"Kâinatı bir faaliyet-i daime ile tağyir ve tebdil eden zâtın, elbette kendisinin de mütegayyir ve mütehavvil olması lâzım gelir." soru ve cevabını izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Mühim bir suale kat'î bir cevap: Ehl-i dalâletten bir kısmı diyorlar ki: 'Kâinatı bir faaliyet-i daime ile tağyir ve tebdil eden zâtın, elbette kendisinin de mütegayyir ve mütehavvil olması lâzım gelir.' "(1)
"Kâinattaki sürekli değişim ve dönüşüm, kâinatın sahibi olan Allah’ın da -hâşâ- değişime maruz kalacağına delil olmaz mı?" diye kalblere şüphe ve vesvese atan ehl-i küfre karşı Üstad Hazretleri Allah’ın değişmekten mukaddes ve münezzeh olduğunu şöyle izah ediyor:
"Elcevap: Hâşâ, yüz bin defa hâşâ! Yerdeki aynaların tagayyürü, gökteki güneşin tagayyürünü değil, bilâkis, cilvelerinin tazelendiğini gösterir. Hem ezelî, ebedî, sermedî, her cihetçe kemâl-i mutlakta ve istiğnâ-yı mutlakta, maddeden mücerred, mekândan, kayıttan, imkândan münezzeh, müberrâ, muallâ olan bir Zât-ı Akdesin tagayyürü ve tebeddülü muhaldir. Kâinatın tagayyürü Onun tagayyürüne değil, belki adem-i tagayyürüne ve gayr-ı mütehavvil olduğuna delildir. Çünkü müteaddit şeyleri intizamla daimî tağyir ve tahrik eden bir zat, mütegayyir olmamak ve hareket etmemek lâzım gelir. Meselâ, sen çok iplerle bağlı çok gülleleri topları çevirdiğin ve daimî intizamla tahrik edip vaziyetler verdiğin vakit, senin, yerinde durup tagayyür ve hareket etmemekliğin gerektir. Yoksa o intizamı bozacaksın. Meşhurdur ki, intizamla tahrik eden hareket etmemek ve devamla tağyir eden mütegayyir olmamak gerektir, tâ ki o iş intizamla devam etsin."(2)
Yerdeki aynaların halden hale geçmesi, aynada tecelli eden güneşin sabit kalıp, sadece cilve noktasından tazelendiğine işaret ediyor. Buradaki cilveden maksat, sanatkârın sanat üstündeki tasarruf ve maharetine dikkatleri çekmek için sanatını yapıp tekrar bozmasından ibarettir. Yani bir cihetle sanatkâr, sanatını yazar-bozar tahtasına çeviriyor ki, bütün isim ve sıfatları orada kendini izhar ve ilan etsin. Şayet bu tağyir ve tebdil faaliyeti olmasa, dikkat ülfete dönüşecek, kimse o harika eserler üstünde parlayan isim ve sıfatları okuyamayacaktı. Değişmek ve dönüşmek fiilleri mutlak mükemmellik ile bağdaşmaz ki, -hâşâ- Allah’ta değişebilir denilebilsin. Allah’ın zatı gibi bütün isim ve sıfatları da mutlak kemaldedir. Allah, maddeden, değişmekten, tesir altında kalmaktan, acizlikten, yardımcıya muhtaç olmaktan, bilmemekten, gücü yetmemekten, dilediğini icra edememekten ve her türlü ayıptan çok yüksek, çok uzak olduğu gibi, kendisi hakkında beşer aklının ve hayalinin mahsulü olarak ortaya atılan her türlü sıfattan, benzetmeden de münezzeh ve mukaddestir.
Değişme, tebdil ve tegayyür, hadis olan yani sonradan yaratılan fani, aciz, zayıf ve kusurlu varlıklara münhasırdır. Değişmenin temelinde daha mükemmele gitmek vardır. Kâinatın içindeki değişim ve dönüşümler ise Allah’ın isimlerinin tecellilerinden ibarettir.
Dipnotlar:
(1) bk. Lem'alar, Otuzuncu Lem'a, Altıncı Nükte.
(2) bk. age.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
"Mesela, sen çok iplerle bağlı çok gülleleri ve topları çevirdiğin ve daimî intizamla tahrik edip vaziyetler verdiğin vakit, senin yerinde durup tagayyür ve hareket etmemekliğin gerektir. Yoksa o intizamı bozacaksın..." Bu misal, ve Kayyumiyetle ilişkisini izah eder misiniz?
Bir adam eline on tane ucunda top olan ip alsa ve hızlıca çevirse ipler düzenli bir şekilde döner. Ama adam kendide dönmeye başlarsa iplerin o intizamlı dönmesi mümkün olmaz. İplerin düzenli bir şekilde dönebilmesi adamın yerinde sabit durmasına bağlıdır. Adamın aynı anda hem ipi çevirmesi hem de kendinin dönmesi mümkün değildir.
Bu örnek bire bir Allah’ın kayyumiyet ve mutlak kemalde olmasını izah etmez ama bize bir fikir ve ipucu verebilir.
Örnekte ki iplerin düzenli bir şekilde dönmesi kainatın muntazam ve mükemmel bir hareket ve nizam üzere olduğuna işaret ederken adamın sabit yerinde durması da Allah’ın mutlak kemalde olmasına değişmekten ve dönüşmekten münezzeh ve mukaddes olmasına kinayedir.
Şayet Allah’ta haşa kainat ve madde gibi değişime ve dönüşüme müsait olsa idi ezeli ve ebedi bir varlık olamaz mümkün olan varlıkları yoktan var edemez daimi ve sabit sıfatlara sahip olamazdı. Daimi ve sabit sıfatlara sahip olamadığı zamanda kainatı ve kainatta cari olan düzeni sağlayamazdı. Kısaca o da kainatın bir parçası olur harici bir etki ve güce sahip olamazdı.
Mesela Allah bir dönem sınırsız kudrete sahip iken kainatı çekip çevirmesi ona çok kolaydı ama bir zaman sonra o kudret gitti yerine sınırlı bir kudret geldi bundan sonra aynı kainatı çekip çevirmesi mümkün olmaz. Allah’ın kainatı sürekli çekip çevirebilmesi ancak kudretinin sabit ve daimi olmasına bağlıdır. Yani misal deki adamın sabit durması misillü.
Tegayyür edenin, ne için mutlaka sonu olsun?
Tagayyür; gayrına dönüşmek, kendi mahiyetinden başka bir mahiyete girmek, halden hâle geçmek, değişmek ve bozulmak gibi manalara geliyor. Yanan odunun ısı haline gelmesi bir tagayyürdür.
Tegayyür hareketten doğar. Hareketin ise başlangıç ve sonu vardır. Dolayısı ile hareketin olması bir başlangıcı ve sonu mecburi kılıyor. Sonu olmayan bir şeyin başlangıcı da olmaz.
Allah Vacibü’l-vücuddur, yani varlığı zâtından olup ezelî ve ebedîdir, olmaması muhaldir. Bütün değişimler ancak mümkin varlıklar, yani mahlûkat için geçerlidir. Varlığı vacib olanın yok olması muhaldir. Mümkin ise varlığı da yokluğu da kabul edebilen demektir ve mümkin varlıklar değişime uğrar, ölümü tadar ve yok olurlar.