"Şu yüksek olan matluba zikrettiğimiz bürhanlar, matlubu ihata eden bir dairedir. Matlub olan vücub-u vücud ve vahdet o dairenin merkezindedir." ifadesinin izahını yapar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
"Arkadaş! Şu yüksek olan matluba zikrettiğimiz burhanlar, matlubu ihata eden bir dairedir. Matlup olan vücub-u vücud ve vahdet o dairenin merkezindedir. Daireyi teşkil eden burhanların her birisi, parmağını uzatıp, matlubun hak ve sadık olduğuna imza atıyorlar. O burhanlardan zayıf olanların aralarında tesanüd vardır. Yani, birbirini teyid ve takviye etmekle, zayıf burhanların zâfiyeti zâil olur. Zâil olmasa bile itibardan düşmez. İtibardan düşse bile, dairenin bozulmasına sebep olmaz. Ancak daire küçülür."
"Maahaza, burhanların heyet-i mecmuasına terettüb eden matlubun kuvvet ve vuzuhunu her fertten istemek ve her fertte aramak, aklın hastalığına, zihnin cüz'iyetine işaret olup, matlubu red ve inkâr için bir zemin teşkil ediyor. Binaenaleyh, bir burhana bakıldığı zaman zâfiyetten dolayı vehimler başgösterirse, öteki burhanlardan süzülen kuvvetle ortada zâfiyet kalmaz; vehimler de dağılır."(1)
Allah’ın varlığına ve birliğine bu kâinatın elli beş lisanla şehadet etmesiyle birlikte, şu mühim noktaya da ayrıca dikkat çekiliyor: Bu risalede geçen bütün deliller aynı davayı ispat ettiklerinden birbirine kuvvet verirler. Bütün deliller vücub-u vücud ve vahdet hakikatini ispat etme konusunda bir dairenin çevresindeki bütün noktaların merkez noktaya bakmaları gibi, aynı davayı izah ve ispat ederler. Ancak, verilen deliller arasında birtakım farklılıklar da vardır. Bazıları doğrudan akla hitap ettikleri halde, bir kısmı bir derece perdelidir ve kalb yönü daha ağır basar. Bu ikinci kısma tam muhatap olamayan ruhlar, burada verilen delili kendilerince zayıf görürler. Böyle bir halde, o delil üzerinde fazla durmayıp diğer delillere nazar etmek ve delillerin tümünden hâsıl olan kuvvetle aklı ikna, kalbi tatmin etmek gerekir.
Ancak delillerin tamamı nazara alındığında kemaliyle anlaşılacak bir hakikatin kuvvetini her bir delilde aramaya kalkan kişi, hakikati red ve inkâr tehlikesine düşebilir.
Meselâ, umumî bir hikmet ve inayetin bütün kâinatı kaplamış olduğu, Güneş’ten Ay’a, havadan suya, arıdan ipek böceğine, koyundan balığa kadar nice varlıklarda çok bariz olarak görünür ve okunur. Ancak, yırtıcı hayvanların yaratılışındaki hikmet aynı bedahetle görülemeyebilir. Bu durumda, onların bilemeyeceğimiz hikmetleri üzerinde fazla durmayıp bütün varlık âlemindeki hikmet ve inayete nazar ettiğimizde vehimler dağılır, nefsin itirazına ve şeytanın vesvesesine mahal kalmaz. Kaldı ki, bugün canlılar âleminde bir ekolojik dengenin var olduğu, bir canlı türünün ortadan kalkması halinde bu muvazenenin bozulduğu, zararlı hayvanların çoğaldığı ilmen tespit edilmiştir. Bu nazarla baktığımızda, hikmetini bilemediğimiz o yırtıcı hayvanların da ekolojik dengenin temininde vazife yapmakla, netice itibarıyla, yine bize hizmet ettikleri anlaşılır.
Birçok deliller aklı ikna etmekle birlikte, bazıları da kalp ağırlıklıdır. Meselâ, kâinattaki güzelliklerin Cenâb-ı Hakk’ın esmâ ve sıfatlarının güzelliklerinden geldikleri konusu, akıldan çok kalbe hitap ettiği için, aklıyla bu meseleyi tam idrak edemeyen kişi, nefis ve şeytanın da teşvikiyle hakikati inkâra meyledebilir. Böyle bir tehlikeye düşmemenin çaresi şu şekilde ortaya konulmuştur: “Binaenaleyh, bir bürhana bakıldığı zaman zâfiyetten dolayı vehimler başgösterirse, öteki bürhanlardan süzülen kuvvetle ortada zâfiyet kalmaz; vehimler de dağılır.”
Delilin zail olması ya da itibardan düşmesi; işin esasında ve hakikatinde değil, kişilerin bozuk yahut fikirlerinde ve evhamlı nazarındadır. Evhamlı ve hastalıklı insanların nazarında zayıf görünen deliller, faraza zail olsa ya da itibardan düşse bile, diğer kuvvetli deliller maksada kâfi gelir, o zaafın eksikliğini giderir.
(1) bk. Mesnevî-i Nuriye, Katre.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü