"Tahayyül-ü şetim şetim olmadığı gibi, tahayyül-ü küfür dahi küfür değil ve tasavvur-u dalâlet de dalâlet değil." İzah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Ey sû-i vesveseden meyus nefsim! Tedâi-yi hayalât, tahattur-u faraziyat, bir nevi irtisam-ı gayr-ı ihtiyarîdir. İrtisam ise, eğer hayırdan ve nuraniyetten olsa, hakikatin hükmü bir derece suretine ve misaline geçer: güneşin ziyası ve harareti, âyinedeki misaline geçtiği gibi. Eğer şerden ve kesiften olsa, aslın hükmü ve hassası, suretine geçmez ve timsaline sirayet etmez. Meselâ necis ve murdar bir şeyin âyinedeki sureti ne necistir, ne murdardır. Ve yılanın timsali ısırmaz. İşte şu sırra binaen, tasavvur-u küfür, küfür değil; tahayyül-ü şetm, şetm değil. Hususan ihtiyarsız olsa ve farazî bir tahattur olsa, bütün bütün zararsızdır."(1)

Nuranî varlıklar ile onun zıddı olan kesif varlıkların yansıması ve temessülündeki durumlar farklılık arz eder; hükümleri başka başkadır. Biri hakiki olarak yansır, diğeri sadece görüntü olarak yansır.

Nuranî bir varlık yansıdığı yere, kendi vasıflarını da götürür. Bir nevi, yansıyan ile yansımaya mahal olan şey aynı gibi olur. Meselâ, aynada yansıyan güneş, kendine has vasıflarını aynaya da aksettirir. Bir nevi, küçük bir güneş o ayna da oluşur. Aynı güneş gibi o da ısı ve ışık verir. Fark sadece azamet noktasındadır.

Risale-i Nur'un birçok dersinde iman için nur; küfür için zulmet ifadeleri kullanılır. Bütün insanların ve hayvanların ruhları latiftir, yani kesif ve maddî değillerdir. Ancak insan ruhunun nuranî olması iman ile mümkündür.

Melekler de ruhanî varlıklardır ve hepsi nuranîdir. Zaten, bu konuda misal verilirken melekler âlemini temsilen Cebrail aleyhisselam, peygamberleri ve onların izinde giden mü’minleri temsilen de Peygamber Efendimiz (asm.) zikredilmiştir.

Buna misal olarak Cebrail aleyhisselamın farklı mekânlarda aynen bulunması veriliyor. Arş-ı azamda haşmetli kanatlarıyla secde eden Cebrail ile Habib-i Kibriya Efendimiz (asm.)’ın sohbetinde Dıhye isimli sahabenin şeklinde görülen Cebrail aynıdır. Birincisi asıl olup da, ikincisi onun tecellisi değildir. Şu var ki, sohbet-i Nebeviye aynasında Cebrail aleyhisselam Dıhye suretinde kendini göstermiştir.

Aynaların kabiliyetine göre tezahür etmenin en güzel misali elektriktir. Elektriğin bir asıl mahiyeti vardır, bir de aynalardaki farklı tezahürleri. Aynı elektrik; buzdolabını soğutur, ocakta yemek pişirir, ampulde ışık saçar, fabrikayı çalıştırır. Ama elektriğin aslî mahiyeti ne sıcaktır, ne soğuktur, ne ışıktır.

Bir başka misal insanın boyunun içbükey ve dışbükey aynalarda farkı görülmesidir. Her iki aynada görünen de o insanın kendi suretidir, ancak gerçek boyu her iki akisten de farklıdır.

Kesif şeylerde, yani madde ve cismin hükmettiği şeylerde ise, yansıma, temessül sadece görüntü olarak vardır; vasıflar oraya aksetmez. Onun için, yansıyan şey ile yansımaya mahal olan şey farklıdır. Aralarındaki tek ilişki, görüntü naklidir. Meselâ, maddî ve kesif olan bir taş, aynada yansısa, sadece görüntüsü oraya gider. Taşın kendisine ait vasıflar, mesela sertliği, oraya geçmez.

İşte, insanın mahiyeti ve zihni de bir ayinedir. Bu aynaya, nuranî şeyler de yansıyor, kesif şeyler de. Zihin aynasına nuranî ve hayırlı bir şey yansıdığı vakit, kendine ait vasıfları da oraya taşıdığı için, zihne nuraniyet kazandırıyor, hayır ve nura çeviriyor. Onun için, hayırlı ve nuranî şeyler ile meşgul olmak gerekiyor.

Ama kesif ve şer bir şey, zihin aynamıza yansıdığı zaman, onun hükmü hakikî olmuyor. Sadece bir görüntü olarak orada beliriyor. Vasıflarını taşımadığı için zarar veremiyor.

“İşte şu sırra binaen, tasavvur-u küfür, küfür değil; tahayyül-ü şetm, şetm değil. Hususan, ihtiyarsız olsa ve farazî bir tahattur olsa, bütün bütün zararsızdır.”

Meselâ, aynada görünen bir yılan, bize zarar vermez. Zira yılan aynada sadece görüntü olarak vardır. Hakiki olarak orada olmadığı için bizi ısıramaz. Aynen bunun gibi, şer ve çirkin haller, zihin aynamızda sadece görüntü olarak yansır. Hakiki olarak orada olmadıkları için, o gibi haller bize zarar veremez. Ama nuranî şeyler, zihin aynasında belirdiği zaman, hakikiye yakın oldukları için, hayır sınıfından sayılmışlardır. Nasıl ki, Güneş, aynada yansıdığı zaman, ısı verir ve gözümüzü kamaştırır ise, nuranî şeyler de zihin aynasında bütün vasıfları ile yansıdığı için hayır hükmündedir, sahibine müspet tesir eder.

İrademiz dışında zihnimize gelen küfür ve şer gibi şeyler, kesif olduğu ve bulaşıcı olmadığı için bize zarar vermez. Eğer zarar verdi zannına düşersek, o zaman zarar verir. Onun için hatırımıza gelen pis ve çirkin manzaraları veya menfi fikirleri kendi malımız gibi sahiplenmemeli, şeytanın zayıf bir üflemesi olarak bilinmelidir ki, kalbimiz rahat etsin.

Vesvesenin asıl kaynağı cehalet ve rehbersizliktir. Üstad Hazretleri bu hususu şu cümle ile özetliyor:

"... Zira şu vesvese öyle bir şeydir ki, cehil onu davet eder, ilim onu tard eder. Tanımazsan gelir, tanısan gider..."(2)

Öyle ise vesvese düşmanına karşı en güzel silah, ilim ve irfandır. Yani vesvese edilen şeyin mahiyetini bilmek ve o konuya etraflıca vakıf olmak, vesvesenin halli için kâfidir. Vesveseye düştüğümüz hususlarda ölçümüz ve rehberimiz, sünnet-i seniye ve bu konuda yazılan kitaplardır.

Meselâ, imani bir konuda; “acaba hak bu mu, yoksa şu mu?” diye bir tereddüde düşersek, şeytan da bu tereddüdü işletmeye yeltenir ise, hemen rehberimiz olan Kur’ân ve sünnete müracaat edip işin aslını oradan öğreneceğiz ki, vesvesenin zararından kurtulalım. Böylece, vesvesenin kökü kurumuş olur ve zamanla kalıntıları da kendiliğinden gider.

Dipnotlar:

(1) bk. Mektubat, On Birinci Mektup.
(2) bk. Sözler, Yirmi Birinci Söz, İkinci Makam.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...