Üstad'ın mehdi olduğunu neye dayanarak söylüyorsunuz, O'ndan sonra daha büyük bir velinin gelmeyeceğine dair kimin elinde senet var da son müceddid deniliyor?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Bu bir kanaattir, bir düşüncedir, şeriatın herkesi bağlayan bir kanunu ya da emri değildir ki tenkid edilsin. Nur talebelerinin bu kanaatini kabul edip etmemek de insanın elindedir. Kabul etmediği takdirde de şeriat açısından bir mes’uliyet taşımaz.

Ahir zaman ve Mehdi ile alâkalı hadislerin hepsi müteşabihtir. Bu gibi hadisler müteşabih, yani mânası kapalı ve mecazî olduğu için hakiki ve kuvvetli bir te’vil ve tabir istiyor. Üstad Hazretleri eserlerinde bu müteşabih hadisleri hakiki ve güzel bir şekilde te’vil ve tabir etmiş. Bu tevil ve tabirlere dikkatle bakıldığında, bu hadislerin hakiki mânaları da anlaşılır. Yoksa bir kısım cahil ve avam insanların yaptığı gibi, müteşabih hadisleri zahirine göre kabul edip o surette bir mehdi beklemek hurafelere kapı açar. Hatta bu zahirîcilik illetinden dolayı birçok ilim adamı dine yabanîleşmiştir.

Mehdi’nin zâtına ait vasıflarına işaret eden hadislerin birçoğu müteşabih olduğundan, bazı zâtların vasıfları ile karıştırılmıştır. Bu sebeple ahir zamanda gelecek Mehdi ile ondan önce mehdi gibi hizmet eden zâtların vasıfları birbirine girift hale gelmiş; bu gibi hadisleri temyiz ve tefrik için Üstad Hazretleri gibi bir ehil zâtın izahı gerekir. Nitekim Üstad Hazretleri eserlerinde bu hadislerin büyük bir kısmını te’vil ve tabir etmişlerdir. Onlara dikkatle bakılırsa Mehdi’nin kim olduğu bariz bir şekilde anlaşılır kanaatindeyiz.

Bir kişinin; "Ben Mehdiyim" diye ortaya atılması, onun mehdi olmadığının en büyük delilidir. Üstad Hazretleri "Ben mehdiyim" dememiştir. Mehdinin kim olduğunu kendi değil, insanlar takdir edecektir.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

drerkan
Son müceddid olması ile alakalı olarak: Kastamonu Lâhikası 21.Mektup- Ahirzamandan haber veren mühim bir hadis. Bu risaleyi de okumanızı öneririm kardeşim. (Rûmî 1506 (Milâdî 2090) ve 1545 (Milâdî 2129) tarihlerine dikkat ediniz)
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
doganbay
bu nur talebelerini en sevdiyim huyu kızmadan bağırmadan kalb kırmadan ilmi olarak insanı ikna etmeleridir teşekkür ederim
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
baybarshan

Münâzarât ve Şerhi  Beşeriyetin ekseriyetle bozulduğu ve hak din olan İslâmiyyetin hakîkatinin âlemde neredeyse tamâmen ortadan kalktığı Âhirzamanda, kaynağı semâvî olan ve adınaMehdîyet denen bir hidâyet cereyânı vardır. Bu kudsî cereyânın, her birinin de Mehdî denilen üç mümessili vardır. Bu hakîkata Bediüzzaman Hazretleri şöyle işâret ediyor:

Evet bu zaman; hem îmân ve din için, hem hayât-ı içtimâiyye ve şerîat için, hem hukùk-ı âmme ve siyâset-i İslâmiyye için, gàyet ehemmiyetli birer müceddid ister Birinci Mehdî, hakàik-ı îmâniyenin mehdîsidir. Vazîfe-i mânevîyyesi takrîben yüz sene devâm eden bu birinci Mehdînin yapmış olduğu vazîfe, diğer iki Mehdînin vazîfelerine nisbeten çok daha ehemmiyyetlidir. Peygamber Efendimizin (asm) Her yüz senede Cenâb-ı Hak bir müceddid-i din gönderir meâlindeki ; Hadîs-i Şerîfinin sırrına mazhar olan, Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, Âhirzamandaki mehdîyet cereyânının Birinci Mehdîsi olarak İslâmiyyetin îmân, akîde sahasında tecdîd vazîfesiyle tavzîf edilmiş bir müceddididir. Ulûm-i dîniyyenin menbaı olan Kurân, Sünnet, İcmâ-i Ümmet ve Kıyâs-ı Fukahâ çerçevesinde kaleme aldığı, ekseriyet-i mutlaka ile ilhâma mazhar olduğu eserleri de; esâs îtibâriyle mehdîyet cereyânının diğer mümessillerine bir program olarak hazırlanmıştır. O kudsî cereyânın mümessillerinden İkinci Mehdî ise; Âlem-i İslâmı zülumâttan nûra çıkaracak ve Âlem-i İslâmın ittihâdını temîn ederek şeâir-i İslâmiyyeyi ve ahkâm-ı Kurâniyeyi bütün Âlem-i İslâmda tatbîk edecek olan zâttır.

Hâkimiyet devresi takrîben 40 sene sürecek olan bu İkinci Mehdînin hâkimiyetinin son zamanlarında Hz. Îsâ (as) nüzûl edecektir. İşte şu şerhini yapacağımız Münâzarât isimli eser, İkinci Mehdî devrinde gerçekleşecek şûrâ-yı şerî sistemini, zuhûrundan bir asır önceki şartlarda yaşayan insanlara anlatmaktadır. O cereyânın üçüncü mümessili olan Üçüncü Mehdî ise; Hz. Îsâ (as) ile birleşerek ve Kurâna tâbi olan Âlem-i Nasrâniyyeti de arkasına alarak ahkâm-ı Kurâniyeyi ve şeâir-i İslâmiyeyi bütün dünyâya hâkim edecektir. Bu zâtın hâkimiyeti de takrîben 40 senedir (age). Ümmetin içine düşürüldüğü perîşanlığı Allahın izniyle ortadan kaldıracak olan bu mehdîyet cereyânının mümessili olan üç zâta da Mehdî denir. Yalnız, Mehdî-yi Âhirzaman denildiği vakit, İkinci Mehdî kasdedilmektedir.

Zâten Münâzarât isimli eserin asıl muhâtabı da bu İkinci Mehdî ve nûrânî cemaatidir. Eserin ders verildiği Kürt aşîretleri ve o günkü Osmanlı Devleti zâhirî muhâtaptır; Birinci Mehdînin tecdîd-i îmân vazîfesi gören eserleri ve ciddî okuyucuları ise işârî muhâtaptır. İkinci ve Üçüncü Mehdînin yapacağı vazîfeler her ne kadar efkâr-ı umûmiyyede daha şaşaalı ve büyük görülüyorsa da, hakîkat noktasında Birinci Mehdînin yaptığı îmân vazîfesi daha kıymetli ve ehemmiyetlidir. İşte o kıymetli ve ehemmiyetli vazîfeyi bihakkın yerine getiren Bediüzzaman Hazretleri eserlerinde dâimâ sevâd-ı âzama ittibâın lâzım olduğunu ve istikàmetin ancak Ehl-i Sünnet vel-Cemaat Mezhebini rehber kılmakla mümkün olacağını beyân buyurmuştur. Ve bu hakîkati şu Ehl-i Sünnet vel-Cemaat olan ehl-i hak mezhebini karargâh yap ve Kurân-ı Mucizül-Beyânın muhkemat kalasına gir ve Sünnet-i Seniyyeyi rehber yap, selâmeti bul. vecîz cümlesiyle ifâde ederek okuyanları dâimâ hakka ve hakîkata irşâd etmiştir. Fakat, Milâdî 20. asırda insanlığın ve bilhassa Müslümanların mâruz bırakıldığı dehşetli din tahribâtı sebebiyle zihinler İslâmın esaslarına yabancı kaldığı için, bu zâtın eserleri de, dünyevî efkârın tesiri ile yorumlanarak murâd edilen mânâ-yı maksûdun dışında rûh-u şerîattan uzak olarak anlaşılmaya başlanmıştır. Kitap ve Sünnet kaynak gösterilerek o eserleri açıklamak gerekirken, felsefenin tasallutu ile bulanan zihinler tarafından yanlış yorumlandığından, bilhassa Risâle-i Nûrun hayât-ı içtimâiye-i İslâmiyeye dâir kısımları, Ehl-i Sünnet vel-Cemaatin akîde ve ameldeki esâsâtına muhâlif bir şekilde anlaşılmıştır. Bu eserlerin bâzı okuyucuları arasında da bu yanlış efkâr devâm ettirilmektedir.

Üstâdın en çok yanlış anlaşılan eserlerinden birisi de, Eski Said devresinde kaleme aldığı Münâzarâttır. Telifinden yıllar sonra bu eserine bakan Bediüzzaman Hazretlerinin şu mektûbu, Münâzarâtın şerhine duyulan ihtiyâca güzel bir örnektir. Üstâd bu eseri için diyor ki:  Telifinden otuz dört sene sonra, Münâzarât nâmındaki esere baktım. Gördüm ki, Eski Saidin o zamandaki inkılâptan ve o muhitten ve tesirât-ı hâriciyeden neşet eden bir hâlet-i rûhiyeyle yazdığı bu gibi eserlerinde hatîat var. O kusurât ve hatîatımdan bütün kuvvetimle istiğfar ediyorum ve o hatîattan nedâmet ediyorum. Cenâb-ı Hakkın rahmetinden niyâzım odur ki, ehl-i îmânın meyûsiyetlerini izâle niyetiyle ettiği hatîat hüsn-ü niyetine bağışlansın, affedilsin. Eski Saidin bu gibi eserlerinde iki esâs-ı mühim hükmediyor. O iki esâsın hakîkatleri vardır. Fakat ehl-i velâyetin keşfiyâtı tevilâta ve rüyâ-yı sâdıkanın tevile muhtaç oldukları gibi, o hiss-i kablelvukùun dahi, daha ince tâbirlere lüzûmu varken; Eski Saidin o hiss-i kablelvukuyla hissettiği ve iki hakîkatin tevilsiz, tâbirsiz bir sûrette beyânı, kısmen kusurlu ve kısmen hilâf görünüyor.

Birinci esas: Ehl-i îmânın meyusiyetine karşı, İstikbâlde bir nûr var diye müjde verdiğidir. Bir hiss-i kablelvukuyla Risâle-i Nûrun istikbâlde, dehşetli bir zamanda çok ehl-i îmânın îmânlarını takviye edip kurtarmasını hissedip o adese ile Hürriyet inkılâbındaki siyâset dâirelerine bakmış. Tâbirsiz, tevilsiz tatbîke çalışmış; siyâset ve kuvvet ve kemmiyet noktasında zannetmiş. Doğru hissetmiş, fakat tam doğru diyememiş. İkinci esas: Eski Said, bâzı dâhî siyâsî insanlar ve hârika ediplerin hissettikleri gibi, çok dehşetli bir istibdâdı hissedip ona karşı cephe almışlardı. O hiss-i kablelvukù tâbir ve tevile muhtaç iken, bilmeyerek resmî, zayıf ve ismî bir istibdat görüp ona karşı hücum gösteriyorlardı. Halbuki onlara dehşet veren, bir zaman sonra gelecek olan istibdatların zayıf bir gölgesini asıl zannederek öyle davranmışlar, öyle beyân etmişler. Maksat doğru, fakat hedef hatâ...

İşte Eski Said de, eski zamanda böyle acip bir istibdâdı hissetmiş. Bâzı âsârında, ona hücumla beyânâtı var. O müthiş istibdâdât-ı acîbeye karşı meşrûta-i meşrûayı bir vâsıta-i necat görüyordu. Ve hürriyet-i şeriye, Kurânın ahkâmı dâiresindeki meşveretle o müthiş musîbeti def eder diye düşünüp öylece çalışmış. Evet, zaman gösterdi ki, hürriyetperver nâmını alan bir devletin, o istikbâlde gelen istibdâdın bir nümûnesi olarak, üç yüz müstebit memurlarıyla, üç yüz milyon Hindistanı, üç yüz seneden beri, üç yüz adam gibi kolay bağlayıp deprenmeyecek derecede istibdat altına alarak, eşedd-i zulmü âzamî bir derecede, yâni birisinin hatâsıyla binler adamı tecziye etmek olan kànûn-u üstebidânesine inzibat ve adâlet nâmını vermiş; dünyâyı aldatmış, ateşe vermiş.

Münâzarât nâmındaki eserde, bâzı lâtîfe sûretinde bâzı kayıtlar, hâşiyecikler bulunur. O eski zaman telifinde zarifüt-tab talebelerine bir mülâtafe nevindendir. Çünkü onlar, o dağlarda berâberindeydiler. Onlara ders sûretinde beyân ediyormuş. Hem bu Münâzarât risâlesinin rûhu ve esâsı hükmünde olan hâtimesindeki Medresetüz-Zehrâ hakîkatı ise, istikbâlde çıkacak olan Risâle-i Nûra bir beşik, bir zemin izhâr etmek idi ki, bilmediği, ihtiyarsız olarak ona sevk olunuyordu. Bir hiss-i kablelvukuyla o nûrânî hakîkati bir maddî sûrette arıyordu. Sonra o hakîkatin maddî ciheti dahi vücûda gelmeye başladı. Sultan Reşad, 19 bin altın lirayı Vanda temeli atılan o Medresetüz-Zehrâya verdi, temel atıldı. Fakat sâbık Harb-i Umumî çıktı, geri kaldı. Tahşiye Yayınları

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Ziyaretçi (doğrulanmadı)
evet bence de ..
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Nurun fedaisi

 [Farazâ hakikî beklenilen o zât dahi bu zamanda gelse, harekâtını o cereyanlara kaptırmamak için siyaset âlemindeki vaziyetten feragat edecek ve hedefini değiştirecek diye tahmin ediyorum.
Hem üç mes'ele var: Biri hayat, biri şeriat, biri imandır.
Hakikat noktasında en mühimmi ve en a'zamı, iman mes'elesidir.]
Farazâ ;öyle sayalım ki, farzedelim ki, tutalım ki anlamlarına gelir. Yani benden sonra gelmeyecek fakat farzedelim ki gelirse.. o zât dahi bu zamanda gelse, harekâtını o cereyanlara kaptırmamak için siyaset âlemindeki vaziyetten feragat edecek demesi buna bakar. Yani ben gelecek o son müceddidim demektense "fâraza" diyerek asıl anlamı belirtmiştir. Ve Âhirzaman da gelmesi beklenilen Mehdi'nin vasfını belirtiyor. "Siyaset âlemindeki vaziyetten feragat edecek" demesiyle bizzat kendini gösteriyor. Çünkü Mektûbât'ta Bediüzzaman Hazretlerini şöyle demiştir: " Bir zaman, bu garazkârane tarafgirlik neticesi olarak gördüm ki: Mütedeyyin bir ehl-i ilim, fikr-i siyasîsine muhalif bir âlim-i sâlihi, tekfir derecesinde tezyif etti. Ve kendi fikrinde olan bir münafığı, hürmetkârane medhetti. İşte siyasetin bu fena neticelerinden ürktüm, "Eûzü billahi mineşşeytani vessiyase" dedim, o zamandan beri hayat-ı siyasiyeden çekildim." 
"Hem üç mes'ele var: Biri hayat, biri şeriat, biri imandır." diyerek 3 mes'elenin varlığından bahsettikden sonra şu veciz ifadeler pek manidardır:
[ "Hakikat noktasında en mühimmi ve en a'zamı, iman mes'elesidir."]
Bu sözleri ile Hazret-i Mehdi'nin en birinci görevinin "iman" olduğunu kendisi söylüyor. Mehdi'nin son müceddid olduğunu söyleyen Bediüzzaman'dır. Risale-i Nur'dan Emirdağ Lâhikası ve Sikke-i Tasdik-i Gaybî eserlerinde ise şu beyit geçmektedir: 
[" Vallah, ezelden bunu ben eyledim ezber 
Risale-in Nur'dur vallah o son müceddid-i ekber"]
Bu beyitlerden de anlaşılacağı üzere Bediüzzaman'ın mümessili olduğu Risale-i Nur son müceddiddir. Yani Mehdi (Radıyallahu Anh) Bediüzzaman'dır. Hatta Bediüzzaman Hazretleri şu 3 vazifeyi saydıktan sonra
[ " Demek en hâlis ve en selâmetli ve en mühim ve en muvaffakıyetli hizmet, Risale-i Nur şakirdlerinin daireleri içindeki kudsî hizmettir. Her ne ise... Bu mes'ele şimdilik bu kadar yeter."]
diyerek Mehdi'nin Cemaatinin Risale-i Nur Cemaati olduğunu alenen belirtmiştir. 
Aynı zamanda yanlış te'vil yapılan başka bir yer ise şurasıdır:
[ " Rusları tahrik edip Rus'un doksanüç (1293) muharebe-i meş'umesiyle âlem-i İslâmın parlak nuruna muvakkat bir bulut perde ettiler.
Fakat bunda Resail-in Nur şakirdleri yerinde Mevlâna Hâlid'in (K.S.) şakirdleri o bulut zulümatını dağıttıklarından bu âyet bu cihette onların başlarına remzen parmak basıyor.
Şimdi hatıra geldi ki; eğer şeddeli "lâmlar" ve "mim" ikişer sayılsa, bundan bir asır sonra zulümatı dağıtacak zâtlar ise, Hazret-i Mehdi'nin şakirdleri olabilir.
Her ne ise...
Bu nurlu âyetin çok nuranî nükteleri var.
ﺍَﻟْﻘَﻄْﺮَﺓُ ﺗَﺪُﻝُّ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟْﺒَﺤْﺮِ
sırrıyla kısa kestik."]
1293 Hicri yılında 93 harbinin yapıldığını ve o zaman "Resail-in Nur şakirdleri yerinde Mevlâna Hâlid'in (K.S.) şakirdleri" olduğunu belirtiyor. Bu ifadelerden sonra "bundan bir asır sonra zulümatı dağıtacak zâtlar ise, Hazret-i Mehdi'nin şakirdleri olabilir." diyor. 1293 Hicri tarihinden "bir asır" sonra yani 1393 tarihinde gelecek zâtlar ise "Hazret-i Mehdi'nin şakirdleri olabilir" diyerek Risale-i Nur Şakirdlerini "Hazret-i Mehdi'nin şakirdleri" olduğunu söylüyor. Buraya göre Bediüzzaman Hazretleri Âhirzaman'da gelmesi beklenilen "Mehdi" olduğu ortaya çıktı. Diğer serrişte edilen yer ise şurasıdır: 
[" Ona karşı Âl-i Beyt-i Nebevînin silsile-i nuranîsine bağlanan, ehl-i velayet ve ehl-i kemalin başına geçecek Âl-i Beyt'ten Muhammed Mehdi isminde bir zât-ı nuranî, o Süfyan'ın şahs-ı manevîsi olan cereyan-ı münafıkaneyi öldürüp dağıtacaktır."]
Burada Hazret-i Mehdi'nin Âl-i Beyt'ten geleceğini söylüyor. Peki Bediüzzaman Evlad-ı Resûl mü? Evet! 32 Dede ile hem anne tarafından, hem de baba tarafından HAZRET-İ MUHAMMED-ÜL MUSTAFA SALLALLAHU ALEYHİ VESELLEM'e bağlanıyor. Yani hem SEYYİD hem de ŞERİF oluyor. "Muhammed Mehdi isminde bir zât-ı nuranî" diyerek Âhirzamanda ki müceddidin adını "Muhammed Mehdi" olduğunu söylüyor. Peki bu nasıl oluyor? Evvelen: Bu zâtın vazife-i mehdiyyetinden dolayı bunu söylemiş olabilir. Saniyen: Adı da olabilir. Zaten Mâidet-ül Kur'an isimli Ahmed Feyzi Ağabey'in kitabında ise şu ifadeler geçmektedir:
[ "Hz . Bediüzzaman'ın adı yalnız 《Said》değil 《Muhammed Said》'dir. Buna hemşehrileri şehadet ediyorlar."]
Bu ifadelere göre zaten Bediüzzaman'ın diğer adı Muhammed olduğu ortaya çıkıyor. "Süfyan'ın şahs-ı manevîsi olan cereyan-ı münafıkaneyi öldürüp dağıtacaktır" sözleri ile de 
["Kardeşim! Küfrün belkemiği kırılmıştır."]
demesi onun Ahirzaman müceddidi olduğuna en büyük işarettir. Süfyaniyet nasıl şahs-ı manevî ise Risale-i Nur manasında Mehdiyyet'te bir şahs-ı manevîdir. Zaten Bediüzzaman'ın şu ifadeleri konumuzu tam manasıyla aydınlatmaktadır:
[ " Zaman şahıs zamanı değil ,şahs-ı manevî zamanıdır."]
Bu ifadelere göre Mehdiyyet şahs-ı manevî olarak Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsidir. Zaten Bediüzzaman kendisinin
[ "Risale-i Nur'un tercümanı"]
olduğunu bizzat belirtmiştir. Bu duruma göre MEHDİ RİSALE-İ NUR'DUR. RİSALE-İ NUR'UN TERCÜMANI İSE BEDİÜZZAMAN'DIR. MEHDİYYET ŞAHIS OLARAK DÜŞÜNÜLÜRSE BEDİÜZZAMAN SAİD NURSÎ HAZRETLERİ MEHDÎ-İ Â'ZÂM'DIR. Bizde Ahmed Akgündüz Ağabey gibi deriz ki:
[" Ben Bediüzzaman Hazretleri'nin Âhirzaman'da beklenen Hazret-i Mehdi olduğuna iki kere iki dört derecede iman eden insanlardan biriyim." ]

ﺍَﻟْﻘَﻄْﺮَﺓُ ﺗَﺪُﻝُّ ﻋَﻠَﻰ ﺍﻟْﺒَﺤْﺮِ
"DAMLA DENİZE İŞARETTİR." 
Bîçare Âciz ve alîl kardeşiniz. Selam ve dua ile. .

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yükleniyor...