"Sâniin ilminde plânları ve programları ve mânevî miktarları bulunan eşyayı, emr-i كُنْ فَيَكُونُ ile adem-i zahirîden vücud-u haricîye çıkarır." Burada “zahiri adem” deniliyor, ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
"Eşyanın icadı ya ademden olur, ya terkip suretinde sair anâsırdan ve mevcudattan toplanır. Eğer birtek zâta verilse, o vakit herhalde o zâtın herşeye muhit bir ilmi ve herşeye müstevli bir kudreti bulunacak. Ve bu surette, onun ilminde suretleri ve vücud-u ilmîleri bulunan eşyaya vücud-u haricî vermek ve zahir bir ademden çıkarmak ise, bir kibrit çakar gibi veya göze görünmeyen bir yazıyla yazılan bir hattı göze göstermek için gösterici bir maddeyi üstüne geçirmek ve sürmek gibi veya fotoğrafın âyinesindeki sureti kâğıt üstüne nakleden kolay ameliyat gibi gayet kolay bir sûrette, Sâniin ilminde plânları ve programları ve mânevî miktarları bulunan eşyayı, emr-i كُنْ فَيَكُونُ ile adem-i zahirîden vücud-u haricîye çıkarır.
Eğer inşa ve terkip sûretinde olsa ve hiçten, ademden icad etmeyip belki anâsırdan ve etraftan toplamak suretiyle yapsa, yine nasıl ki bir taburun istirahat için her tarafa dağılmış olan efratlarının bir boru sadasıyla toplanmaları ve muntazam bir vaziyete girmeleri ve o sevkiyatı teshil ve o vaziyeti muhafaza hususunda bütün ordu kendi kumandanının kuvveti ve kanunu ve gözü hükmünde olduğu gibi; aynen öyle de, Sultan-ı Kâinatın kumandası altındaki zerreler, Onun kaderî ve ilmî düsturlarıyla ve müstevlî kudretinin kanunlarıyla ve temas ettikleri sair mevcudat dahi o Sultanın kuvveti ve kanunu ve memurları gibi teshilâtçı olarak o zerreler sevk olunup gelirler. Bir zîhayatın vücudunu teşkil etmek için, ilmî ve kaderî birer mânevî kalıp hükmünde bir miktar-ı muayyen içine girerler, dururlar."(1)
Buradaki “zahir” ifadesi hakiki ve mutlak mânada yokluk diye bir şeyin olmadığını nazara vermek için kullanılıyor. Yokluk tabiri vücud-u ilmî ile vücud-u maddî arasındaki farkı ifade etmek için kullanılıyor. Her bir varlık, Allah’ın ezelî ilminde mevcutturlar, vardır, ama henüz yaratılmadıkları için zahiren ademdedirler.
Eşyanın İlahî ilimden, varlık sahasına intikal etmeleri İlahî kudretin “ol’ demesiyle tahakkuk etmektedir. İşte ilimden maddi âleme intikal etme merhalesine Üstad “zâhirî bir ademden” ifadesi ile tabir ediyor. Yani hiçlikten değil var olan bir âlemden başka bir âleme intikal ediyorlar, bu da bir temasla oluyor, diyor. İlim dairesindeki bu “imkânî vücudlar”, kudret dairesine çıkarılıyorlar.
“İlm-i muhit-i ezelîde temessül eden imkânî vücudlar, vücûd-u vücûbînin tecelliyat-ı nuriyelerine âyine ve ma’kestirler.” (Mesnevi-i Nuriye)
Eşyanın Allah’ın ilmindeki haline mahiyet deniliyor, Muhyiddin-i Arabî hazretleri ise bunlara ayân-ı sabite ismini veriyor. Bu mahiyetler “imkânî vücudlar”dır. Yani, henüz yaratılmadıkları için var edilmeleri de mümkündür, edilmemeleri de. Bunlar Cenab-ı Hakk’ın ilmine birer âyine, birer ma’kestirler. Yaratıldıklarında ise Allah’ın hem ilmine, hem kudretine, hem de diğer sıfatlarına ve esmâsına âyine olurlar.
Zahirî yokluk eşyanın mutlak manada yok olmadığının ifadesi oluyor.
Sonsuz hikmeti, eserleri ile sabit olan Allah’ın, ahiret yurdunu kurmayıp insanları hiçlik kuyusuna atması hikmetle bağdaşmaz. Mutlak yokluk hikmetsizliktir, Allah ise hikmetsiz iş yapmaktan mukaddes ve münezzehtir.
Ruh sahibi bir kuşun o güzel ve tatlı mânaları bu dünyada ifade ettikten sonra, ölüm ile yok olup hiçliğe atılması, Allah’ın sonsuz hikmetine münafidir. Öyle ise hiçbir zîruh, ölüm ile yokluğa ve hiçliğe gitmiyor, ikinci ve daimî saadete gidiyor demektir.
Umumî intizamın tamamı nokta-i nazarından bakarsak, insanın neş’e-i uhra ile ahirete münasip bir bedene kavuşarak yeniden yaratılacağını düşünürsek hikmetin kemalde olduğunu anlarız. İnsan ölüm ile cennete ve ondaki köşklere kavuşacaktır. Cennet ehlinin sarayları, meskenleri daimîdir. Yani, onlar bu yerlerde ebediyen kalacaklardır. Bu nimetleri kaybetmeleri, bu meskenlerden çıkarılmaları söz konusu değildir.
Allah, dünyayı âhiretin bir vitrini şeklinde tanzim etmiştir. Öyle ise, isim ve sıfatlar, bu dünya vitrininde kâfi derecede tecelli ederken, asıl yerde, yani ahirette ise, tam tecelli edecektir.
İsim ve sıfatların bu vitrinde kâfi derecede tecelli etmesi kemalsizlik değil, tam aksine intizam içinde tam kemaldir, diyebiliriz.
Sonsuz hikmeti, eserleri ile sabit olan Allah’ın, ahiret yurdunu kurmayıp, insanları yokluk ve hiçlik kuyusuna atması, Hakîm ismi ve hikmetle bağdaşmaz. Yani Hakîm ismi ve hikmet mânası ahiret yurdunun kurulmasını iktiza edip istiyor.
(1) bk. Şualar, İkinci Şua, İkinci Makam.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü