Üstad Hazretleri mahlûkatın elli beş lisanla Allah’ı tesbih ettiğini ifade ediyor. Bu maddelerden 20, 28, 53. Maddeleri izah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"20 - Kâinatta tecelli eden Esmâ’nın tesanüdü ve hatta tek bir zerrede bile teşarükü."

Allah’ın her bir isim ve sıfatının galiben tecelli ettiği bir makam vardır. Bu makamda bir isim ve sıfat galip, diğer isim ve sıfatlar ise ona tâbidir, onun gölgesinde tecelli ederler. Bütün isimler bir isim gibi hareket edip mükemmel bir tesanüd ve yardımlaşma gösterirler. Bir ismin içinde bütün isimler görünür.

Mesela; semâ bir dairedir, geniş bir âlemdir. Bu dairede hâkim olan Allah’ın azametini ifade eden Celalî isimleridir. Sâbit yıldızlar âleminde, evvelâ nazara çarpan Kayyum ve Müzeyyin isimleridir; Alîm ve Hakîm isimleri gibi çok esmâ da tecellî etmekle birlikte bunlar bu iki ismin zımnında kalırlar.

Yine bir çiçekteki ince san’atlar, güzel kokular ve latif süsler; Allah’ın Latif ve Müzeyyin gibi Cemalî isimlerinin tecellisini gösterir, yani onda cemalî isimler galiptir; diğer isimler onun gölgesindedir.

Fırtınalı bir denizde öncelikle Celîl, Azîz, Cebbâr isimleri nazara çarpar. Diğer isimler bunların gölgesinde kalırlar.

“Yani o isim her şeye muhît ve âmm olduğu hâlde, öyle bir kasd ve ehemmiyetle bir şeye teveccüh eder; güyâ o isim yalnız o şeye hâstır.” (Yirmi Dördüncü Söz)

Mesela, Basîr olan Allah, her şeyin her şeyini görür. Diğer İlâhî sıfatlar gibi Bâsâr sıfatı da muhittir, bütün eşyâyı birlikte ihata eder; hiç bir mahlûk o sıfatın dairesi dışında kalmaz. Bununla birlikte, Basîr isminin “gözler âleminde” hususî bir tecellîsi vardır. Allah her şeyi görmekle birlikte, gözlere görme hassâsı vermekle ve bir kısım eşyâyı göstermekle o mahlûkuna Basîr ismiyle öyle bir tecellîsi olur ki, “güyâ o isim yalnız o şeye hâstır.”

"28 - Kâinat kalbinde görünen ve Mahbub-u hakikiyi gösteren bir aşk-ı sadık."

Eşyadaki sayısız hikmet ve ilim Allah’ın varlığına ve birliğine birer delil olup bir marifet yolunu açıyorsa, aynı şekilde lütuf ve ikramlar da Kerim ve Latif olan Cenab-ı Hakk’ı sevdiriyorlar, âşık etmek istiyorlar. Zaten Allah kendisini tanıyıp sevelim diye kalbi yaratmıştır. Kalb ancak Allah’ın muhabbeti ve zikri ile tatmin olur. Bir çiçek nasıl üstündeki hikmetlerle Allah’ı tarif ediyorsa, letafeti ile hakiki maşûkun Allah olduğunu ilan ve ibraz ediyor.

"Eğer bir çiçekte esmâyı okuyamıyorsan ve vâzıh göremiyorsan, cennete bak, bahara dikkat et, zeminin yüzünü temâşâ et." (Otuz ikinci Söz)

Üstad Hazretleri, esmâ tecellilerinin fertlerde cemalî, nevide ise celalî olduğunu beyan ediyor. Bir tek çiçeğe baktığımızda evvela onun güzelliği dikkatimizi çeker. Çiçeklerle bezenmiş bir dağı seyrettiğimizde ise celâl, yani azamet ve kudret daha fazla nazarımıza çarpar.

İnsan bir tek çiçekte esmâ-i İlahiyeyi vazıhan yani açıkça ve kolay bir şekilde göremiyorsa çiçeklerin tümüne nazar etmelidir.

Metinde geçen “cennet” kelimesi ahiretteki ebedî cennet mânasıyla değil, “bahçe” mânasıyla kullanılmıştır.

"53 - Kevnde görünen imkân, kesret ve infial mertebesi."

İmkân; “Varlığı da yokluğu da müsavi olan” demektir. Bir müreccih tarafından var olanlara, vâki’; henüz varlık sahasına çıkmayanlara ise mümkün denir.

Vacib; “Varlığı zâtından, olmaması muhal, ezelî ve ebedî” şeklinde tarif ediliyor. Allah’ın varlığı vacibdir, bütün mümkünatı varlık sahasına çıkaran yahut yaratmayıp yoklukta bırakan O’dur.

Mümkünün varlığı kendinden değildir, evveli ve sonu vardır, bütün sıfatları sınırlıdır. Mümkünün mümküne illet, yani varlığına sebep olması imkânsızdır. Yoksa devir ve teselsül dediğimiz, akıl dışı şeyleri kabul etmemiz gerekir ki, bu da muhaldir.

Devir: Mümkün bir şeyin, mümkün olan bir şeyi varlık sahasına çıkarması demektir ki, bu batıldır.

Devrin muhal olduğuna şöyle bir misâl veriliyor:

Yumurtayı kim yaptı? Cevap: Tavuk.

Tavuğu kim yaptı? Cevap: Yumurta.

O zaman tavuğu aradan çıkarırsanız yumurta, yumurtayı yapmış oluyor. Yahut yumurtayı aradan çıkarırsanız tavuk, tavuğu yapmış oluyor. Bu ise bir şeyin kendisini yapması demektir ve muhaldir.

Mümkün olan bir varlığı yine mümkün olan bir başka varlık yapamaz. Varlık sahasına çıkmamış bir mümkün, nasıl olur da başka bir mümkünün varlık sahasına çıkmasına sebep olabilir. Önce kendisinin varlığa kavuşması lazım ki, başka bir mümküne illet ve sebep olsun. Mümkünü ancak Vacib olan Allah yaratabilir.

Bir makale düşünelim. “Bunu kim yazdı?” diye sorduğumuzda yazı cinsinden olmayan bir varlık arayacağız ki o da insandır. Yani yazıyı insan yazmıştır. Yazının bir kelimesi diğerini yazmış olamaz, zira ikisi de aynı cinstendirler. Bir insanı anne ve babasının yaptığını söylemek, bir kelimeyi kendinden önce gelen kelimelerin yazdığını söylemek demektir.

Teselsül:

Bir varlık bir başka varlıktan olmuş, o da bir önceki varlıktan, o da daha önceki varlıktan olmuş diyerek sonsuza kadar uzanan bir sebep-netice zinciri hayal ediliyor. Bu görüşü çürütmek üzere deniliyor ki, eşya madem değişime uğramaktadır, o halde ezelî olamaz. Bu sebepler zincirinin ilk halkası mutlaka olacaktır. O halkayı yapan kim ise ondan teselsül eden bütün varlıkları da o yaratmıştır.

Kendimizden bir misal verelim: “İnsanı kim yapmıştır?” sualine anne ve babası diye cevap veriyorlar. “Onları kim yaptı?” denildiğinde “onları da kendi anne ve babaları yaptı” deniliyor. İnsanlık ezelî olmadığına göre bu silsile ilk insana kadar gidecektir. İşte o ilk insanı kim yaratmışsa ondan doğan bütün torunlarını da O yaratmıştır. Biz ilk atamızı Âdem aleyhisselâm olarak biliyoruz. Ondan ve zevcesinden Habil ve Kabil’i yaratan Allah, bu insanlık silsilesini günümüze kadar getirmiş ve bütün insanlık âlemini de O yaratmıştır. Dünyanın ömrü oldukça gelecek yeni insanları da yine O yaratacaktır.

Teselsülün muhal olduğu kelam âlimlerince Arşî ve Süllemî denilen on iki delille çürütülmüştür.

Kâinatın kesret ve infiali:

Kesret çokluk demektir. Bu alemde kesretli eşyanın bir araya gelerek bir vahdet teşkil etmelerinin sayısız örnekleri vardır. Bu bir araya gelme işini o kesretin fertleri yapmamayacağına göre onlara hükmeden sonsuz bir irade ve kudret sahibi vardır.

Bir misal: Güneşin gezegenleri kesreti ifade eder, bunların bir araya gelmesiyle güneş sistemi ortaya çıkmıştır. Bu sistemi ancak bütün gezegenleri yaratan ve onları tevhid ettirerek bir tek şey haline getiren İlâhî irade ve kudret teşekkül ettirebilir.

İkici bir misal: Kendi bedenimizdeki yüz trilyon hücre kesreti ifade eder. Onların bir tek beden haline gelmeleri kendi ilim ve kudretleriyle değil ancak Allah’ın irade ve kudretiyle tahakkuk etmiştir.

İnfial kelime olarak fiili kabul etme, yani kendisinde bir fiilin icra edilebilmesi demektir. Mesela, yazmak bir fiildir. Suya ve havaya yazı yazamayız, yani onlar yazma fiilini kabul edecek bir yapıya sahip değildirler. Bir kağıt bu fiili kabul eder ve onda, mesela ilmi bir makale, yazılır. Kâğıdın bu fiili kabul etmesi kendi iradesiyle olmadığı gibi üzerine yazılan makaleden ve o makalenin taşıdığı ilimden de haberi yoktur. Bu kainattaki her bir mahluk bir kudret kelimesidir. Halk fiilini kabul etmekle yaratılmış, ihya fiilini kabul etmekle hayata kavuşmuş, tasvir fiiliyle suret giymiş, tezyin fiiliyle güzelleşmiştir. Bütün bu fiilerin faili ancak Allah’tır.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

drerkan
Allah razı olsun. Selametle.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...