"Nefs-i emmârenin en müthiş dalâleti, Cenâb-ı Hakkı tanımamaktadır." deniyor. Bu durum nefs-i emmârenin orjinal hali mi, yoksa bozulduğundan mı bu hale geliyor?
Değerli Kardeşimiz;
İnsan bu dünyaya imtihan olmak üzere gönderildiğinden, onun fıtratına kötülüğü emreden bir nefis ve iyiliği ilham eden bir kalb ve vicdan birlikte konulmuştur. Yine insana iyiyi ve kötüyü tercih etmeye yetkili bir irade sıfatı da verilmiştir.
Nefis, şeytan, kötü arkadaşlar, zararlı fikirler insanı cehennem yoluna sokarken, semavi kitaplar, peygamberler ve onların varisi olan büyük alimler ve mürşitler de ona cennetin yolunu gösterirler.
Resul-i Ekrem Efendimiz (a.s.m) şöyle buyurur:
“Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne babası onu Hristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.”(1)
Bu hadîs-i şerifte, İslâm fıtratı üzere doğan yavruları batıl inançların, menfi ideolojilerin yahut sefahet mihraklarının eline düşmekten koruma konusunda, anne babaya düşen büyük vazife ve mesuliyetleri ihtar edilmektedir.
Her insan yaratılış itibariyle lekesiz, tertemiz, iman ve İslâm'a en müsait bir mahiyettedir.
İnsan tam tekemmül etmiş de dünyaya öyle gelmiş değildir, ama doğruyu bulacak, hayır ve şerri birbirinden ayıracak istidat ve kabiliyet ruhunda dercedilmiştir.
Bu ölçüler ışığında meseleye baktığımız zaman, nefsin dalâletini sadece fıtrî ahvaline vermek uygun olmadığı gibi, tamamen dış tesirlere vermek de mümkün değildir.
Küfür ve inkâr yoluna giren insan, kâinat çapındaki delillere gözlerini yummuş, kulaklarını tıkamış, vicdanını söndürmüş ve temiz olan fıtratının üzerine Allah'ın (cc.) sevmediği kara lekeler sürmüş olur. Buna karşılık, insan iman ve salih amelle fıtratını muhafaza eder ve safvetini korur.
Dış sebeplere binaen fıtratı köreltilen bir insan, ikinci bir fıtrat kazanmış, temiz ve selim yaratılışını kirletmiş olur. Fıtrat çekirdeği küfür toprağının karanlıklarında gömülü ve örtülü kalıp, bir ağaç olmak için gerekli ısı, ışık ve yağmuru alamaz duruma düşer.
Nefs-i emarenin daima kötüyü emretmesine karşılık vicdan daima doğrudan, güzelden yana olur. Bunun misalleri çoktur. Birkaç misal vermekle yetinelim:
Kendini beğenmiş, gururlu kimseleri kimse sevmez. Mütevazı, hayırsever insanlar ise toplumun sevgisini kazanırlar.
Zalimlere düşman olmak, mazlumlara acımak da vicdanın bir emridir.
Hiçbir insanın gıybet edilmekten hoşlanmaması, insan yaratılışının ve fıtratının gıybeti reddetmesi demektir.
Yalan söylemenin zorluğu, doğru söylemenin ise rahatlığı, yalanın yasak, doğrunun sevap olduğuna fıtratın şehadetidir.
Misaller çoğaltılabilir.
Demek ki, insanın yaratılışı güzel ahlâk üzeredir. Ancak, insan tabiatına yerleştirilmiş bulunan bütün bu özelliklerin mecralarını bularak tekâmül etmeleri gerekiyor. Bu tekâmülün esasları, İlâhî kitaplarda konulmuş ve peygamberlerce (as.) insanlık âlemine tebliğ edilmiştir.
“Ben ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.”(2)
hâdis-i şerifinin bir mânâsı da bu olsa gerek.
Dipnotlar:
(1) bk. Buhârî, Cenâiz 92; Ebû Dâvut, Sünne 17; Tirmizî, Kader 5.
(2) bk. Muvatta, Husnü'l-Halk, 8.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü