"Silahlarını ve cihazatını asaba devreder." Nefsin, vazifesini asaba devretmesi ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
Allah, insanı nihayetsiz terakki edecek bir fıtratta yaratmış ve ona mükemmel bir istidat vermiştir. İnsanın vazifesi istidatlarını nemalandırıp inkişaf ettirmektir. Bu inkişaf ise, mücadele ve mücahede ile mümkündür. Bu yüzden Allah, insana nefis, heva, şeytan, vehim gibi düşmanları musallat etmiştir. İnsan bu düşmanlar ile mücadele ettikçe, mahiyetindeki istidatlar inkişaf eder; istidatlar inkişaf ettikçe de terakki ve tekâmmül eder.
İşte bu terakki ve tekemmülün devamı için, nefis bir takım ağır riyazet usulleri ile öldürülmüş olsa bile, Allah nefsin vazifesini görecek yeni düşmanları insana musallat ediyor. Ta ki terakki ve tekemmül yolu açılsın. Nefislerini tamamen öldürüp ıslah etmiş büyük zatların nefislerinden şikâyet etmeleri bundan dolayıdır.
Nefsin vazifesini asaba devretmesini, başka bir cihaz-ı maddinin devralması olarak anlayabiliriz. Bunun keyfiyet ve mahiyetini bilemememiz mühim değildir. Ruhun mahiyetini bilmiyoruz ama bedenimizi idare ettiğini ve her organımıza ve hücremize yakın olduğunu çok iyi biliyoruz.
Asabı, nefis gibi kesif olan bedenin, cismanî arzu ve hassasiyetleri olarak da anlayabiliriz.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Asab ve damarlar ise,o vazifeyi ahir ömre kadar görür...ASAB VE DAMAR ARASINDAKİ FARKI İZAH EDERMİSİNİZ
Asab ile damarlar bir birine yakın manalara geliyor. Asab ve damarları, nefis gibi kesif olan bedenin yani cesedin, cismani arzu ve hassasiyetleri olarak anlayabiliriz. Üstad'ın heves, damar, âsab, tabiat ve hissiyat halitası tabiri maksada işaret eder. Yani insan mahiyetinde farklı farklı bulunan cismani bazı aza ve cihazların karışımından hasıl olan mecazi bir nefis demektir. Bu mecazi nefsi oluşturan temel unsurlar insanın arzu ve istekleri, cesedin sinir ve damarları, tenperverlik buna örnek verilebilir.
Burada bahsedilen "a'sab" nedir, nasıl anlamalıyız? Bu fizyolojik bir şey midir veya huy mizac gibi soyut mu anlamalıyız?
Her kim olursa olsun nefis ölmez. Ancak nefis terbiye edilerek zararlı halden faydalı hale çevrilebilir. Mücadelenin ömür boyu devam etmesi için nefis, vazifesini âsab ve damarlara terk eder ve insanla olan mücadelesini sürdürür.
Burada esas olan imtihanın ve manevi terakkinin devam edebilmesi için nefsin varlığını bir şekilde devam ettiriyor olmasıdır. Birinci nefis her ne kadar rehabilite edilip uysal hale getirilmiş olsa da nefsin vazifesi bu seferde asab ve damarlara geçiyor ve mücadele devam ediyor.
Yani insana daima kötülüğü emreden "nefs-i emmare" terbiye edilebilir. Böylece onun kötü istek ve arzuları susturulur; nefs-i emmâre, levvâmeye veya mutmainneye inkılâb eder. Ancak bu durumda her şey bitmiş değildir. İnsanın imtihanı, mücahedesi ve manevî terakkisinin, ömür boyu devam etmesi için "mânevî bir nefs-i emmare" devreye girer.
Heves, damar, âsab, tabiat ve hissiyat halitasından çıkan bu mecazî nefs, hakikisinden daha şiddetlidir, söz dinlemez ve kötü fiilleri yapmaya teşvik eder. İmam-ı Rabbanî gibi büyük zatların bile nefs-i emmareden şekva ettikleri söylenir. Halbuki onların şekvaları, hakikisinden değil, işte bu mecazî olan nefistendir. Nefs-i emmâre çoktan öldüğü hâlde, onun izleri yine görünür.
Burada asab ve damardan kast edilen insandaki heves, tabiat ve hissiyattan müteşekkil bir duygudur. Bu nefsi insanın maddi cesedinin sinir sistemleri vasıtası ile öfke, şehvet ve diğer cismani duygu ve isteklerin devam etmesi şeklinde anlayabiliriz.