"Siyaset şarabıyla veya şöhret hırsıyla veya rikkat-i cinsiyeyle veya felsefenin dalâletiyle veya medeniyetin sefahetiyle sarhoş olanlar senin meşrep ve mesleğine tâbi olurlar." İzah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Aklı başında ve olayları sağlıklı ve muhakemeli değerlendiren bir adam, küfür ve dalalet yolunda gidemez. Demek bir adam küfür ve dalalet yolunda gidiyor ise, bu adamı aldatan ve yanıltan noktalar vardır. Üstad Hazretleri burada bu noktaları sayıyor.

İnsanların bir kısmı siyaset şarabı ile akıl ve muhakemesini sarhoş ettiği için, olayları sağlıklı değerlendiremiyor ve hayatın hakikatlerinden habersiz kalıyor. Kafasını ve aklını siyaset ile uyuşturup, ölüm ve ötesinden bigane kalıyor. Hakikaten öyle insanlar var ki; siyaset sarhoşluğu ile insanlık ve kulluk vazifesini unutup, her şeyini ve hayat sermayesini bu siyaset yolunda tüketiyor ve geriye elinde koca bir hiç kalıyor, ayıktığında iş işten geçmiş oluyor. Siyasi damar ile batılı ve zulmü hoş görüyor, zalim ve firavun gibi adamları alkışlıyor. Kendi siyasi görüşünde olan şeytan gibi bir adama rahmet okuyor, karşı siyasi görüşte olan melek gibi bir adama ise lanet okuyor.

Bazı insanlar ise; küfür ve dalaletin satın alınmayacak kadar çirkin ve muzır olduğunu, şöhret hırsından dolayı göremiyor. Hayatını şöhretin yalancı ve aldatıcı cazibesinde yerle bir ediyor.

Öyle insanlar var ki, şöhret yolunda insanlığını ve kişiliğini kaybedip, tamamen riya ve gösteriş budalası oluyor ve en rezil hallere ve ahlaklara düşebiliyor. Şöhretin bu hali küfür ve dalaletin çirkinliğini saklayan bir perde oluyor. Şöhret yolunda dinini ve imanını satıyor, helakete yuvarlanıyor.

Başka bir kısım insanlar ise, felsefeden gelen hümanizm, yani rikkat-i cinsiye adı altında, dinin bazı emir ve yasaklarını inkar edip, küfür ve dalalet yoluna saplanıyorlar.

Mesela; insanlara ve mahlukata yolsuz ve yersiz bir şekilde acımak ve şefkat etmek adına hümanizm düşüncesi, dinin önemli bir kısmını teşkil eden cehennem ve cihad gibi kavramları inkar ediyorlar. Bunlara küfür ve dalalet yolunu sevimli gösteren, insandaki şefkat ve acımak damarıdır. Yani insan mahiyetinde bulunan şeyleri, Allah’ın istikameti dairesinde kullanmaz ise, böyle yanlış ve ifrat hallere düşebilir demektir.

Allah, bazen böyle muhtelif yol ve sebeplerle, küfür ve dalaletin çirkin yüzünü göremeyen dallin gurubunu, musibet ve belalar ile tokatlıyor. Ve gittikleri yolun çirkin ve muzır olduğunu ihsas ettiriyor ve onları cebren ayıltıyor.

Üstad Hazretleri burada küfür ve dalalet yolunu tatlı gösteren üç tane sebebi saydı, geri kalanları akla havale ediyor.

Burada rikkat-i cinsiye tabiri felsefedeki hümanist ekole işaret ediyor. Hümanist ekol, insan sevgisi ve insana şefkat adı altında dinin çok hakikatlerini inkar ediyor. İnsanları sevgi ve şefkat ismi ile dalalet ve inkara sevk ediyor.

Hümanizme göre cehennem ve ceza asla olamaz, şeriatın caydırıcı ve gerçekçi kanunları katı ve acımasız olarak tanımlanır. Halbuki cehennem ve ceza kavramları, hayatın ve gerçeğin bir parçası ve kati değerleridir. Hümanizm insanları en can alıcı kavramlar ile aldatıyor. Bu kavramlar ise sevgi ve şefkat kavramlarıdır. Güya sevgi ile ceza, şefkat ile cehennem biribirine zıt kavramlardır. İkisinin beraber bulunması mümkün değildir, diyerek insanlara şüphe atıyorlar. Halbuki bu iki kavram bir birini iktiza eder; cehennem olmadan, cennet lezzet vermez, ceza olmadan, adalet tahakkuk etmez. Bu yüzden insanlık tarihinde ceza ve cezaevleri hayatın bir gerçeği ve güzelliğin tamamlayıcısı olmuşlardır.

Risale-i Nur'da bu konu şu şekil tarif ediliyor:

"Şefkat yüzünden esasat-ı İslâmiyenin haricindeki bid'at ve dalâlet yollarına sapanları çeviren bir hakikattır."

"Şefkat-i insaniye, merhamet-i Rabbaniyenin bir cilvesi olduğundan, elbette rahmetin derecesinden aşmamak ve Rahmetenli'l-Âlemîn zâtın (a.s.m.) mertebe-i şefkatinden taşmamak gerektir. Eğer aşsa ve taşsa, o şefkat, elbette merhamet ve şefkat değildir; belki dalâlete ve ilhada sirayet eden bir maraz-ı ruhî ve bir sakam-ı kalbîdir."

"Meselâ, kâfir ve münafıkların cehennemde yanmalarını ve azap ve cihad gibi hadiseleri kendi şefkatine sığıştırmamak ve tevile sapmak, Kur'ân'ın ve edyân-ı semâviyenin bir kısm-ı azîmini inkâr ve tekzip olduğu gibi, bir zulm-ü azîm ve gayet derecede bir merhametsizliktir."

"Yüzlerce masum hayvanı parçalayan canavarlara himayetkârâne şefkat etmek, o biçare hayvanlara şedit bir gadr ve vahşi bir vicdansızlıktır ve binler Müslümanların hayat-ı ebediyelerini mahveden ve yüzer ehl-i imanın su-i âkıbetine ve müthiş günahlara sevk eden adamlara şefkatkârâne taraftar olmak ve merhametkârâne cezadan kurtulmalarına dua etmek, elbette o mazlum ehl-i imana dehşetli bir merhametsizlik ve şenî bir gadirdir."

"Risale-i Nur'da kat'iyetle ispat edilmiş ki, küfür ve dalâlet, kâinata büyük bir tahkir ve mevcudata bir zulm-ü azîmdir ve rahmetin ref'ine ve âfâtın nüzulüne vesiledir. Hattâ, deniz dibinde balıklar, cânilerden şekva ederler ki, 'İstirahatimizin selbine sebep oldular.' diye rivâyet-i sahiha vardır."

"O halde kâfirin azap çekmesine acıyıp şefkat eden adam, şefkata lâyık hadsiz mâsumlara acımıyor ve şefkat etmeyip ve hadsiz merhametsizlik ediyor demektir. Yalnız bu var ki, müstehaklara âfât geldiği zaman mâsumlar da yanarlar; onlara acımamak olmuyor. Fakat, cânilerin cezalarından zarar gören mazlumların hakkında gizli bir merhamet var."

"Bir zaman, eski Harb-i Umumîde, düşmanların ehl-i İslâma ve bilhassa çoluk ve çocuklara ettikleri katl ve zulümlerinden pek çok müteellim oluyordum. Fıtratımda şefkat ve rikkat ziyade olduğundan, tahammülüm haricinde azap çekerdim."

"Birden kalbime geldi ki, o maktul masumlar şehîd olup veli olurlar; fâni hayatları, bâki bir hayata tebdil ediliyor. Ve zâyi olan malları sadaka hükmünde olup bâki bir malla mübadele olur. Hattâ o mazlumlar kâfir de olsa, âhirette kendilerine göre o dünyevî âfattan çektikleri belâlara mukabil rahmet-i İlâhiyenin hazinesinden öyle mükâfatları var ki, eğer perde-i gayb açılsa, o mazlumlar haklarında büyük bir tezahür-ü rahmet görüp, 'Ya Rabbi, şükür elhamdü lillâh' diyeceklerini bildim ve kat'î bir surette kanaat getirdim. Ve ifrat-ı şefkatten gelen şiddetli teessür ve elemden kurtuldum."(1)

(1) bk. Kastamonu Lahikası, 46. Mektup.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

k.toprak
Ağabeylerim bu güzel cevap için teşekkür ederim Allah razı olsun. Demek Allah'ın şefkatinden ileri şefkati sürmemek gerekiyormuş
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...