"Saltanat-ı Rububiyet" ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
“Bütün âlemlerin yegâne terbiye edicisi olma saltanatı.”
İlâhî hâkimiyetin sonsuz cihetlerinden birisi: Rububiyet
Her varlığın özünü, çekirdeğini yaratan ve onu bu ilk noktadan itibaren terbiye ederek kemâle erdiren Allah’ın bir ismi de Rabbü’l-Âlemîn.
Bütün âlemler onun terbiyesinden geçmişler. Nutfeyi adam, çekirdeği ağaç, yumurtayı tavuk yapan hep o İlâhî terbiye.
Canlı-cansız her varlık, vazifesinde son derece hassas. Güneşimizin doğuş ve batışındaki şaşırmaz nizam bunun en açık bir göstergesi değil mi? Bu nizam bir hâkimiyetten haber verir. İşte Nur Külliyatı’nda bu hâkimiyet, “rububiyet-i mutlaka derecesinde bir saltanat-ı sermediye” ifadesiyle dile getirilir.
İnsan bedeninde O’ndan başkasının terbiye ettiği bir duygu, bir organ, hatta bir hücre göstermek mümkün olmadığı gibi, kâinatta da Allah’ın terbiye etmediği bir yıldız, bir dağ, bir ağaç mevcut değil.
Her varlık kendi istidat ve kabiliyetinin inkişafı noktasında ayrı bir terbiyeden geçmiş.
Uyuyup uyanmaktan âciz olan insana, Cenâb-ı Hakk semadan arza, geceden gündüze kadar her şeyi hizmet ettiriyor. Ve her şeyi onun istifadesine en uygun biçimde terbiye ediyor.
İnsanı Allah terbiye etmiştir ve onun mutlak hâkimi de yine yalnız O’dur.
Fatiha sûresi, âlemleri terbiye eden Allah’a hamd ile başlar. Bu hamd ile insanoğlu, bütün âlemlerin onun için ve ona göre terbiye edildiğini büyük bir şükür ve hayranlıkla dile getirmiş olur.
Fatiha sûresinde Cenâb-ı Hak kendisini bizlere; “Rabb’ül-âlemin” yani “bütün âlemlerin Rabbi”olarak tanıtır. Sema âleminin de arz âleminin de Rabbi O... O, canlılar âleminin de Rabbi, cansızlar âleminin de... Ve nihayet, âhiret âleminin de Rabbi, dünya âleminin de. Demek oluyor ki, “Rabbü'l-âlemin” ismi Saltanat-ı Rububiyeti ifade etmektedir.
Ve insan Fatiha Sûresini okurken “Ancak sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz.” demekle, İlâhî terbiyenin kendisine yüklediği sorumluluğu en güzel şekilde dile getirmiş olur.
Saltanat-ı Rububiyet “Allah’ın, her şeyin yegâne terbiye edicisi olma saltanatı” manasına gelir.
Saltanat denilince, sadece hâkimiyet ve mâlikiyet anlaşılmamalıdır; başka nice saltanatlar da var. Ve bu İlâhî saltanatlardan birisi de “Saltanat-ı Rububiyet”tir. Bütün eşya O sultanın terbiyesinden geçmiştir.
Bir hat sergisini gezersiniz. Sergi, falan şahsındır; orada ne kadar hat varsa, hepsi onun kaleminden akmıştır. O sergide bir “hattatlık saltanatı” müşahede ederiz. Ama o saltanat o sergiye, onun açıldığı mekâna mahsus kalır. Başka mekânlarda ayrı sergiler ve değişik hattatlar bulunabilir. Ama bu kâinat öyle değil. Bu âlem tek bir fuar, bu dünya tek bir sergidir.
“Rububiyetin saltanatı, (nasılki) ubûdiyeti ve itaati ister...”(Dokuzuncu Söz)
Saltanat denilince, her emri harfiyyen yerine getirilen bir sultan hatıra gelir.
Rububiyet saltanatı Allah’a mahsustur. O’ndan başka Rab yoktur. Fatiha sûresinde, bütün hamdlerin ve senaların ancak Allah için olduğu beyan edildikten sonra, Allah’ın Rabbü’l-âlemîn olduğu ifade edilir. Yani, bütün âlemleri kim terbiye etmişse hamd de O’na mahsustur. Ve sûrenin devamında ders verildiği gibi, “ancak Ona ibâdet edilecek ve yalnız O’ndan yardım dilenecektir.”
Ubûdiyet, haşmetli rububiyete karşı ibâdet, duâ, hamd, tefekkür ve hayret ile mukabele etmektir. Bunlar ise bir kulun aslî görevidir.
Fatiha, Kur’ânın hülasası olduğu gibi, insan da kâinatın hülasasıdır. O halde bu hakikati kendi varlığımızda uygulamaya çalışalım:
Gözü görecek şekilde terbiye eden Allah’tır. Ruha görme sıfatını veren ve ruhla göz arasındaki akıl almaz ilgiyi kuran da O’dur. Bu rububiyete karşı kula düşen görev o gözü, yaratıcısının rızası dairesinde kullanmasıdır. Bu ise ubudiyettir.
Göz örneğini, bütün duyu organlarımıza, hatta ruhumuza takılı bütün his dünyamıza tatbik edebiliriz. Bütün bunları en güzel şekilde terbiye eden ve bir ömür boyu helal dairesinde kullanılmak üzere bize emanet olarak veren Rabbimizin bu rububiyetine karşı şükürle, ibadetle, itaatle mukabele etmemiz gerektiğini akıl ve vicdan birlikte tasdik ederler.
Allah, Rabbü’l-cenneti-ve’nnar’dır. Cenneti de o terbiye etmişti narı da. İşte o Rabbü’l-âlemînin rububiyetine karşı ubûdiyet görevini yerine getirenler ahirette büyük saâdetlere nail olacakları gibi, aksine hareket edenler de lâyık oldukları cezaya çarptırılacaklardır.
Rububiyet saltanatı Allah’a mahsus olduğu gibi, meselâ, rezzakiyet saltanatı da O’na muhsustur. Ondan başka Rezzak yoktur. Allah, kâinat fabrikasından hem rızıkları süzüp yaratıyor hem de rızıklananları… Sofrayı yaratan da O, misafirleri yaratan da…
Rububiyet ve Rezzakiyet gibi, Halıkıyet, Makiyet, Hâkimiyet, Müdebbiriyet, Musavviriyet saltanatları da O’na mahsustur.
Bu saltanatlar İlahi fiillerin her biri için de aynen geçerlidir.
İhya ve imate, yani hayatı verme ve alma fiilleri ayrı birer saltanattan haber verirler. Hayat veren de alan da ancak O’dur.
Tasvir, tezyin, tenvir de ayrı birer saltanatı ders verirler. O’ndan başka Musavvir ve Müzeyyin yoktur. Güneşin suretini takdir eden ve onu ziya ile süsleyen Allah olduğu gibi, çiçeğe o güzel sureti veren ve renklerle bezeten de O’dur. İnsanların kendi eserlerine suret vermeleri ve onları süslemeleri de bu ilahi isimlerin birer tecellisidir ve insan ruhuna yerleştirilen tasvir ve tezyin kabiliyetinin birer meyvesidirler.
Rab ismi bize rubbubiyet saltanatını hatırlattığı gibi, Hâlık ismi yaratma saltanatını, Rezzak ismi de rızık verme saltanatını hatırlatır.
Diğer fiilî isimleri de bu mânada düşündüğümüzde, şu varlık âleminde birbiri içinde nice saltanatların birlikte hükmettiklerini hayretle müşahede ederiz.
Semada bir rububiyet saltanatı hükmediyor. Bütün yıldızlar aynı zâtın terbiyesinden geçmişler. Semanın Rabbi o ülkenin bütün yıldızlarını söndürmeden yandırır, düşürmeden durdurur ve çarptırmadan döndürür.
Yer küremiz, güneş sisteminden tek bir gezegendir.
Ama onda o kadar çok ve o kadar ayrı terbiye fiilleri icra ediliyor ki, “Rabbü's-semavativel-ard” ismi, sanki arzdaki bu farklı terbiye fiillerinin yıldızlar kadar çok olduğunu bize ders verir. Bu arz küresinde, havasıyla suyuyla, bakırıyla altınıyla, şekeriyle tuzuyla, ovasıyla gölüyle ve nihayet bitkisi, hayvanı ve insanıyla her ne varsa, hepsi arzın Rabbinin terbiyesinden geçmişlerdir. Hepsinde o saltanatın hâkimiyeti okunur. Toprağı bakterilerle kaynaştırırken, denizlerde balıkları, kan nehirlerinde al ve akyuvarları oynaştırıyor.
Uçan kuştan bal yapan arıya, ipek ören böcekten süt imal eden koyuna, cemiyet hayatı süren karıncadan, ormanlara hükmeden aslanlara, parslara kadar her bir hayvan türü, Allah’ın Rab isminin ayrı bir tecellisini sergilemektedir.
Canlılar âlemini organlar seviyesinde düşündüğümüzde, çok geniş ve akıllara durgunluk veren bir başka tabloyla karşılaşır ve Rab isminin, bunların her birinde ayrı bir cilvesi olduğunu görürüz. Kalbin terbiyesi beynin terbiyesinden farklı, karaciğerle akciğerin terbiyeleri de ayrı ayrıdır.
Biz sadece görünen eşyadaki rububiyet saltanatından örnekler verdik. Göremediğimiz gayb âlemlerinde de birbirinden farklı nice varlıklar mevcuttur ve bunların hepsini terbiye eden ancak Rabb’ül-âlemin olan Allah’tır. Cebrail (as)’in terbiyesi Azrail (as)’inkinden farklı olduğu gibi, arşın terbiyesi de levh-i mahfuzun terbiyesinden başkadır.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar