"Ve kabiliyet-i zatiye, tabir edemediğimiz o mükemmel şuûn-u zatiye, bihakkılyakin, hadsiz derece-i kemalde olan bir zata delalet eder." cümlesini izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Ve son derece-i kemalde sıfatlar, şüphesiz, son derece mükemmel olan şuûnat-ı zatiyeye delalet eder. Ve kabiliyet-i zatiye, tabir edemediğimiz o mükemmel şuûn-u zatiye, bihakkılyakin, hadsiz derece-i kemalde olan bir zata delalet eder." (Sözler, Otuz Üçüncü Söz, On Sekizinci Pencere)
Sıfatların icraatlarının menşei ise şuûnât-ı zatiyeyedir.
Şuûn-u zâtiye, konusunda daha önce sorulan bir sualin cevabında şöyle izah edilmişti:
Üstad Hazretleri eşyanın yaratılmasında ve tefekkür edilmesinde Zat, şuunât, sıfat, ef’al ve esma sıralamasını yapar. Allah’ın bir şeyi yaratmayı dilemesinin ilk merhalesi o şeyle alakalı şuûnâta taalluk eder. Şuunât, ilahi sıfatları icraya ve tecelliye sevk eder. Bu sevk ile yaratılacak şeyin mahiyetine göre ilahi fiiller icraat gösterirler ve sonunda o şeyin yaratılmasıyla da esma tecelli eder.
Üstad Hazretleri insan mahiyetinin "sıfat ve şuunât-ı İlahiyenin bir mikyası" olduğunu beyan etmesinden hareketle şöyle bir misal verebiliriz:
İnsan bir muhtacın hâline acıyıp şefkat gösterdiğinde, ona yapılacak yardımın da ilk adımını atmış demektir. Bu acıma ve şefkat şuunâta misaldir. Sonra yardım yapmayı irade eder ve kudretini sarf ederek gerekli yardımda bulunur. İşte bu irade ve kudret sıfatlarını harekete getiren şefkat ve merhamet olmuştur.
Bu konuda en mühim misal şu hadis-i kudsidir:
"Ben gizli bir hazine idim, bilinmeye muhabbet ettim ve mahlukatı yarattım." (Acluni, Keşfü'l- Hafa, II, 132)
İşte yaratma fiilini icraya sevk eden “bilinmeye muhabbet” olmuştur, bu ise ilahi bir şe’ndir. İkinci safhada irade, kudret ve sair ilahi sıfatlarla mahlukatın yaratılması tahakkuk etmiştir.
Zat, şuunât, sıfat,.. sıralamasına şöyle de bakabiliriz: Rububiyet, hakimiyet, rezzâkiyet, malikiyet,.., şuunât-ı İlahiyedendirler. Mesela, terzik yani rızıklandırmak fiildir, Rezzâk (rızık verici) isimdir, rezzâkiyet (rızık verici olma) ise şuunâttandır. Hiçbir rızık yaratılmadan da Allah’ın rezzâkiyeti vardı. Bunu tezahür ettirmek dilediğinde sıfatlarının icrasiyle rızıkları yarattı ve Rezzâk ismini tecellî ettirdi.
Şuunat-ı İlahiye: Şuunat, şe’nin çoğulu. Şe’n için Türkçemizde tam bir karşılık bulamıyoruz. En yakın mana olarak “şan, hâl, tavır, kabiliyet” deniliyor.
Hâlık (yaratıcı) Allah’ın bir ismidir. Hâlıkıyet ise şe’nidir. Yani yaratıcı olmak Allah’ın şanındandır. Allah hâlıkıyetini icra etmek diledi mi, bu dilemeyi, yani bu iradeyi, ilim, kudret gibi sıfatlar takib ediyor ve halk (yaratma) fiili icra ediliyor. Böylece yaratılan o mahlûkta Hâlık ismi tecellî ediyor.
Rab’da Cenâb-ı Hakk’ın bir başka ismi. Rab, terbiye edici demektir. Rububiyet (terbiye edici olmak) ise Allah’ın bir şe’nidir.
Bütün ilahi isimler böylece düşünüldüğünde, her birinin şuunât-ı İlahiyyeden bir şe’n’e dayandığı anlaşılır.
“Onlar göklerdeki ve yerdeki sınırsız hükümranlık ve nizama hiç bakmadılar mı?” (A’raf, 7/185)
Nur Külliyatı’nda “her şeyin dışına mülk, içine melekût” denildiği ifade ediliyor. Ayette “Onlar göklerin ve yerin melekûtuna hiç nazar etmediler mi?” buyuruluyor. Melekût kelimesi “sınırsız hükümranlık” şeklinde tercüme edilmiş. Bir şeyin içine hükmedenin dışına da hükmetmesi zaten gereklidir, zira dışlar içten idare edilmektedir. İnsanı misal alırsak, insanın bedenine mülk, ruhuna melekût diyebiliriz. İnsan ruhu Allah’ın tasarrufunda, hükmü altında olduğuna göre, o ruhun emrindeki beden de zaten İlâhî hükmün altında demektir.
Sevmek, lezzet almak, hoşlanmak insan için birer şe’ndir. Allah da mahlukatını sever ama bizim bir eserimizi sevmemiz gibi değil. İşte bu ilahi muhabbeti, mahlukatın sevgilerinden ayırmak için “mukaddes” kelimesi kullanılır. Allah da kulunun ibadetinden memnun olur. Ama bu memnuniyet bir padişahın kendisine itaat eden bir askerinden memnuniyeti cinsinden değildir. İşte bunu zihinlere yerleştirmek için “memnuniyet-i mukaddese” tabiri kullanılıyor. Bunlar da şuunat-ı İlahiyedendirler.
Allah’ın bütün mahlukatının ihtiyaçlarını görmekte bir lezzet-i mukaddesesi vardır. Ama bu lezzet, bizim bir fakiri giydirmekten yahut doyurmaktan aldığımız lezzet gibi değildir.
“Her bir faaliyette bir lezzet nev’i vardır.” hakikatından hareket ederek kâinata nazar ettiğimizde, Cenâb-ı Hakk’ın her bir fiilini icra etmekte, her bir ismini tecelli ettirmekte bir lezzet-i mukaddesesi olduğu aklımıza görünür. Bu lezzetin keyfiyetini ise akıl idrak edemez. Zira, akıl ancak mahlukat sahasında düşünebilir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü