"Mesela, endişe-i istikbal hissi herkeste var. Şiddetli bir surette endişe ettiği vakit bakar ki, o endişe ettiği istikbale yetişmek için elinde senet yok..." Bu kısmı açar mısınız?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

İnsan fıtraten geleceğinden endişe duyar. Ama insan bu endişe duygusunu ekseriyetle dünyevi gelecek için kullanıyor. "Bu dünya hayatında beni nasıl bir gelecek bekliyor?" endişesi insanlarda daha hâkim bir duruma gelmiş. Oysa dünya hayatında ne kadar kalacağımız hakkında bilgimiz olmadığı gibi, ne zaman öleceğimiz hakkında da bilgimiz yoktur.

Halbuki Allah, "Dünya hayatınıza ben kefilim, dolayısı ile bu hayat hakkında endişe ve kaygı duymanıza gerek yok." diyor. Rızkınıza ben kefilim diyen ayetlerden ikisi şu şekilde geçmektedir:

“Nice canlılar vardır ki, rızıklarını kendileri temin edemezler de Allah onları da sizi de rızıklandırır. O hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir." (Ankebut, 29/60)

“Yeryüzünde yürüyen hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın.” (Hud, 11/6)

Öyle ise bizim asıl endişemiz fâni dünya değil, ebedî hayat olmalıdır.

İnsana bu şiddetli istikbal endişesi ahiret için verilmiştir. İnsanın en büyük endişesi bu dünyadan iman ile göçüp göçmeme ve ebedî saadete mazhar olup olmama hususunda olmalıdır. Çünkü hiç kimsenin kabre iman ile girmesi ve ebedî cennete girmesi garanti değildir. Onu kaybederse her şeyi kaybeder, onu kazanırsa her şeyi kazanır.

Her insanın kendine göre endişeleri vardır. Bir çiftçi iyi bir mahsul alıp alamayacağından, talebe güzel bir okul kazanıp kazanamayacağından, esnaf işlerinin iyi gidip gitmeyeceğinden endişe duyar. Her ana ve baba evlatlarının istikbali için azami fedakârlık yapar, geleceklerinden endişe duyar.

Ahirete nisbeten bir zindan hükmünde olan bu fâni dünya için duyduğumuz endişenin binde birini ebedî hayatımız için de duyuyor ve akıbetimizden korkuyor muyuz acaba? Dünya işleri için gösterdiğimiz hassasiyeti, ebedî hayatımız için de gösteriyor muyuz? Dünya için taşıdığımız endişenin yüzde birini ukba için de taşıyor muyuz? Evlatlarımızın dünyaları için taşıdığımız endişeyi onların ebedî hayatları için de taşıyor muyuz? İmtihanı kazanmadıklarına üzüldüğümüz kadar namaz kılmadıkları için de üzülüyor muyuz?

Önümüzde çok çetin, engebeli ve korkunç menziller var. Bunları selametle aşabilecek miyim? Emaneti hakiki sahibine iman ile teslim edebilecek miyim? Kabirde sual meleklerinin suallerine cevap verebilecek miyim? Amel defterimi sağ tarafımdan alabilecek miyim? Kabir azabının dehşetinden halas olabilecek miyim? Mizanda sevaplarım mı ağır gelecek yoksa günahlarım mı? Cehennem üzerine konulmuş, “Kıldan ince ve kılıçtan keskin” olan sırattan selametle geçip, Rabbimin rızasına mazhar olabilecek miyim?

İnsan önündeki bu çetin menzilleri düşünüp akibetinden korkmalı, iman ile ölüp ölmeme tehlikesinden endişe edip titremelidir. Zira “Beşerin en mühim meselesi, cehennemden kurtulmaktır.” Her insan için en mühim iş; dünyadan iman ile göçmek, Rabbinin rızasını kazanmak ve ebedî saadete mazhar olmaktır.

Sahabe efendilerimiz, hatta cennetle müjdelenen aşere-i mübeşşere dahi akibetlerinden endişe edip, Allah’a sığınmış ve niyazda bulunmuşlardır.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...