"Uluhiyetin azameti, izzeti, istiklaliyeti, her şeyin, -küçük olsun büyük olsun, yüksek olsun alçak olsun- taht-ı tasarrufunda bulunduğunu istiyor..." İ'lem'i izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"İ’lem eyyühe’l-aziz! Uluhiyetin azameti, izzeti, istiklaliyeti, her şeyin –küçük olsun büyük olsun, yüksek olsun alçak olsun– taht-ı tasarrufunda bulunduğunu istiyor. Senin hıssetin veya hakaretin, onun tasarrufundan hariç kalmasına sebep olamaz. Çünkü senin ondan bu’dun varsa da onun senden bu’du yoktur. Veya senin bir sıfatının hakareti, vücudunun hakaretini istilzam etmez. Veya mülk cihetinin mülevves olması, melekût cihetinin de mülevves olmasını iktiza etmez."
"Ve keza Hâlık’ın azameti, çirkin şeylerin tasarrufundan çıkmasını istilzam etmez. Bilakis azamet-i hakikiye, icad hususunda infiradı, tasarruf cihetiyle de ihatayı iktiza eder."(1)
Ulûhiyet; “ilâhlık, mabudiyet” mânasına gelir. Yani, bütün varlık âlemi ancak Allah’ın tasarrufundadır, O’nun emriyle hareket eder, O’nun takdir ettiği vazifeleri aksatmadan yerine getirir.
Fatiha Sûresinde geçen; “iyyake na’büdü” “Biz ancak sana ibadet ederiz” ayetini okuyan bir mü’min, “ulûhiyetin istiklâliyetini” tasdik etmiş olur; yani Allah’tan başka hiçbir kimseye ve hiçbir şeye ibadet edilmez.
Nur Külliyat’ında, bu âyetin tefsiri yapılırken, “biz yalnız sana ibadet ederiz” âyetiyle üç ayrı cemaatin kastedildiği nazara verilir:
Birisi, bütün mü’minler.
İkincisi; insanın bütün organları, hissiyatı, duyguları.
Üçüncüsü ise, “vezaif-i eşya suretinde ubudiyetleri” olan, yani Allah’ın verdiği vazifeyi yerine getirmekle O’na ibadet etmiş olan yerler, gökler, yerdeki bütün denizler, ırmaklar, ormanlar. Bütün varlık âlemi bu mânada ibadet halindedirler. Bu ise ulûhiyetin azametini göstermektedir.
Bir amir, bütün memurlarına hükmeder. Büyük olsun, küçük olsun hepsi onun verdiği vazifeleri yerine getirirler.
Bir kumandan, bütün orduya hükmeder. Er de onun emrindedir, onbaşı da yüzbaşı da. Küçüklere de büyüklere de birlikte hükmetmek komutanlığın bir gereğidir.
İnsanların cüz’î saltanatları bunu gerektirirse, elbette bütün mahlûkatı yaratan, terbiye eden, bütün canlıların rızıklarını veren Allah’ın ulûhiyeti -büyük olsun küçük olsun- bütün bu varlıkların O’nun emri üzere hareket etmelerini icap ettirir.
Bu konuda büyük- küçük ayırımı yapılamaz. Çünkü büyüğe sahip olan küçüğe de sahiptir. Zira büyük dediğimiz şeyler küçüklerden meydana geliyor. Bedene kim sahip ise, hücre de onundur. Dünyanın sahibi, onda yaşayan her şeyin de sahibidir.
Lemaât’tan bir hikmet dersi:
"Sivrisinek gözünü halk eyleyendir mutlaka güneşi, hem kehkeşi halk eylemiş. Pirenin midesini tanzim edendir mutlaka manzume-i şemsiyeyi nazm eylemiş..."
"Gözde rü'yet, midede hem ihtiyacı derc edendir mutlaka, semâ gözüne ziyâ sürmesi çekmiş, zemin yüzüne gıdâ sofrası sermiş."(2)
“Senin hıssetin veya hakaretin, onun tasarrufundan hariç kalmasına sebeb olamaz.”
Nefis acaip bir mahlûk. Sırası gelince enaniyetinden firavunlaşıyor. İşine gelince de şöyle düşünüyor:
“Ben bu şehirde nokta kadar kalıyorum. Memlekette şehrimiz nokta kadar kalıyor. Dünyada memleketimiz nokta kadar kalıyor. Kâinatta güneş sistemi nokta kadar kalıyor. Bir galaksiye gitsek Güneş sistemini kaybederiz. Bu kadar büyük bir mülkün yaratıcısı ve maliki olan Allah, benim gibi, ufak bir varlıkla mı uğraşacak.”
Burada nefsin, kendini bilerek aldatması söz konusu. Çünkü insan her ne kadar kendini küçük bir varlık olarak görse de, çok iyi biliyor ki, yediği gıdaları kan, et, kemik, ilik, saç haline kendisi getirmiyor. Bu işlerin hepsini büyük bir ihtimam ve hikmetle kim görüyor?
Onun o küçük gözü, o muhteşem güneşin yardımıyla yolunu görüyor. Demek ki, Allah, o güneşi onun küçük gözünün imdadına koşturuyor. O halde, onun küçüklüğü Cenâb-ı Hakk’ın tasarrufuna mâni değil.
“Çünki senin ondan bu'dun varsa da onun senden bu'du yoktur.”
Bu’d; uzaklık; kurb ise yakınlık demektir. Cenâb-ı Hak, maddeden ve mekândan münezzeh olduğundan, O’nun mahlûkata yakınlığı ve mahlûkatın O’ndan uzaklığı mesafe olarak değildir.
Bizim O’ndan uzaklığımız iki şekilde anlaşılabilir:
Birisi; biz O’nun kemalini idrakten çok uzağız. Sadece İlâhî sıfatlardan bir misal verecek olursak; Allah’ın kudreti sonsuzdur; biz sınırlı kudretimizle O’nun sonsuz kudretinin mahiyetini anlamaktan çok uzağız.
Diğer mana: Bizim varlığımız “mümkin”, Allah’ın varlığı ise “vacib”tir. Mümkinin mahiyeti Vacibin mahiyetinden çok uzaktır; hiçbir cihetle benzerlikleri, yakınlıkları yoktur.
Okuduğunuz kitaba bir sinek konsa, o sinek zahirde kitabın içindedir, ama hakikatte kitaptaki manaları anlamaktan çok uzaktır.
Cenâb-ı Hak bize bizden yakındır. Bizi bildiği ve yarattığı gibi, bizde tasarruf etmekte ve bütün ihtiyacımızı görmektedir. Zahirimiz de O’nun mahlûku, batınımız da. Saçımız zahir, kanımız batın kabul edilirse, saçımızı uzatan da O, kanımızı temizleyen de.
“Veya senin bir sıfatının hakareti vücudunun hakaretini istilzam etmez.”
İnsanın “nebatî cismaniyeti ve hayvanî nefsi”, onun insaniyeti, İslâmiyet’i, iman ve marifeti yanında hakir sıfatlardır. Ancak insanın bu gibi sıfatlara sahip olması onun insanlık şerefine, yüksek mahiyetine, ahsen-i takvimde yaratılmış en mükemmel bir mahlûk olmasına gölge düşürmez.
Öte yandan bir insanın; unutma, yorulma, uyuma gibi hakir sıfatları yanında, iman, marifet, muhabbet, güzel ahlâk, takva, salih amel gibi ulvî sıfatları da var. Bu sebeple, “Senin hıssetin veya hakaretin, onun tasarrufundan hariç kalmasına sebeb olamaz” hükmü haktır ve hakikattir.
“Veya mülk cihetinin mülevves olması, melekût cihetinin de mülevves olmasını iktiza etmez. Ve keza Hâlık'ın azameti, çirkin şeylerin tasarrufundan çıkmasını istilzam etmez. Bilakis azamet-i hakikiye, icad hususunda infiradı, tasarruf cihetiyle de ihatayı iktiza eder.”
Çirkin olsun, güzel olsun her mahlûk Allah’ın tasarrufundadır. Bize çirkin görünen çok şey var ki neticesi itibariyle güzeldir. Çiçek, mülk cihetinde (hüsn-ü bizzat); gübre ise neticesi itibariyle (hüsn-ü bilgayr) güzeldir, faydalıdır, hikmetlidir. Hastalıkların ve ölümün de mülk cihetleri çirkin görünürse de iç yüzleri “parlaktır, güzeldir”.
Allah birdir, bütün sıfatları sonsuzdur ve muhittir; yani ihata etmiş tasarrufu içine almıştır. O halde, O’nun birliği ve azameti, hayır olsun şer olsun, büyük olsun küçük olsun her şeyi bizzat kendisinin yaratmasını iktiza eder. Zira O’ndan başka Hâlık yoktur...
Dipnotlar:
(1) bk. Mesnevî-i Nuriye, Şemme.
(2) bk. Sözler, Lemeât.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü