"Kalb hangi bir şeye el atarsa, bütün kuvvetiyle, şiddetiyle o şeye bağlanır. Büyük bir ihtimam ile eline alır, kucaklar. Ve ebedî bir devamla onunla beraber kalmak istiyor..." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"İ’lem Eyyühe’l-Azîz! Kalbin umûr-u dünyeviye ile kasden iştigal etmek için yaratılmış olmadığı şöylece izah edilebilir:"
"Görüyoruz ki; kalb hangi bir şeye el atarsa, bütün kuvvetiyle, şiddetiyle o şeye bağlanır. Büyük bir ihtimam ile eline alır, kucaklar. Ve ebedî bir devamla onunla beraber kalmak istiyor. Ve onun hakkında tam manasıyla fena olur. Ve en büyük ve en devamlı şeylerin peşindedir, talebindedir. Halbuki umûr-u dünyeviyeden herhangi bir emir olursa, kalbin istek ve âmâline nazaran bir kıl kadardır. Demek kalb, ebedü’l-âbâda müteveccih açılmış bir penceredir. Bu fâni dünyaya razı değildir."(1)
Kasden İştigal: Bir işi meslek edinen ve ağırlıklı mesaisini ona sarf eden kişi, o işle kasden iştigal ediyor demektir. Aynı kişinin, ikinci derecede ve zevk için yahut bir san’at tutkusuyla yaptığı işler de olabilir. Meselâ, mesleği ticaret olan bir kişi aynı zamanda hattatlığa da meraklı olabilir ve belli zamanlarını o işe ayırabilir. Bu şahsa mesleği sorulduğunda ticaretle iştigal ettiğini söyler, hattatlığa olan merakını nazara vermez.
Anadolu’daki bir insanın İstanbul’a gitmesi, esas olarak iki maksatla olur. Birisi bizzât İstanbul’u görmek, dolaşmak, tarihî eserlerini ziyaret etmek ve tabiî güzelliklerini seyretmek... Bu adamın İstanbul seyahati kasden İstanbul içindir. Bir başkası da ticaret için yahut yüksek tahsil yapmak için İstanbul’a gitmişse, bu ikinci adamın İstanbul seyahatinde asıl maksat İstanbul’u görmek değildir. Onun İstanbul’a gitmesi tebeîdir, ikinci derecededir.
İşte ruhlar âleminden bu dünyaya gelen, buradan da ebediyet yurduna göçecek olan insanın dünyaya gelişindeki asıl maksat Rabbini tanımak, rızasına ermek ve cennetine kavuşmaktır. Ama gelmişken bu dünyanın meşru lezzetlerinden de faydalanır, makam ve servetlerinden de istifade eder. Ancak böyle bir insan, İstanbul’a ticaret yahut eğitim için gelen kişi gibidir, kalbini İstanbul’a kaptırmaz. Asıl maksadını unutmaz ve ona göre bir ömür geçirir.
Kalb, bu dünya ile kasden iştigal etmesi halinde, “…onun hakkında tam manasıyla fena olur.” Bu ifadedeki “fena” kelimesi, o işte fâni olmak, sadece onu düşünmek, hayatının temel gayesini o hedefe ulaşma şeklinde tespit etmek demektir. Bu ifadenin hemen öncesinde geçen “bütün kuvvetiyle, şiddetiyle o şeye bağlanır. Büyük bir ihtimam ile eline alır, kucaklar. …” ifadeleri de bu mananın açıklanması mahiyetindedir.
Kalbin yaratılışında ancak Allah’ı anmakla tatmin olmak vardır.
Bu kalb, ebediyet yurduna yönelmiştir, İbrahim aleyhisselam gibi, o da “Ben fena bulanları, (sönüp gidenleri, ölümle kaybolanları) sevmem” demektedir.
Böyle bir kalb bu dünya hayatına kasten teveccüh etmez ve bu fâni dünya hayatı da onu tatmin etmez.
“Demek kalb, ebedü’l-âbâda müteveccih açılmış bir penceredir” cümlesinde geçen “müteveccih” kelimesi, kalbin ebediyete baktığını ve ona yöneldiğini ders verir ve onun “umûr-u dünyeviye ile kasten iştigal etmek için yaratılmış olmadığı”nın bir başka ifadesidir.
(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Habbe.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
O zaman umur u dünyeviyeyi emir ittihaz etmek, umur u dünyeviyeyle kasten iştigal etmektir desek, doğru söylemiş olur muyuz?
"Ve onun hakkında tam manasıyla fena olur..." Burayı ve sonrasını biraz daha açar mısınız?
Bir şey hakkında fena olmak bütün dikkat ve enerjisini ona vermek onunla meşgul olmak onunla yatıp onunla kalkmak anlamına gelmektedir.
İnsanın dünya işlerinde fena olması dünyevi işlere kendini kaptırması hep onu düşünüp onunla meşgul olması ve bütün dikkat ve enerjisini dünyanın gelip geçici değersiz işlerine vermesi anlamındadır.
Mesela mal mülk kazanıp zekat ve sadaka vermemesi ve hacca gitmemesi işe güce dalıp namazı aksatması, hatta daha da ileri gidip dünya sevgi ve hırsı yüzünden faiz, kumar, hırsızlık, rüşvet vesaire haram yollara tevessül etmesi hep dünyada fena olmanın tezahürleridir.
Oysa dünya hayatı ve dünyevi işler insanın kalp, ruh ve vicdan gibi yüzü ahirete bakan ve ahiret hayatı ile tatmin olabilen duyguları tatmin etmiyor onları işba (beslemiyor) etmiyor. İnsanın kalbi kainat kadar geniş iken dünya hayatı bu kalbin bu genişliği ve talepleri karşısında kıl tüy gibi kalıyor.