"Şek" ve "Şüphe" ne demektir?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

İman; Hazreti Peygamber Efendimizin (asv) getirmiş olduğu dini, kalp ile tasdik, dil ile ikrar, azalar ile amel etmekten ibarettir. Yalnız aza ile amel imanın asli bir rüknü değil, kemali bir rüknüdür. Amelsiz iman da makbuldür, ama bu iman kâmil bir iman değildir. Kâmil iman ise ancak tahkiki olan imandır.

Tahkiki iman, Allah’ın isim ve sıfatlarının kâinattaki tecellilerini okuyarak her şey üzerinde O’nun varlığını ve birliğini görerek iman etmek demektir.

Tahkiki iman; kâinatta her şeyin Allah’a açılan bir pencere olduğunu ve bu pencerelerden Allah’ın isim ve sıfatlarını seyrederek sağlam, kuvvetli, sarsılmaz ve şüphelere mağlup olmaz derecede ispat ve deliller ile Allah’a ve bildirdiklerine iman etmektir.

Şek ve şüphe kalbin iman ile küfür arasında gidip gelen bir tereddüt etme halidir. Şüphe, kalbin imana dair şeyleri tasdik edip etmeme konusunda ortada ve kararsız kalma halidir ki, İslam bunu sahih bir iman olarak kabul etmiyor. İmanın sahih olabilmesi ancak ve ancak kalbin imana dair konuları tam ve tereddütsüz tasdik etmesi ile gerçekleşir. Üstadımızın Kastamonu Lâhikası'nda şöyle buyurmaktadır:

"Nasıl ki âyinede temessül eden pislik, pis değil; ve âyinedeki yılan sureti ısırmaz ve ateşin timsali yakmaz. Öyle de, kalbin ve hayalin âyinelerinde rızasız, ihtiyarsız gelen pis ve çirkin ve küfrî hatıralar zarar vermezler. Çünkü ilm-i usulde tasavvur-u küfür, küfür değil; ve tahayyül-ü şetm, şetm olmaz." (Kastamonu Lâhikası, 3.Mektup)

Aynaların kabiliyetine göre tezahür etmenin en güzel misali elektriktir. Elektriğin bir asıl mahiyeti vardır, bir de aynalardaki farklı tezahürleri. Aynı elektrik buzdolabını soğutur, ocakta yemek pişirir, ampulde ışık saçar, fabrikayı çalıştırır. Ama elektriğin asli mahiyeti ne sıcaktır ne soğuktur ne ışıktır.

Bir başka misal insanın boyunun içbükey ve dışbükey aynalarda farkı görülmesidir. Her iki aynada görünen de o insanın kendi suretidir, ancak gerçek boyu her iki akisten de farklıdır.

Kesif şeylerde yani madde ve cismin hükmettiği şeylerde ise yansıma, temessül sadece görüntü olarak vardır; vasıflar oraya aksetmez. Onun için, yansıyan şey ile yansımaya mahal olan şey farklıdır. Aralarındaki tek ilişki, görüntü naklidir. Mesela, maddi ve kesif olan bir taş, aynada yansısa, sadece görüntüsü oraya gider. Taşın kendisine ait vasıflar, mesela sertliği oraya geçmez.

İşte, insanın mahiyeti ve zihni de bir ayinedir. Bu aynaya, nurani şeyler de yansıyor, kesif şeyler de. Zihin aynasına nurani ve hayırlı bir şey yansıdığı vakit, kendine ait vasıfları da oraya taşıdığı için, zihne nuraniyet kazandırıyor, hayır ve nura çeviriyor. Onun için, hayırlı ve nuraniî şeyler ile meşgul olmak gerekiyor.

Ama kesif ve şer bir şey, zihin aynamıza yansıdığı zaman, onun hükmü hakiki olmuyor. Sadece bir görüntü olarak orada beliriyor. Vasıflarını taşımadığı için zarar veremiyor.

Şek ve şüpheler kalpte değil de, his ve hayal âyinelerinde olursa, imana bir zarar vermez. Üstad Hazretleri bu hususu şöyle izah etmektedir:

"Tahayyül-ü küfür, küfür olmadığı gibi, tevehhüm-ü küfür dahi küfür değildir. Tasavvur-u dalâlet, dalâlet olmadığı gibi, tefekkür-ü dalâlet dahi dalâlet değildir. Çünkü hem tahayyül, hem tevehhüm, hem tasavvur, hem tefekkür, tasdik-i aklîden ve iz'ân-ı kalbîden ayrıdırlar, başkadırlar. Onlar bir derece serbesttirler. Cüz-ü ihtiyariyeyi pek dinlemiyorlar. Teklif-i dinî altına çok giremiyorlar. Tasdik ve iz'an öyle değiller. Bir mizana tâbidirler.”(Yirmi Birinci Söz, İkinci Makam)

Üstad Hazretlerinin yukarıdaki ifadeleri meseleyi gayet açık ve net bir şekilde izah ediyor. Tahayyül, tasavvur, tefekkür ve tevehhüm, insanın iradesi dışında zihnine ve kalbine gelen, o manen terakki ve tekemmül etmesi için musallat edilmiş cihazlardır. Bu cihazlar irade ve imana tabi değildirler ki, insanı küfür ve dalalete soksunlar. Bu gibi cihazlar hüküm ifade etmezler. Lakin bu cihazların mahiyeti bilinmez ise, insana, zarara düştüm zannını vererek, ümitsizliğe sevk edebilirler.

Yani insan, kalbinden gelmeyen kötü sözleri ve çirkinlikleri kalbinden zannederek telaşa ve ümitsizliğe kapılır ise, zarara düşer. Bunun dışında, insanın aklından ve hayalinden geçen vesvese ya da vehimler insanı mesul etmez. Hatta imanın katiliği de bir zarar vermez. Bu zarar zannı içinde “eyvah imanımı kaybettim” vehmi de vardır ki, en can sıkıcı olanı da budur. Yani kişi kafasındaki hayal ve tasavvuru kalbindeki iman ve tasdik ile karıştırır ve kendini paralamaya başlar, Şeytana oyuncağı ve maskara olur. Bu gibi hallere düşmemek için Üstad Hazretlerinin vermiş olduğu prensipleri hayatımıza düstur ittihaz etmeliyiz.

Ek bilgi için tıklayınız:

- "Tahayyül-ü şetim şetim olmadığı gibi, tahayyül-ü küfür dahi küfür değil ve tasavvur-u dalalet de dalalet değil." İzah eder misiniz?

- Tahayyül-ü küfür ve tevehhüm-ü küfür, küfür değildir. Dalaleti tasavvur etmek de dalalet olmadığına göre, "batıl şeyleri iyice tasvirin safi zihinleri idlal" olmasını nasıl anlamalıyız?

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 17.798
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...