Lâm'ın, fî ve ilâ manasına gelmesinde farklı tabakalardaki insanların istifadelerini biraz daha açıklar mısınız?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Mesela, وَالشَّمْسُ تَجْرِى لِمُسْتَقَرٍّ لَهَا daki lâm, hem kendi manasını, hem manasını, hem ilâ manasını ifade eder. İşte, لِمُسْتَقَرٍّ in lâm’ı, avâm o lâm’ı ilâ manasında görüp fehmeder ki, size nisbeten ışık verici, ısındırıcı, müteharrik bir lamba olan Güneş, elbette bir gün seyri bitecek, mahall-i kararına yetişecek, size faidesi dokunmayacak bir suret alacaktır, anlar. O da Hâlık-ı Zülcelâlin Güneş'e bağladığı büyük nimetleri düşünerek, 'Sübhânallah, Elhamdü lillâh' der."

"Ve âlime dahi, o lâm’ı ilâ manasında gösterir. Fakat Güneşi yalnız bir lamba değil, belki bahar ve yaz destgâhında dokunan mensucat-ı Rabbâniyenin bir mekiği, gece gündüz sahifelerinde yazılan mektubat-ı Samedâniyenin mürekkebi, nur bir hokkası suretinde tasavvur ederek, Güneş'in cereyan-ı surîsi, alâmet olduğu ve işaret ettiği intizâmât-ı âlemi düşündürerek Sâni-i Hakîm'in sanatına 'Maşallah' ve hikmetine 'Bârekâllah' diyerek secdeye kapanır." (Sözler, Yirmi Beşinci Söz Birinci Şule)

Burada Arapça alfabesinde geçen " لِ lam" harfinin cümle içerisinde alabileceği manaların üzerinde durulmaktadır. Mesela " lam, İla " anlamında kullanılırsa veya anlaşılırsa, cümleye "e doğru" anlamı katar. Yani " وَالشَّمْسُ تَجْرِى لِمُسْتَقَرٍّ لَهَ " “Güneş de kendisine tayin edilmiş bir yere doğru akıp gider.” analmını yükler. Şayet "Lam, Fi" anlamında anlaşılırsa o zaman cümleye "içinde" anlamı verir. O zaman takdir-i kelam şöyle olur: "Güneş, kendi merkezinde ve mihveri üzerinde zemberekvâri bir cereyanla manzumesini emr-i İlâhî ile tanzim edip tahrik eder."

Ayetin en anlaşılır ve zahir manası; Güneş'in zahirî faydalarıdır. Bunların en mühimi ve en barizi; güneşin ışık ve ısı vermesidir ki, avam tabaka bu manayı anlar.

İkinci bir üst tabaka ki; bu tabakaya göre Güneş sadece ısı ve ışık saçan bir kütle değil, aynı zamanda Allah'ın dünya meydanında, nakışlarını gösterdiği sanatlarının teşekkülünde ehemmiyetli bir çark ve mekiktir. Dünyayı kusursuz bir kitap görürsek, Güneş bu kitabın nurlu bir hokkasıdır. Evet, dünya üzerinde teşhir edilen sayısız sanat ve nimetler, Güneş'in dönmesi ve hareketi ile teşekkül ediyor ve aydınlanıyor.

"Ve kozmoğrafyacı bir feylesofa, lâm’ı fî manasında şöyle ifham eder ki: Güneş, kendi merkezinde ve mihveri üzerinde zemberekvâri bir cereyanla manzumesini emr-i İlâhî ile tanzim edip tahrik eder. Şöyle bir saat-i kübrâyı halk edip tanzim eden Sâni-i Zülcelâline karşı kemâl-i hayret ve istihsanla 'El-azametü lillâh ve’l-kudretü lillâh' der, felsefeyi atar, hikmet-i Kur’âniyeye girer."

"Ve dikkatli bir hakîme, şu lâm’ı, hem illet manasında, hem zarfiyet manasında tutturup şöyle ifham eder ki: Sâni-i Hakîm, işlerine esbab-ı zahiriyeyi perde ettiğinden, cazibe-i umumiye namında bir kanun-u İlahisiyle, sapan taşları gibi, seyyareleri Güneş'le bağlamış ve o cazibeyle muhtelif, fakat muntazam hareketle o seyyareleri daire-i hikmetinde döndürüyor ve o cazibeyi tevlit için, Güneş'in kendi merkezinde hareketini zahirî bir sebep etmiş. Demek, لِمُسْتَقَرٍّ manası, فِى مُسْتَقَرٍّ لَهَا ِلاِسْتِقْرَارِ مَنْظُومَتِهَا yani, kendi müstekarrı içinde manzumesinin istikrarı ve nizamı için hareket ediyor. Çünkü hareket harareti, hararet kuvveti, kuvvet cazibeyi zahiren tevlit eder gibi bir âdet-i İlahiye, bir kanun-u Rabbânîdir. İşte, şu hakîm, böyle bir hikmeti Kur’ân’ın bir harfinden fehmettiği zaman, 'Elhamdü lillâh, Kur’ân’dadır hak, hikmet; felsefeyi beş paraya saymam.' der." (Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Birinci Şule)

Astronomi âlimleri bu ayetten, Güneşi hem kendi merkezinde, hem de bir yörünge üstünde nizam ve intizam ile hareket eden büyük bir yıldız olarak görür. Böyle büyük bir yıldızın, sistem içinde dönmesi ve itaatli olması, onu döndüren ve sevk eden Allah’ın azamet ve haşmetini akla gösteriyor.

Hikmet sahibi bir fizikçi, bu ayetten şöyle bir mana anlıyor:

Allah kâinatta sebepler eli ile iş gördüğü için, her netice ve sistemi bir sebeple tedbir ediyor. Güneş'in hem kendi etrafında hem de çevresindeki yıldız ve gezegenleri çekip çevirmesi bir kanun ile bağlanmış, bu kanun da çekme ve itme kanunudur. Bu kanunun ortaya çıkması da Güneş'in kendi etrafında ve belli bir yörünge etrafında hızla dönmesi ile mümkündür. Bu kanunları açığa çıkarmak için, Allah Güneşi hareket ettiriyor. Hareketten hararet, hararetten kuvvet, kuvvetten de çekim kuvveti teşekkül ediyor. Ve bu kuvvetle Güneş sistemi ayakta duruyor. İşte her bir sebep arkasında, Allah’ın o sonsuz ve güzel isimleri güneş gibi parlıyor. Demek fizik nazarı, ilahi isimlerin daha net ve şaşaalı olarak okunmasına hizmet etmiş oluyor.

"Ve şairâne bir fikir ve kalb sahibine, şu lâm’dan ve istikrardan şöyle bir mana fehmine gelir ki: Güneş nuranî bir ağaçtır, seyyareler onun müteharrik meyveleri. Ağaçların hilâfına olarak, Güneş silkinir, ta o meyveler düşmesin. Eğer silkinmezse düşüp dağılacaklar. Hem tahayyül edebilir ki, şems meczup bir serzâkirdir. Halka-i zikrin merkezinde cezbeli bir zikreder ve ettirir. Bir risalede şu manaya dair şöyle demiştim..." (bk. age.)

Bir şair ve edebiyatçının bu ayetten anladığı nükte şudur:

Güneş nurlu bir ağaç, gezegenler ise bu ağacın hareketli meyveleridir. Ağacın aksine Güneş silkinir ki, ta o gezegenler sistemden çıkıp dağılmasınlar. Yani Güneş hareketinden dursa, meyveleri hükmünde olan gezegenler fezaya dağılacaklardır.

Hem hayal dünyası geniş olan bir şaire göre; Güneş zikir halkasının meczup bir başıdır. Zikir halkasının ortasında durarak zikir tanelerini tanzim ve tedbir ediyor. Güneş merkezde gezegenleri de onun etrafında dönerek zikir ve tesbihte bulunuyorlar.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...