"Âlem-i İslâm ulemasının ortasındaki müthiş ihtilâfata ne dersin ve reyin nedir?" soru ve cevabını izah eder misiniz? Meşverette alınan karara uymayan mesul olur mu?
Değerli Kardeşimiz;
"Sual: Âlem-i İslâm ulemasının ortasındaki müthiş ihtilâfata ne dersin ve reyin nedir?"
"Cevap: Evvelâ: Âlem-i İslâma gayr-ı muntazam veya intizamı bozulmuş bir meclis-i meb'usan ve encümen-i şûrâ nazarıyla bakıyorum. Şeriattan işitiyoruz ki, rey-i cumhur budur. Fetva bunun üzerinedir. İşte şu, bu meclisteki rey, ekseriyetin naziresidir. Rey-i cumhurdan mâadâ olan akval, eğer hakikat ve mağzdan hâli ve boş olmazsa, istidadâtın reylerine bırakılır. Tâ her bir istidat, terbiyesine münasip gördüğünü intihap etsin."(1)
Bu paragrafın kısa bir meali: Bütün ümmeti bağlayan kanun ya da hüküm, ulemanın çoğunluğunun kabul edip üzerinde ittifak sağladığı kanun ve hükümlerdir. Bunun dışında kalan şaz ve fevri hüküm ve yorumlar, şayet İslam’ın kaynaklarının ruhuna ve özüne uygun ise, kabiliyetleri bu hükme ve yoruma mutabık olanların tercihine bırakılırlar. Ta ki her bir kabiliyet kendine uygun bir fikri İslam dairesinde bulsun ve onun ile amel edebilsin.
İslam’daki muhtelif hak mezheplerin farklı içtihat ve görüşleri bu faydanın temini içindir. Ama bunun yanında, bütün ümmetin ve ortak bir aklın, üzerinde birleşeceği bir genel hüküm de vardır ve olmalıdır. En basit bir ferdi bile ihmal etmeyen şeriat, elbette toplumun ihtiyaç duyduğu birlik ve beraberliği temin edecek genel geçer bir hükmü tesis edecektir. Üstad Hazretleri böyle bir kurumun dağınık bir şeklini tarif ediyor. Yani geçmiş ve gelecekteki İslam aydınlarının ortak nokta ve görüşlerini kurumsallaştırmak pekala bu asrın insanlarına müyesserdir, denilmek sureti ile bir yol gösteriyor.
Ümmetin alimlerinin bir hususta ittifak etmesi ümmetin kolektif aklı olmuş oluyor ki, bu durum ümmet için, tıpkı Kur’an ve sünnet gibi bağlayıcı ve yol gösterici üçüncü bir delil ve kaynaktır. Bu kolektif aklın dışında kalan şaz ve bireysel içtihatlar ise, ümmetin muhtelif ihtiyaçlarını gören özel sunum ve malzemelerdir.
Bu paragrafta alimlerin içtihadi meşvereti izah ediliyor, yoksa bizim gündelik ve içtihada taalluk etmeyen meşveretlerimizden bahsedilmiyor.
Meşveretin kararlarına uymak dini açıdan farz değildir; lakin söz konusu cemaat veya organizasyonun selameti açısından farz kadar önemlidir. Meşveret kararlarına uyulmaması, cemaatin birlik ve dirliği açısından çok yanlış ve vebali olan bir tavırdır.
İslam geleneğinde ve ahlakında meşveret çok önemli bir yer tutar. Bu yüzden sadece bir cemaat kararı deyip önemsememek, aynı zamanda İslam’ın prensip ve ahlakını da önemsememek anlamına gelir.
Bu ümmetin kurtuluşu mukadder ise, "bunun en önemli sebebi meşveret ve şuradır" hakikatını Üstadımız şöyle dile getirir:
"Asya kıt’asının ve istikbalinin keşşafıve miftahı şûrâdır. Yani, nasıl fertler birbiriyle meşveret eder; taifeler, kıt’alar dahi o şûrâyı yapmaları lâzımdır ki, üç yüz, belki dört yüz milyon İslâmın ayaklarına konulmuş çeşit çeşit istibdatların kayıtlarını, zincirlerini açacak, dağıtacak, meşveret-i şer’iye ile şehamet ve şefkat-i imaniyeden tevellüd eden hürriyet-i şer’iyedir ki, o hürriyet-i şer’iye, âdâb-ı şer'iye ile süslenip garp medeniyet-i sefihanesindeki seyyiatı atmaktır."(2)
Dipnotlar:
(1) bk. Tuluât, İslam Alimlerinin Arasındaki İhtilafı.
(2) bk. Hutbe-i Şamiye, Altıncı Kelime.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Mesela İmam-ı Azam hazretlerinin namazda fatihayı herkes kendi dilinde okuyabilir (tabi bazı şartları da var). diyorsunuz.
Bu görüşü İmam Azam değil de başka bir hocadan duysak bida görüş hissi verirdi.
Namazda fatihayı, KURANın belirttiği biçimin dışında okumak batıl değil mi?
İmam-ı Azam hazretleri müçtehitlerin büyüğü olup, verdiği fetvaları cumhur-u ulema dediğimiz alimleri topluluğu kabul etmiş ve tasdik etmiştir. Başka bir hoca dediğiniz kişi kendi kafasından veya ayetlerden bile alıp verdiği bir fetva, eğer alimler topluluğundan onay almamışsa, o zaman Bid'attır deriz ve reddederiz. Burada İmam-ı azam olsun bir başkası olsun kabul edilen veya reddedilen fetvası bu genel prensip itibariyledir. Bu konuda Bediüzzaman şunları söyler: