Üstad için kullanılan "Otuz senede gördüğü emsalsiz zulümler" ifadesi mübalağa değil mi? Eski İslam ulemalarından bazısı canlarından olmuşken, ne dersiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Can vermek ve hayat feda etmek, bazen hayat boyunca maruz kalınacak işkencelerden çok daha az acıdır. Ayrıca izzetli bir zata yapılacak bir hakaret, normal birisine yapılacak en büyük işkenceden daha fazla acı ve elem verebilir. Bu noktadan değerlendirildiğinde otuz sene kadar hapis, tecrid, sürgün ve hakaret gibi zulümlere maruz kalan ve zamanında en büyük makamlardaki kişilere (paşalar, komutanlar, savcılar ve hâkimler gibi) bile sözünü esirgemeyen Bediüzzamanın neler çektiğini anlamak, elbette zordur. Bunları kendi ifadelerinden dinleyelim:

"En son defa, otuz senede gördüğü emsalsiz zulümlerin neticesi olarak hapishanelere gönderildiği zaman, kanunen tecrid müddeti onbeş gün olmasına rağmen, yirmi ay ve hatta bütün hapis müddetince tecrid-i mutlakta tutulduğu hâlde kimseye şekva etmedi." (Emirdağ Lahikası-II, 141. Mektup)

"Bilhassa çok tekrarla اَلظَّالِم۪ينَ اَلظَّالِم۪ينَ deyip tehdidleri ve zulümlerinin cezası olan musibet-i semaviye ve arziyeyi şiddetle beyanı, bu asrın emsalsiz zulümlerine Kavm-i Âd ve Semud ve Firavun'un başlarına gelen azablar ile baktırıyor ve mazlum ehl-i imana İbrahim (as) ve Musa (as) gibi enbiyanın necatlarıyla teselli veriyor." (Şualar, On Birinci, Onuncu Mesele)

Engizisyon zulümlerini çok geride bırakan hâkim bir kuvvetin tazyikatı altında, ... (Sözler, Konferans)

"Onlara reva görülen zulüm, işkence, şeytanları bile dehşete düşürdü, ayyuka çıktı; vahşet halini aldı. Nasıl Kudüs-ü Şerif Yahudilerin vahşetine ve peygamberlere yapılan zulümlere sahne olmuşsa, Afyon şehri de, insan haklarının çiğnenip vatandaş haklarının çarmıha gerildiği ikinci bir şehir oldu." (Tarihçe-i Hayat, Isparta Hayatı)

“Ben, cemiyetin îmanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, âhiretimi de. Seksen küsûr senelik bütün hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum. Bütün ömrüm harb meydanlarında, esaret zindanlarında, yahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı. Divan-ı harblerde, bir câni gibi muamele gördüm; bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilâttan menedildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere mâruz kaldım. Zaman oldu ki hayattan bin defa ziyade ölümü tercih ettim. Eğer dinim intihardan beni menetmeseydi, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti.”(Tarihçe-i Hayat)

“Elleri bağlı, zayıf ve hasta bir tek adama ordular taarruz ediyor.” (Şualar)

Bu ve benzeri yerlerde buna mümasil ifadeler geçmektedir. Buradaki müşkil şöyle değerlendirilebilir:

Tarihin hiçbir devrinde dinden dolayı zulümler, devlet ve hükümet eliyle kanun namına olmamıştır.

"Gerçi hiçbir tarihte, hiçbir hükûmette bu tarzda işkenceli zulümler, kanun namına, hükûmet namına yapılmadığı halde; damarlarıma dokunduracak tarzda mütemadiyen tarassudlarla herkesi ürkütmekle beni hiddete getiriyordu." (Emirdağ Lahikası-I, 145. Mektup)

Ayrıca, dine gelen musibet, cana ve mala gelen musibetten daha muzır, daha büyük ve daha elemlidir. Bu hal, ümmetin derdiyle dertlenen birini daha ziyade üzer, muazzeb eder. Bütün ümmetin ruhları ve nefisleri komünizm ile darbeler alıyorsa elbette bundan ruh, bedenden daha müteellim olur. Akıl ile birlikte kalp elem hissediyorsa, bedenin çektiği elemlerden daha elemli olurlar.

"Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir. Musibet-i diniyeden her vakit dergâh-ı İlahiyeye iltica edip feryad etmek gerektir. Fakat dinî olmayan musibetler, hakikat noktasında musibet değildirler." (Lem'alar, İkinci Lem'a)

"Bir zaman, eski Harb-i Umumîde, düşmanların ehl-i İslama ve bilhassa çoluk ve çocuklara ettikleri katl ve zulümlerinden pek çok müteellim oluyordum. Fıtratımda şefkat ve rikkat ziyade olduğundan, tahammülüm haricinde azab çekerdim." (Kastamonu Lahikası, 46. Mektup)

"Âlem-i İslam'a indirilen darbelerin, en evvel kalbime indiğini hissediyorum. Onun için bu kadar ezildim..." (Hutuvat-ı Sitte)

Bazen ölüm, bazı işkencelere göre nimet olur. Hele ki gelişen teknoloji ile farklı işkenceler görülmüştür. Üstad’a ve talebelerine yapılan ama bize aktarılmayan zulümler de olabilir. Ayrıca aşağıda Ye'cüc ve Me'cüc'den daha müdhiş bir musibet olan ahlak ve hayattaki musibettir, deniliyor.

"Sedd-i Zülkarneyn'in tahribiyle, Ye'cüc ve Me'cüclerin dünyayı fesada vermesi gibi; şeriat-ı Muhammediye (asm) olan sedd-i Kur'anînin tezelzülüyle Ye'cüc ve Me'cüc'den daha müdhiş olarak ahlakta ve hayatta zulmetli bir anarşilik ve zulümlü bir dinsizlik fesada ve ifsada başlıyor." (Kastamonu Lahikası, 103. Mektup)

Ayrıca mazide maruz kalınan eza, cefa, işkence ve elemleri düşünüp, ölen kişilerle uğraşmak, hizmetleri aksatmaya sebeb olduğundan uygun değildir.

"Yirmi sene bu işkenceli esaretimde hayat-ı siyasiyeye bakmamak için hükûmete müdafaat-ı hapsiyeden başka müracaat etmeyen ve vazife-i imaniyeye noksan gelmemek ve ihlas kırılmamak ve siyasete bulaşmamak için on sene bu dehşetli harb-i umumîye bakmayan, baktırmayan bir halet-i ruhiyeyi taşımağa mecburiyetim varken; şimdi dehşetli ejderhalar hakaik-i imaniye cephesinde ehl-i imana gözümüz önünde saldırmalarından ve çokları ısırmalarından, ehl-i imanı kurtarmak mecburiyeti Kur'anın emriyle varken; bu zamanı bırakıp, eski zamana gidip, Ehl-i Beyt'e gelen dehşetli zulümleri temaşa etmek, daha ziyade ruhumu ezer ve kuvve-i maneviyeyi kırıp ruhuma azab azab üstüne gelmektir." (Emirdağ Lahikası-I, 154. Mektup)

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 415
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...