"İ’lem Eyyühe’l-Aziz! Felsefe talebesiyle medeniyet tilmizleri, Müslümanları ecnebî âdetlerine ittibâ ile şeâir-i İslâmiyeyi terk etmeye davet ettiklerinde..." Devamıyla izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"İ’lem Eyyühe’l-Aziz! Felsefe talebesiyle medeniyet tilmizleri, Müslümanları ecnebî âdetlerine ittibâ ile şeâir-i İslâmiyeyi terk etmeye davet ettiklerinde, Kur’ân Nurcuları böylece müdafaada bulunurlar: Eğer dünyadan zeval ve ölümü ve insandan acz ve fakrı kaldırmaya iktidarınız varsa, pekâlâ, dini de terk ediniz, şeâiri de kaldırınız. Ve illâ dilinizi kesin, konuşmayınız. Bakınız arkamızda pençelerini açmış hücuma hazır ecel arslanı tehdit ediyor. Eğer îmân kulağıyla Kur’ânın sadâsını dinleyecek olursan o ecel arslanı bir burak olur. Bizleri rahmet-i Rahmâna ulaştıracaktır. Ve illâ o ecel, yırtıcı bir hayvan gibi bizleri parçalar. Bâtıl îtikadınız gibi, ebedî bir firak ile dağıtacaktır."
"Ve kezâ, önümüzde îdam sehpaları kurulmuştur. Eğer îmân, îkanla Kur’ânın irşadını dinlersen, o sehpa ağaçlarından, sefine-i Nuh gibi sâhil-i selâmete, yani âlem-i âhirete ulaştırıcı bir sefine yapılacaktır."
"Ve kezâ, sağ yanımızda fakr yarası, solda da acz, zaaf cerihası vardır. Eğer Kur’ânın ilâçlarıyla tedavi edersen, fakrımız rahmet-i Rahmân’ın ziyafetine şevk u iştiyaka inkılâp edecektir. Acz ve za’fımız da Kadîr-i Mutlak’ın dergâh-ı izzetine iltica için bir dâvet tezkeresi gibi olur."
"Ve kezâ, bizler uzun bir seferdeyiz. Buradan kabre, kabirden haşre, haşirden ebed memleketine gitmek üzereyiz. O yollarda zulümâtı dağıtacak bir nur ve bir erzak lâzımdır. Güvendiğimiz akıl ve ilimden ümit yok. Ancak Kur’ânın güneşinden, Rahmân’ın hazinesinden tedârik edilebilir. Eğer bizleri bu seferden geri bırakacak bir çareniz varsa, pekâlâ. Ve illâ sükût ediniz, Kur’ânı dinleyelim bakalım ne emrediyor:
فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ
"Hülâsa: Ayık olan sana tâbi olmaz. Ancak siyaset şarabıyla veya şöhret hırsıyla veya rikkat-ı cinsiye ile veya felsefenin dalâletiyle veya medeniyetin sefahetiyle sarhoş olanlar senin meşrep ve mesleğine tâbi olurlar. Fakat insanın başına indirilen darbeler ve yüzüne vurulan tokatlar, onun sarhoşluğunu izale ile ayıltacaktır."
"Ve kezâ, insan hayvan gibi yalnız zaman-ı hâl ile müptelâ ve meşgul değildir. Belki müstakbelin korkusu ve mâzinin hüzün ve kederiyle hâl elemlerine maruzdur. Fakat kendisini şakî, dâll, ahmaklardan addetmeyen adam, Kur’ânın şu beşaretini dinlesin:
اَلَآ اِنَّ اَوْلِيَآءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
اَلَّذٖينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُون
لَهُمُ الْبُشْرٰى فِى الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِى الْاٰخِرَةِ لَا تَبْدٖيلَ
(1) لِكَلِمَاتِ اللّٰهِ ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظٖيمُ
Bu çok önemli dersin geniş açıklanması Yedinci Söz’dür. Burada sadece bazı kavramları açıklamakla yetineceğiz:
Felsefe talebesiyle medeniyet tilmizleri:
Felsefe talebeleri denilince sadece aklî ilimlerle meşgul olan, semavî hakikatlere kulağını tıkayarak insanın ve kâinatın yaratılış hikmetine kendi zannı ve vehmiyle açıklama getirmeye çalışan kişiler anlaşılır. Bunların temel özellikleri On İkinci Söz’de izah edildiği gibi şu şekildedir:
“Ammâ hikmet-i felsefe ise, hayat-ı içtimâiyede nokta-i istinâdı 'kuvvet' kabul eder. Hedefi 'menfaat' bilir. Düstur-u hayatı 'cidâl' tanır. Cemaatlerin râbıtasını 'unsuriyet, menfî milliyeti' tutar. Semerâtı ise, 'hevesât-ı nefsâniyeyi tatmin ve hâcât-ı beşeriyeyi tezyiddir.'”(2)
Medeniyet tilmizleri ifadesiyle, batı medeniyetinin sadece sefahat ve eğlence boyutuna bakan ve onlar gibi yaşamaya özenen ahlâk yoksunu kişiler kastedilmektedir.
Acz ve fakr konusu Nur’larda çokça işlenir. Zirâ, bunlar insanın temel özellikleridir ve kulu Rabbine ulaştıran en önemli vesilelerdir. İnsan yaratılışı itibariyle her şeye muhtaçtır ve bunların hiçbirini de kendi ilmi, kudreti ve iradesiyle yerine getiremez. Meselâ, insan göze de muhtaçtır, güneşe de, mideye de muhtaçtır gıda maddelerine de, ciğere de muhtaçtır hava unsuruna da. İnsanın bütün bu organlarını yaratan Allah’tır, onların bütün ihtiyaçlarını gören de ancak O’dur…
İnsan Pencere’sinde şöyle buyrulur:
“... Her vicdanda şu nokta-i istinad ve nokta-i istimdad cihetinde iki küçük pencere, Kadîr-i Rahîmin bârgâh-ı rahmetine açılır, her vakit onunla bakabilir.”(3)
O yollarda zulümâtı dağıtacak nur ve erzak; iman ve salih amellerdir. “İman hem nurdur hem kuvvettir...”(4) İnsan, o çok güvendiği “aklıyla ve ilmiyle” bir dakika sonrasını bilemez ve göremezken, iman nuruyla ölümün hakikatini bilir, ölüm ötesi menzilleri tanır, cennet ve cehenneme yakinen inanır. Öte yandan, iman bu aciz ve fakir insanı, sonsuz bir kudret ve rahmet sahibine istinat ettirmekle onun ruhuna en büyük bir kuvvet olur.
Aklı başında olan insan sönük fikrine güvenmez ve nefsinin sözünü değil Kur’ân’ın şu fermanını dinler:
فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ
“Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O aldatıcı şeytan da Allah hakkında sizi aldatmasın. (Allah’ın affına güvendirerek sizi isyana sürüklemesin.)" (Lokman, 31/33)
“Hülasa” bölümünde, insanın aklını uyutan, onun hayata ve dünyaya bakışını saptıran beş önemli sarhoşluk sebebine dikkat çekilir:
Siyaset şarabı: Mevki ve makam sahibi olmaya büyük önem vermek ve devlet yönetimiyle aşırı ilgilenip kendi asli görevlerini ihmal etmek.
Şöhret hırsı: Rıza yerine riyaya rağbet etmek, insanların beğenmelerine ve alkışlarına aldanmak.
Rikkat-ı cinsiye: Sadece kendi aile fertlerinin refahını hayatına temel gaye yapmak. Onların ve diğer insanların manevi ihtiyaçlarını hiç düşünmemek. Şu var ki, insan iman ve ibadet yolunu tuttuğu takdirde, aile fertlerine ve diğer insanlara yapacağı her türlü yardım da sadaka hükmüne geçer.
Felsefenin dalâleti: Kâinatı ve onda cereyan eden olayları, İlâhî Ferman’ı dikkate almadan sadece akılla değerlendirenlerin gerçek dışı görüşleri.
Medeniyetin sefaheti: Menfaat ve eğlence odaklı Batı medeniyetinin ahlâkı tahrip eden bozuk yaşama düzeni.
İnsanın aciz olduğu en önemli nokta, ölüm hadisesine engel olamayışı, fakrının ve ihtiyacının en ileri noktası da ebedî saadettir. İşte böyle bir insan iman ve salih amel yolunu tutmadığı takdirde, kendini bu beş şeyden biriyle yahut birkaçıyla sarhoş ederek teselli bulmaya çalışır.
Dersin son cümlesinde, hidayete ermekle ibadet yolunu tutan insana Kur’ânın şu müjdesi haber veriliyor:
اَلَآ اِنَّ اَوْلِيَآءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
اَلَّذٖينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ
لَهُمُ الْبُشْرٰى فِى الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِى الْاٰخِرَةِ لَا تَبْدٖيلَ لِكَلِمَاتِ اللّٰهِ ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظٖيمُ
“Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de. Onlar iman etmiş ve Allah’a karşı gelmekten sakınmış olanlardır. Dünya hayatında da, ahirette de onlar için müjde vardır. Allah’ın sözlerinde hiçbir değişme olmaz. En büyük kurtuluş işte budur.” (Yûnus, 10/62-64)
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ
وَ التّٖينِ وَ الزَّيْتُونِ
وَ طُورِ سٖينٖينَ
ilâ âhir-i sûre... Bu Tin suresi tamamıyla iman ve hidayet yolunda gidenlerle, aklına güvenip felsefe yolunu irade edenlerin akibetleri üzerinde durmakta ve bize ders vermektedir.
Dipnotlar:
(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Onuncu Risale.
(2) bk. Sözler, On İkinci Söz.
(3) bk. age., Otuz Üçüncü Söz, Otuz Birinci Pencere.
(4) bk. age., Yirmi Üçüncü Söz.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü