"Mânâ-yı hakikînin bir sikkesi olmak gerektir. O sikkeyi teşhis eden, makasıd-ı şeriatın muvazenesinden hâsıl olan hüsn-ü mücerreddir." İzah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Mânâ-yı hakikînin bir sikkesi olmak gerektir. O sikkeyi teşhis eden, makasıd-ı şeriatın muvazenesinden hâsıl olan hüsn-ü mücerreddir. Mecazın cevazı ise, belâgatın şeraiti tahtında olmak gerektir. Yoksa, mecazı hakikat ve hakikati mecaz suretiyle görmek, göstermek, cehlin istibdadına kuvvet vermektir."(1)

Her hakiki mananın bir sikkesi ve mührü olması gerekir. Bu mühürü teşhis eden ve ettiren şey ise, bu mananın arkasında mevcut olan sünnet, şeriat ve Kur'anın muvazenesinden hasıl olan asıl ve safi manadır. Yani o mananın sikkesi, o kullanılan cümlenin asıl manasıdır ve aslında söylenen cümleden asıl maksad da budur. Dolayısıyla kullanılan ifade bazen mecaz olabilir. Böyle bir durumda ifrat ve tefritten azade olmak için, işin ehli olanlar oradaki manayı Kur'anın asıl maksatları muvacehesinde yorumunu yapıp, manayı incitmemelidir. Böylece bu mecazi mananın arkasında ne kadar büyük hakikatler olduğu beliğ bir üslupla ortaya konabilir.

Yoksa, mecazı hakikat ve hakikati mecaz suretiyle görmek, göstermek, cehlin istibdadına kuvvet vermektir." ifadesinde geçtiği gibi, belagat ve ilmin güzel değerlendirmeleri değil, cehlin istibdadı ağır basıp, ilgili manayı rencide edebilir, belki de bozabilir.

İşte bu Beşinci Mukaddemenin başında Üstadımızın söylediği ve izahını yaptığı cümlenin ne kadar hikmetli olduğu ortaya çıkmış olmaktadır: "Mecaz, ilmin elinden cehlin eline düşse, hakikate inkılâp eder, hurâfata kapı açar."

Evet, tahkik ehli olmanın ölçüsü özetle şudur:

"Muhakkikin şe’ni, gavvas olmak, zamanın tesiratından tecerrüd etmek, mazinin a’mâkına girmek, mantığın terazisiyle tartmak, herşeyin menbaını bulmaktır."(2)

Bu ifadeye göre muhakkik, dalgıç gibi derinlere dalabilecek ilmi altyapıya sahip olmalı, zamanın ve insanların konuştuğu ve sahip olduğu yanlış bilgi ve fikirlerden sıyrılmayı bilmeli, mazideki doğru bilgi ve belgelere (ayet, hadis, müçtehit ve muhakkiklerin bilgileri) göre yorum yapabilmeli, her şeyin menbaını da bu gibi kudsi kaynaklara göre değerlendirebilmelidir.

Evet, ehli zahir olan ve hayalini kainata mühendis tayin eden hurafeciler takımının bakış açısında, kainatta Allah’ın varlığına ve birliğine işaret eden nihayetsiz delil ve ispatlar lüzumsuz ve israf gibidir. Zira bu takım, akıl ve kalplerini hayal ve hikaye ile bozdukları için, kainattaki mücerret olan delillerden zevk alamazlar, onların nazarında bu sayısız delil ve burhanlar fuzuli gibi durur.

Akıl ve kalbi hikaye ve hurafede bozulmuş ve boğulmuş bir adam için, sanat ve delil bir şey ifade etmez, hatta onun nazarına göre; Allah, kainatta -haşa- ispat ve sanatta israfa kaçmış, gereksiz bir teşhir ve ilanda bulunuyor gibi durur.

Bu zahirperest insanların nazarı sürekli olarak kainattaki ince ve hassas dengeleri hurafeye yatkın hayalleri ile bozarlar. Mesela, kulağın yüz içindeki tabi ve güzel boyutlarını beğenmez, bozuk hayali ile yerine on metre uzunluğunda bir kulak hayal eder ve oradaki denge ve ahengi ifsat eder. Aynı zamanda oradaki müthiş orantı sanatının üstünü mizansız hayali ile örter. Hatta hissi olarak Allah’ı, -haşa- zevksiz ve cimri olarak nitelendirir. Halbuki her azanın boyutu genel vücut dengesi içinde mükemmel bir tasarımdır. Ama cahil zahirperest, bunu bozuk ve hurafeci hayali ile okuyamaz. Yani oradaki soyut güzelliği idrak edemez.

Aynı mana Kur'an ve hadis için de geçerlidir. Kur'an’ın zikretmiş olduğu kıssaları hisse için değil de hikaye olarak algılayan zahirperestler nazarında Kur'an haddinden fazla mücerret ve latiftir. Bu yüzden cahil ve hikayeciler, Kur'an ve sünnette derin ve keskin manaların anlaşılması için getirilen temsillerin mesajına değil, kabuk hükmünde olan temsile dikkat kesilir. Ölçüyü hikaye olarak alınca, Kur'an’ı da hikaye kıstasları ile değerlendiriyor, böyle olunca Kur'an’ı hikaye yönünden fakir görüyor, delil ve ispat yönünden ise müsrif olarak görüyor.

Özet olarak; hayal ve hikayeye meftun olan nazar ve ölçüye göre Allah’ın sanatında ispat, israf derecesindedir. Nazarında hikmet ve istikamet olan birisine göre ise; sanattaki ispat harika ve mükemmel bir denge ve ahenk içindedir. Şeriatın güzelliği, denge ve ölçüsündendir. Yoksa ziyade ve abartılı bir üslupta değildir. Hüsn-ü mücerred Kur’an’ın eşsiz üslup dengesinden hasıl olan beyan güzelliğidir.

Dipnotlar:

(1) bk. Muhakemat, Birinci Makale.
(2) bk. age.

İlgili ders videosu için tıklayınız:
Prof. Dr. Şadi Eren, Muhakemat Dersleri (6.Bölüm)

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...