"Madem kâinatta en kıymettar şey hayattır. Ve kâinatın mevcudâtı hayata musahhardır. Ve madem zîhayatın en kıymettarı zîruhtur..." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Sonra, kemalât-ı insaniyenin en mühimmi ve en büyüğü, belki, bilcümle kemalât-ı insaniyenin menbaı ve esası, iman-ı billahtan ve marifetullahtan neşet eden muhabbetullah olduğunu bilen o dünya seyyahı, bütün kuvvetiyle ve letaifiyle, imanın kuvvetinde ve marifetin inkişafında daha ziyade terakki etmesini istemek fikriyle başını kaldırdı ve semavata baktı. Kendi aklına dedi ki:.." (1)
İnsanın en büyük gayesi kemale ulaşmaktır. İnsanı mükemmelliğe götüren en büyük vasıtalardan birisi de Allah’ı tanımak ve bu tanımanın neticesinde de Allah’ı sevmek ve O’na haşyet duymaktır. İşte bu risaledeki seyyah kâinatı marifet ve muhabbette terakki etmek için dolaşıyor. Ve her şeyi incelemesinde marifet ve muhabbeti biraz daha ziyadeleşiyor.
“... Madem kâinatta en kıymettar şey hayattır ve kâinatın mevcudatı hayata musahhardır ve madem zîhayatın en kıymettarı zîruhdur ve zîruhun en kıymettarı zîşuurdur ve madem bu kıymettarlık için küre-i zemin, zîhayatı mütemadiyen çoğaltmak için her asır, her sene dolar boşalır. Elbette ve herhalde, bu muhteşem ve müzeyyen olan semavatın dahi kendisine münasip ahalisi ve sekenesi, zîhayat ve zîruh ve zîşuurlardan vardır ki; huzur-u Muhammedîde (a.s.m.) sahabelere görünen Hazret-i Cebrail’in (a.s.) temessülü gibi melâikeleri…"(2)
Hayat bütün kâinat fabrikasının çarklarının işlemesinden hâsıl olan en cami ve hülasa bir san’attır. Mesela, bir arının hayatının teşekkülü için bütün kâinat çarklarının işlemesi ve hareket etmesi gerekir. Güneş, su, hava, toprak, elementler, hassas bir nizam ve ölçü ile hareket etmeden, arının hayatı meydana gelemez. Bu yüzden, arının hayatının teşekkülü için bütün kâinat ve kâinattaki sebeplerin hassas ve ölçülü bir surette çalışması ve hareket etmesi gerekiyor. Bu sebeplerden bir tanesi vazifesini terk etse, hayat teşekkül etmez ve devam etmez.
Mesela güneş olmasa hayat olmuyor, su olmasa yine olmuyor, toprak olmasa yine olmuyor, yıldız ve galaksiler çok intizamlı hareket etmeseler yine hayat olmuyor. Zira bir yıldız zerre kadar yörüngesini şaşırsa, bütün kâinat fabrikasını yerle bir edecek. Demek çok uzakta, hayattan alakasız gibi duran bir yıldızın da hayata bir hizmeti ve müdahalesi vardır.
Bu da gösteriyor ki, hayat bütün kâinattan süzülüp gelen bir damla, bir meyve, bir neticedir. Küçük bir arı hayat sayesinde bütün kâinatla alakadar olup bütün sebeplerin bir muhassalası, bir neticesi oluyor. Yani arı basit bir cüz iken, hayat ile bütün kâinatla alakadar küllî hükmüne geçiyor; bütün o küllî unsurlara efendi oluyor, o azametli şeyler ona hizmet ediyor.
Madem hayat bu denli mükemmel ve ihatalı, elbette hayatın da en mükemmeli ruhlu ve şuurlu olanıdır. Allah bütün kâinatı böyle bir hayatı netice verdirmek için sevk ve idare ediyor. Öyle ise kâinatın her tarafında böyle ruhlu ve şuurlu hayatların olması gerekir ki, maksat tam tahakkuk etsin. Böyle bir hayatı sadece dünyaya hapsetmek ve sema dairelerinde böyle hayatları yaratmamak İlahî hikmete uygun düşmez. Öyle ise sema dairesinde de oranın şartlarına münasip şuurlu sekenelerinin olması hikmeten gerekir ki, Kur’an bu tip hayatlılara melekler ve ruhanîler ismini veriyor.
Melekler ve ruhanîleri, insanlığın önde gelenleri olan yüz yirmi dört bin peygamberler ve onların manevî terbiyesinde yetişmiş olan milyonlarca evliya görmüşler ve onlarla hasbihal etmişler. Öyle ise aklı başında ve kalbi yerinde olan bir kimse bu milyonlarca sadık insanların ittifakını inkâr edemez ve etmemelidir. Meleklerin varlığı böylece sabit olduktan sonra, o seyyah bu kez de Rabbini onlardan soruyor ki, marifet ve muhabbeti ziyadeleşsin.
Dipnotlar:
1) bk. Şualar, Yedinci Şua (Ayetü'l-Kübra)
2) bk. a.g.e.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü