilir buna işaret eden ayet ve hadislerde mevcut. Yani salih insanların hesabı çok kısa kolay ve rahat geçecekken kafir ve sefih insanların hesabı ise gayet derecede uzun, meşakkatli ve azaplı geçecek anlamındadır.

"Bu iki şık bedihîdir, delil istemiyor, göz ile görünür."

Bu iki şıkkın hangileri olduğu kesin olarak belirtilmemekle birlikte, birinci ve ikinci yolların kastedildiğini düşünüyoruz. Birinci şıkta kabrin ehl-i iman için bu dünyadan daha güzel bir âlemin kapısı olduğu zikrediliyor. Bu bedihî olduğu gibi, ikinci şık da bunun gibi bedihîdir, açıktır.

Kabir hayatı, mahşer, cennet ve cehennem hakkında çok sayıda âyet-i kerîme olduğu gibi yine çok sayıda hadis-i şerif de mevcuttur. Allah Resulü, “Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe yahut cehennem çukurlarından bir çukurdur.”(Tirmizi, Kıyamet, 26.) buyurmuşlardır.

Âyet ve hadis ile sabit olan bu kabir hayatı, bir mü’min için bedihîdir, delil istemez. Kaldı ki Risalelerde de geçtiği gibi, kabirleri keşf eden birçok evliya bu hayatı görmüşler, oradakilerle konuşmuşlar ve bizlere de haber vermişlerdir. Peygamber Efendimiz (asm.) de miraç mucizesiyle cennet ve cehennemi bizzat müşahede etmişlerdir.

Esas olarak, kabre göçmenin her üç yolu da mümin için açık ve seçiktir, delil istemez. Ancak isyankârlar ve küfür ehli için bu hakikatler perdelidir, onlara tam inanmazlar veya inanmak istemezler. Bu ifadeler, şüphe içinde olan yahut isyanları sebebiyle o hayatın olmamasını temenni eden bu gibi kişiler için bir ikaz ve teyid makamında kullanılmıştır. Yani, kabre katiyen girecek ve o hayatı tadacaksınız. Günahları galip bir isyankâr olarak göçmüşseniz o hapis hayatını yaşayacaksınız, ölümü ebediyen yok olma sanıyorsanız, yanıldığınızı görecek ve o âlemde ebediyen azap çekeceksiniz, cennetin yüzünü de yine ebediyen göremeyeceksiniz.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
taner tonkur

kabir hayatının sefahatte ve delalette gidenlere bir haps i ebedi ve dipsiz bir kuyu olmasını nasıl anlamalıyız?

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Sorularla Risale

İkinci yol: Âhireti tasdik eden, fakat sefâhet ve dalâlette gidenlere bir haps-i ebedî ve bütün dostlarından bir tecrid içinde bir haps-i münferit, yalnız başına bir hapis kapısıdır. Öyle gördüğü ve itikad ettiği; ve inandığı gibi hareket etmediği için, öyle muâmele görecek.

Bu ifadeler kabir azabının hak olduğuna işaret ediyor. Kabir sefâhet ve dalâlette gidenler için bir azap hücresi ve kuyusu şekline dönüşecek ve ceza kabirde başlayacak demektir.

Ebedi ve dipsiz ifadeleri sefâhet ve dalâlette gidenler açısından kabir hayatının azaplı ve acılı olacağını ifade ediyor. Çünkü kabir hayatı ne kadar uzunda olsa nihayetinde kıyamet kopup herkes mahşerde toplanıp hesaba çekilip cennet ya da cehenneme gidip orada sonsuz yaşayacaklar.

Kabir ehli kabirde ebedi yaşamayacak ama sefâhet ve dalâlette gidenler açısından bu alemde ki azap çok uzayabilir buna işaret eden ayet ve hadislerde mevcut. Yani salih insanların hesabı çok kısa kolay ve rahat geçecekken kafir ve sefih insanların hesabı ise gayet derecede uzun, meşakkatli ve azaplı geçecek.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
karolin

"Evvelki şiddetlerden âzade olma" ifadesinden, azabın ebediyen devam edeceği, ama şiddetinin öncekilerden daha hafif olacağı anlaşılıyor. Muhyiddin Arabî Hazretleri ise azabın, yerini âdî, süflî, bayağı bir hayata bırakacağı ve kafirin cehennemde bu hâliyle ebediyen kalacağı kanaatindedir."

İbni Arabi Cehennemde azap, yerini adi, bayağı bir hayata bırakacağını söylemiş. Hazrete göre kafirlere Cehennemde azap ebedi olmayacak, her seferinde cezasını biraz daha çektiklerinden dolayı, belki milyarlar zaman sonra azap olmayacak ama yani Cenneti kaçırmış halde fakat süflî, herhalde hayvandan yine de aşağı hayat yaşayacak mı demek istemiş, yine de rızk ve nimetlerden faydalanabilecek mi?O zaman mesele "Cenneti kazanma" veya "Cenneti kaçırma" olarak anlaşılır. Milyar sene sonra azap yoksa Cehennem ürkütmez? 

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Sorularla Risale

"Kâfir, kendi ameliyle bu duruma kesb-i istihkak etmiş ise de, amelinin cezasını çektikten sonra, ateş ile bir nev’i ülfet peyda eder ve evvelki şiddetlerden âzade olur."(1)
"Evvelki şiddetlerden âzade olma" ifadesinden, azabın ebediyen devam edeceği, ama şiddetinin öncekilerden daha hafif olacağı anlaşılıyor. Muhyiddin Arabî Hazretleri ise azabın, yerini âdî, süflî, bayağı bir hayata bırakacağı ve kafirin cehennemde bu hâliyle ebediyen kalacağı kanaatindedir. Biz bu kanaate katılmıyoruz. 

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Hüseyin1608

Kabre girmek için nasıl 3 yoldan fazla yol yok anlamadım ehli iman kendisi için başka aleme geçiş olduğunu düşünür.Ehli küfür olup ölümden sonraki yaşama inanmayanlar için sonsuz bir idam-ı ebedidir fakat burada çok daha fazla seçenek sayılabilirki.Mesela 2.seçenekte bahsedilsiği gibi ölümden sonraki yaşama inanıp müslüman olmayan biri için neden sonsuz bir hapis olmak zorunda o da kendi inancında başka bir aleme geçeceğini düşünüyor olabilir.Reenkarnasyona inanan biri sonra başka bir vücutta yaşam bulacağına inanıyor olabilir onlar içinde kabir başka bir yaşama başlangıç,geçiş olmuş olur.Nasıl oluyorda bu 3 seçenekten başka bir ihtimal olamıyor onu anlamadım açıklayabilir misiniz?Özellikle 2.maddeyide açabilir misiniz?Daha fazla seçenek yok mu?Ve 2. ve 3. ispat gerektirmiyor demiş ama hadi 3.tamam ölümden sonraki yaşama inanmazsan senin için sonsuz bir idam olur ama 2.seçenekte sonsuz bir hapis olmak zorunda değilki müslüman olmayıp ölümden sonraki yaşama inanan birisi için kabir yine başka aleme geçiş olabilir eğer başka bir dünyada yaşayacağına inanıyorsa ben müslüman değilim ölümden sonra yaşam var ama sonsuza dek mezarın içinde öylece duracağız diyen kimseyi görmedim.Cevaplar mısınız

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Sorularla Risale

İslama göre insan ya kafir olarak ölür ya Mümin olarak ölür ya da Mümin olduğu halde fasık ve günahkar olarak ölür. Bu üç yoldan başka yol yoktur. Farklı inanç gruplarının çok olması bu gerçeği değiştirmez.

Mesela Yahudi de kafirdir Hristiyan da kafirdir Hindu da kafirdir son hak din olan İslamı tasdik edip iman etmeyen herkes kafir sınıfında toplanırlar ve hepsi ebedi cehenneme mahkumdurlar. Burada inancının ne olduğunun bir önemi bulunmuyor. Hepsinin ortak noktası küfür ve inkardır.

Birisi puta taparak inkar eder birisi güneşe taparak inkar eder, birisi İsa (as)’a taparak inkar eder, birisi melekler Allah’ın kızlarıdır diyerek Allah’ın münezzeh sıfatlarını inkar ederek küfre girer, birisi madde ezelidir Allah yoktur diyerek inkar eder vesaire küfür ve inkarın çeşitleri çoktur ama hepsinin ortak noktası inkar ve küfürdür ve hepsinin kafir olmalarıdır.

Bu kafirlerin inandıkları şeylerin hepsi batıl ve geçersizdir aslı astarı yoktur tek gerçek ve hakikat İslam dinidir ve onun bildirdiği şeylerdir.

Yukarıda geçen, "Öyle gördüğü ve itikad ettiği; ve inandığı gibi hareket etmediği için, öyle muâmele görecek" cümlesi ile " Öyle bildiği için, cezası olarak aynını görecek" cümlesinden de anlaşıldığı gibi, idam-ı ebedî ve haps-i ebedî, hakikatte olduğu için değil, onlar öyle itikat ettikleri için, Allah, onlara o zanlarına göre muamele etmiş olacak. Zira bir hadis-i kudside "Ben kulumun zannı üzereyim" buyrulmaktadır.

Kâfir, ebediyyen yok olacağına inanıyor, o itikadının gereği olarak daha dünyada iken ebedî yokluğun ızdırabınıi cezasını ve acısını daha dünyada iken, ruhunda ve vicdanında yaşıyor ve yaşayacak demektir.

İman eden fakat imanın gereği gibi yaşamayan, farzları yapmayan, büyük günahları serbestçe işleyen gafil ve günahkârlar, kabre iman ile göçmüşlerse, günahları sevaplarından fazla olduğu için cehenneme giren bir insan, cezasını çektikten sonra yine cennete gidecek ve o saadet menzilinde dostlarıyla beraber olabilecektir. Günahkâr müminler her ne kadar kabirde ve cehennemde azap görecek olsalar da, kabre imanla göçmeleri şartıyla, kâfirler gibi ebedî cehennemde kalmayacaklar.

Haps-i münferid; tek kişilik ceza yeri, yani hücre hapsi demektir; insanın kabir zindanında tek başına azap çekmesi mânâsındadır. Allah, inandığı halde, inandığı gibi yaşamayanlara bu cezayı takdir etmiştir.

İnsan inandığına göre değil gerçeklere göre yargılanacak ve onunla karşılaşacak ben böyle inanıyorum öyleyse ölümden sonra inandığıma göre yaşarım demek çok yanlış bir bakış açısıdır. Ahiret hayatı Allah’ın bildirdiği gibidir insanların zan ve inancı gibi değildir. İnsanlar kendi hevalarına değil Allah’ın bildirdiğine iman etmek zorundalar.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yükleniyor...