"Ayetü’l-Kübra" ile "Otuz Üçüncü Söz" arasında nasıl bir fark vardır? İkisi de kâinatı tanımaya çalışıyor.
Değerli Kardeşimiz;
Her iki risale de aynı meseleye yani tevhid hakikatine işaret etmekle birlikte, izah tarzı ve yaklaşım şekli farklıdır. Şöyle ki;
Otuz Üçüncü Söz, şöyle bir suale cevap mahiyetindedir:
"SUAL: Şu iki ayet-i câmianın ifade ettiği vücub ve vahdâniyet-i İlâhiye ve evsâf ve şuûnât-ı Rabbâniyeye, âlem-i asgar ve ekber olan insan ve kâinatın vech-i delâletlerini, mücmel ve kısa bir surette beyanlarını isteriz. Çünkü münkirler pek ileri gittiler.
'Ne vakte kadar وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ deyip elimizi kaldıracağız?' diyorlar." (Sözler, 33. Söz)
Yedinci Şua olan Ayetü'l-Kübra risalesi ise tiyatral formatta her varlığın dili ile Halık'ımızın varlığını ve birliğini anlamaya matuf bir yol izlemektedir. Anlattığı konuların genel çerçevesi aynı olsa da farklı yol ve yöntemlerle ortaya konmaktadır.
Tevhid ve imanın mertebesi, derinliği, makam ve dereceleri sayısızdır. İnsan iman ve tevhit konusunda ne kadar terakki ederse, o insan için ebedi alemde manevi bir makam hükmündedir. Bu sebeple şu kadar bana yeterli, gerisi gereksiz diyemeyiz.
Risale-i Nur'da izah ve ispat edilen tevhit delillerinin hepsinin makamı, derecesi ve derinliği farklıdır. Hepsi okuyana ayrı bir nur ve bir makam verir. Her bir imani bahis, insanı farklı bir pencereden farklı bir tevhit manzarası seyrettirir. Risale-i Nur'daki imani bahisler birbirinden hiç farkı olmayan kuru bir tekrardan ibaret değildirler. Hepsi ayrı bir nur ve ayrı birer bahistirler.
Üstad'ımızda Otuz Üçüncü Söz'ün sonunda bu inceliğe şu şekilde işaret ediyor;
"Şu Otuz Üç Pencereli olan Otuz Üçüncü Mektup, imanı olmayanı, inşaallah imana getirir. İmanı zayıf olanın imanını kuvvetleştirir. İmanı kavî ve taklidî olanın imanını tahkikî yapar. İmanı tahkikî olanın imanını genişlendirir. İmanı geniş olana, bütün kemâlât-ı hakikiyenin medarı ve esası olan marifetullahta terakkiyat verir, daha nuranî, daha parlak manzaraları açar. İşte bunun için, 'Bir pencere bana kâfi geldi, yeter.' diyemezsin. Çünkü senin aklına kanaat geldi, hissesini aldı ise, kalbin de hissesini ister, ruhun da hissesini ister. Hatta hayal de o nurdan hissesini isteyecek. Binaenaleyh, her bir pencerenin ayrı ayrı faideleri vardır..." (Sözler, 33. Söz, İhtar)
Ayrıca bu zamanda küfür, inkâr ve gaflet grupları çok ileri gitmiş. Çok çeşitlenmiş olan bu küfür grupları, âdeta bin yıllık bir tahşidata ulaşıp her taraftan sel gibi ehli imana hücum ediyor. Böyle büyük, çeşitli ve tehlikeli küfür seline karşı Risale-i Nur'un iman ve tevhit konusunda büyük ve çeşitli tahşidatlar yapması ve bütün cihetleri ile izah ve ispat etmesi gayet yerindedir.
Risale-i Nur sadece bir kalbi bir haneyi tamir etmiyor. Bütün insanlığı ve bütün alem-i İslamı müdafaa edip tamir ve tahkim etmeye çalışıyor. Böyle külli ve genel bir tadil ve tamirde de tevhit ve imanın bütün cihet ve inceliklerini izah ve ispat etmesi, elzem bir ihtiyaç ve zaruri bir gerekliliktir.
Ayrıca bu yerlere çok benzeyen bir risale de Üçüncü Şua olan Münacat Risalesidir. Bununla beraber Cevşen'in yedinci bölümü olan Hülasatü'l-Hülasa da yine bu iki risalenin özeti hükmündedir.
İlave bilgi için tıklayınız:
- Ayetü'l-Kübra ile Münacat aynı şeylerden mi bahsediyor, aralarında ne gibi fark var?
- Ayetü'l-Kübra, Hülasatü'l-Hülasa ve Münâcat arasında fark var mıdır?
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü