"Zâhiren bu ehemmiyetsiz insanın hakikatli ehemmiyeti hakkında, imanın inkişafını ve kalbin itmi'nanını veren bir izah istedim.." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Ben o gurbetler ve hastalıklar ve mazlumiyetlerin tazyikiyle dünyadan alâkamı kesilmiş bularak, ebedî bir dünyada ve bâki bir memlekette, daimî bir saadete namzet olduğumu iman telkin ettiği hengâmda 'of, of'tan vazgeçtim 'oh, oh' dedim."
"Fakat bu gaye-i hayal ve hedef-i ruh ve netice-i fıtratın tahakkuku ancak ve ancak bütün mahlûkatın bütün harekât ve sekenatlarını ve ahvâl ve a'mallerini kavlen ve fiilen bilen ve kaydeden ve bu küçücük ve âciz-i mutlak olan insanı kendine dost ve muhatap eden ve bütün mahlûkat üstünde bir makam veren bir Kadîr-i Mutlakın hadsiz kudretiyle ve insana nihayetsiz inayet ve ehemmiyet vermesiyle olabilir diye düşünüp, bu iki noktada, yani böyle bir kudretin faaliyeti ve zâhiren bu ehemmiyetsiz insanın hakikatli ehemmiyeti hakkında, imanın inkişafını ve kalbin itmi'nanını veren bir izah istedim. Yine o âyete müracaat ettim."(1)
Burada insanın neden kâinata halife ve sultan, Allah’a külliyetli bir muhatap olduğunu, Kalbi ve aklı tatmin edecek ve imanı inkişaf ettirecek bir şekilde izah ediliyor.
İnsan, ruhuna takılan maddî ve manevî cihazlar, harika duygu ve latifeler vesilesi ile Allah’ın bütün isim ve sıfatlarının mâna ve hükümlerini tadıp tartabilecek bir mahiyette ve istidatta yaratılmıştır. İnsan, Allah’ın bütün isim ve sıfatlarını bütün küllî makam ve tecellileri ile anlayıp tefekkür edecek yegâne varlıktır. Bu sebepten dolayı Allah’a küllî bir muhatap olabiliyor.
Bahsin devamındaki şu ibareler bu mânaya işaret ediyor:
"Hayvanat içinde benim dahi menşeim olan bir katre sudan yaratan yaratmış, mucizâne yapmış, kulağımı açıp gözümü takmış, kafama öyle bir dimağ, sineme öyle bir kalb, ağzıma öyle bir dil koymuş ki, o dimağ ve kalb ve dilde rahmetin umum hazinelerinde iddihar edilen bütün Rahmânî hediyeleri, atiyeleri tartacak, bilecek yüzer mizancıkları, ölçücükleri ve Esmâ-i Hüsnânın nihayetsiz cilvelerinin definelerini açacak, anlayacak binler âletleri yaratmış, yapmış, yazmış; kokuların, tatların, renklerin adedince târifeleri o âletlere yardımcı vermiş."(2)
İnsanın bu külliyetli ve geniş mahiyeti bilenemezse, kâinattaki o muhteşem faaliyet ve icraatların hikmeti ve hakikati anlaşılmaz, abes ve faydasız görülür. Felsefenin nazarında, insan konuşan/düşünen bir hayvan telakki edildiği için, bu kadar ihtişamlı faaliyet ve bu kadar harika icraatlar abes ve mânasızdır.
İşte, "Kâinatı anlamak insanı anlamaktan geçer." hükmü bu mânaya bakıyor. Üstad Hazretleri bu hakikati nazara veriyor.
Dipnotlar:
(1) bk. Şualar, Dördüncü Şua, Üçüncü Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye.
(2) bk. age.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Haberdâr olmamışsın kendi zâtından da hâlâ sen,
"Muhakkar bir vücûdum!" dersin ey insan, fakat bilsen.
Senin mâhiyyetin hattâ meleklerden de ulvîdir:
Avâlim sende pinhandır, cihanlar sende matvîdir
İnsan
Ve tez'umu enneke cismun sagîrun,
Ve fike'n-tave'l-âlemu'l-ekber
Hz. Ali
Haberdâr olmamışsın kendi zâtından da hâlâ sen,
"Muhakkar bir vücûdum!" dersin ey insan, fakat bilsen.
Senin mâhiyyetin hattâ meleklerden de ulvîdir:
Avâlim sende pinhandır, cihanlar sende matvîdir:
Zeminlerden, semâlardan taşarken feyz-i Rabbânî,
Olur kalbin tecellî-zâr-ı nûrâ-nûr-i Yezdânî.
Musaggar cirmin amma gâye-i sun'-i İlâhîsin;
Bu haysiyyetle pâyânın bulunmaz, bîtenâhîsin!
Edîb-i kudretin beytü'l-kasîd-i şi'ri olmuşsun;
Hakîm-i fıtratın bir anlaşılmaz sırrı olmuşsun.
Esirindir- tabîat, dest-i teshîrindedir eşya;
Senin ahkâmının münkâdıdır, mahkûmudur dünya.
Bulutlardan sevâik sayd eder irfân-ı çâlâkin;
Yerin altında ma'denler bulur nakkâd-ı idrâkin.
Denizler bisterindir, dalgalar gehvâre-i nâzın;
Nedir dağlar, semâ peymâ senin şehbâl-i pervâzın!
Havâ, bir refref-i seyyâl-i hükmündür ki bir demde,
Olur dem-sâz-ı âvâzın bütün aktâr-ı âlemde.
Dayanmaz pîş-i ikdâmında mâni'ler müzâhimler;
Kaçar, sen rezm-gâh-ı azme girdikçe muhâcimler.
Karanlıklarda gezsen, şeb-çerâğın fıkr-i hikmettir,
Ki her işrâkı bir sönmez ziyâ yı sermediyyettir;
Susuz çöllerde kalsan, bedrekan ilhâm-ı sa'yindir,
Ki her hatvende eyler sâye-küster vâhalar zâhir.
Ne zindanlar olur hâil, ne menfâlar, ne makteller...
Yürürsün sedd-i râhın olsa hattâ âhenîn eller.
Yıkar bârû-yi istibdâdı bir âsûde tedbîrin;
Semâlardan inen te'yîdisin gûyâ ki takdîrin!
Taharrîden usanmazsın, teâlîden teâlîye
Atıldıkça, atılsam şimdi, dersin, başka âtîye!
Senin en şanlı eyyâmında, en mes'ûd hâlinde
Bir istikbâl-i dûra-dûr vardır hep hayâlinde.
O istikbâledir şevkin, odur ma'şûk-i vicdânın,
O kudsî neşvenin çeydâ-yı bî-ârâmıdır cânın.
O şevkin dâim ilcâsıyle seyrin ıztırârîdir;
Terakkî meyli artık fitratında rûh-i sârîdir!
Bütün esrâr-ı hilkatten haberdâr olmak istersin,
Bu gaybistân-ı hîçâ-hîçten kumılmak istersin!
Meâdın, mebdein, hâlin ki üç müdhiş muammâdır...
Durur edvâr-ı müstakbel gibi karşında hep hâzır.
Koşarsın bunların sevdâ-yı idrâkiyle durmazsın,
Hakîkatten velev bir şemme duymazsan oturmazsın.
Serâir perde pûş-i zulmet olsun varsın isterse...
Düşürmez düştüğün yeldâ-yı hirman rûhunu ye'se:
Emel, meş'al-keşin, bir reh-nümâ hem-râhın olmuşken,
Tehâşî eylemezsin sîne-i deycûra girmekten.
Gelip bir gün tecellî etse mâhiyyât-ı masnûat,
Taharrîden geçer, bir dem karâr eyler misin? Heyhât!
Tutar mâhiyyet-i Sâni', o en heybetli mâhiyyet
Olur âteş-zen-i ârâmın, artık durma cevlân et!
Tevakkuf yok seninçün, daimî bir seyre tâbi'sin...
Ne zîrâ hâle râzîsin; ne müstakbelle kâni'sin!
Dururken böyle bî pâyan terakkî-zâr karşında;
Nasıl dersin ya "Pek mahdûd bir cirmim" tutarsın da.
Meleklerden büyük, hem çok büyük tebcîle mazharsın:
Tekâlîfın emânet-gâhısın bir başka cevhersin!
Hayâtın eksik olmazken ağır bin bârı arkandan;
Ölümler, korkular savlet ederken hepsi bir yandan;
Şedâid iktihâm etmekte müdhiş bir mekânetle,
Yolundan kalmayıp dâim gidersin... Hem ne sür'atle!
Senin bir nüsha-i kübrâ yı hilkat olduğun elbet,
Tecellî etti artık; dur, düşün öyleyse bir hükmet:
Nasıl olmak gerektir şimdi ef'âlin ki, hem pâyen
Behâim olmasın, kadrin melâikten muazzezken?
M.Akif Ersoy