"Tecelli", "Tecessüm", "Temessül" ne demektir?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Temessül; “bir şekil ve sûrete girmektir.” Bir şeyin suret ve mahiyetinin aynı ile başka bir şeyde yansıması demektir. Bu yansıma işinde, yansıyan şeyin, yansıdığı yere, asliyetinden ve vasıflarından bir şeyleri aksettirmesi bakımından da mertebelere ayrılır.

Temessülün çok mertebelerinden üç tanesi 16. Söz’de beyan edilmiş ve onlardan hakikat dersleri çıkarılmıştır.

Birincisi:

"Kesif, maddî şeylerin akisleridir. O akisler hem gayrdır, ayn değil."

“Bir tek zât, muhtelif merâya vasıtasıyla küllîyet kesbeder.”

Aynalar mahzenine giren bir şahsın binler şahıs olması Allah’ın koyduğu temessül kanunuyla tahakkuk etmektedir. O sûretleri yaratan da Allah’tır. Mahzendeki o şahıs, mesela, elini kaldırsa binlerce el birden kalkar. Sanki o şahıs binlerce eli bir kolaylığında kaldırmış gibi olur. Her bir aynada tam manası ile tasarruf eder. Ve her aynada kendisi olarak bulunur, birisi asılda diğerleri kopyası şeklinde bir şey olmaz.

Meselâ; bir mumun etrafında on adet ayna bulunsa, o mum her bir aynada temessül eder. Bir tek mum iken, on mum olur.

Yani, bir tek şahıs, kendisi cüz’î bir fert olduğu halde farklı aynalar yoluyla küllîleşir, bir anda çok işler görebilir. Bunun günümüzde en açık misali televizyon programlarıdır. Orada konuşan bir tek şahıstır, her ekran bir ayna kabul edilirse, o konuşma milyonlarca farklı mekânda, farklı kişilerce seyredildiğinde, o şahıs sanki külliyet kazanmış, milyonlarca şahsa birlikte hitap etmiştir.

Bir âlimin eserlerini de onun ilminin birer aynası olarak kabul edebiliriz. O tek şahıs kitabını okuyan her kişiyle sohbet etmiş gibi olur ve sohbeti külliyet kazanır.

Üstad Hazretleri “bir tek zâtın, muhtelif aynalar vasıtasıyla külliyet kazanmasına” güneşi misâl olarak veriyor. Güneş tek bir varlıktır ama, şeffaf şeylerdeki tecellileri sayılamayacak kadar çoktur. Yeryüzünü akisleriyle doldurur. Denizlerden, damlalardan, bütün gözlere kadar sayısız eşyada tecelli eder; onlar üzerinde iş görür.

İkincisi: "Maddî nuranînin akisleridir. Şu akis ayn değil, fakat gayr da değil. Mahiyeti tutmuyor; fakat o nurânînin ekser hâsiyetlerine mâliktir, onun gibi hayy sayılıyor..."

Hâsiyet; “hususi fayda, menfaat, hususiyet” gibi mânâlara gelir. Aynadaki güneş timsali güneşin mahiyetini tutmamakla birlikte, güneşin ısı, ışık, renk gibi hususiyetlerini taşımaktadır.

Allah’ın Nur ismine mazhar olan güneş, parlak ve şeffaf olan şeylerdeki tecelli edince ısısı, ışığı ve diğer vasıfları ile temessül eder. Bir aynayı güneşe karşı tutsak, güneş bütün vasıfları ile o ayna içinde görünür, hatta o ayna küçük bir güneşçik hükmüne geçer. Işığındaki yedi rengi, yedi sıfat olsa idi, yani görmek, işitmek, irade gibi sıfatlar ışığın içindeki o yedi renk şeklinde olsa idi, bütün ihatasında olan mevcudat ile bir nevi münasebet ve tecelli ile her şeyin yanında hazır ve nazır olacaktı. Güneş yarı nuranî olmasından dolayı, ekser sıfatları tecelli ettiği mahalde de ayniyet ile tutacaktı. Bu yüzden güneş tek ve yekta olmasına rağmen, her yerde nuraniyet sırrı ile hazır ve nazır olur, bir işi bir işine mani olmaz.

Üçüncüsü:

"Nuranî ruhların aksidir. Şu akis, hem haydır hem ayndır. Fakat âyinelerin kabiliyeti nisbetinde tezahür ettiğinden, o ruhun mahiyet-i nefsü’l- emriyesini tamamen tutmuyor."

Burada temessül, bir şeyin aynı ile başka bir şeyde yansıması demektir. Elektrik, ampül, buzdolabı, televizyon, çamaşır makinesi gibi aynalara girer ve hükmünü icra eder. Yani bütün özellikler ile girdiği yerdeki aynanın durumuna göre iş yapar.

Cebrail (as) nuranî bir varlık olduğu için, temessül sırrı ile bir anda binlerce yerde zâtı ile bulunur, aynı ile temessül eder ve bizzay zatı ile bulunur. Arştaki Cebrail (as) ile Dıhye suretinde Resul-i Ekrem Efendimizin huzuruna gelen Cebrail (as) aynıdır. Ancak Arş çok câmi’ ve geniş bir ayna olduğu için, Cebrail (as) bütün haşmet ve azameti ile arşta temessül eder. Haşmet ve azamet aynanın kabiliyetine göre oluyor. Lakin ayna küçük veya büyük olduğu için, haşmet ve azamet de aynanın kabiliyetine göre oluyor. İnsan bizzat nasıl kendinden haberdar ise, Cebrail (as) da aynı şekilde temessül ettiği her yerde kendi olarak temessül ettiği için, şuuru yerindedir ve kendisidir.

Azrail (as) bir anda binlerce canı birden alır.

Tecelli ile temessülü karıştırmamak gerekir. Allah’ın isim ve sıfatları eşya üzerinde tecelli eder; ama temessül etmez.

Temessül yukarıda genişçe izah edildiği üzere; bir şeyin aynı ile başka bir şeyde yansıması demektir.

Allah’ın veya nuraniyetinin bir şeyde temessül etmesini, tecelli şeklinde anlamamız gerekir. Mesela; Allah’ın kelam sıfatı, insan aynasında ağız ve konuşmak şeklinde tecelli etmiştir. Allah’ın ehadiyet ve nuraniyet sıfatları, insanda ruh olarak temessül etmiştir. Bu yüzden, ruh bir anda milyonlarca işi yapar, bir işi bir işine mani olmaz ve mekân kaydından azade bir mahiyete sahiptir.

Temessülün hadsiz aksamı ve aşamaları olduğu için, her mevcudat aynası kabiliyetine göre, bu temessüle mazhar oluyor. Bir kelam kendi kabı ve kapasitesine uygun olarak, o temessüle mahal oluyor. Mesela; Kur’an’ın bir kelimes, ya da bir ayeti, Allah’ın sıfatlarının temessülüne mazhar olduğu için taklidi ve tanziri kabil olmuyor. İnsanlar bu kelime ve cümle karşısında bizar kalıyor. İşte temessülün bir aksamı. Ama o kelam Allah’ın ezeli kelam sıfatı bende bütünü ile saklı diyemez vesselam.

Netice olarak, temessül mevcudatta caiz iken, Allah hakkında caiz değildir. Sözü Üstad Hazretlerinin şu tespitleri ile bitirelim:

"İ'lemeyyühe'l-aziz! İnsanların öyle eblehleri vardır ki, şeffaf bir zerrede şemsin timsalini veya bir çiçeğin renginde şemsin tecellîsini görse, şemsin o timsal ve tecellîsinden, hakikî şemsin bütün levâzımâtını, hattâ âleme merkez olmasını ve seyyârâta olan cezbini talep edip isterler. Maahaza, o zerrede veya o çiçekte gördüğü timsal ve tecellînin bir ârızadan dolayı kayboldukları zaman, basar ve basiretinin körlüğü dolayısıyla, hakikî şemsin inkârına zehab ederler. Ve keza, o eblehler, tecelliyle husule gelen vücud-u zıllîyi, vücud-u hakikî ve aslîden fark edemezler, birbiriyle iltibas ederler. Bunun için, bir şeyde şemsin timsalini, gölgesini gördükleri zaman, şemsin hararetini, ziyasını ve sair hususiyatını da istemeye başlarlar."

"Ve keza, o eblehler sinek, böcek ve sair küçük ve hasis şeylere bakarken, onlarda pek yüksek bir eser-i san'at ve hikmet görmekle, derler: 'Sâni bunlara pek fazla ehemmiyet vermiştir. Bir sineğin ne kıymeti olabilir ki bu kadar masraflara, külfetlere mahal olsun?' "

"Arkadaş! Bu gibi eblehleri ikna ve işkâllerini def için, dört şeyin bilinmesi lâzımdır."

"Birincisi: Cenab-ı Hakkın rububiyetinin kemaliyle alâkadar olan her şey Onu tavsif eder. Fakat, o şeyin, rububiyetine mazhar olduğu münasebetiyle, kemalinin de mahall-i tecellîsi olur. Fakat o kemalle muttasıf olamaz..."(1)

Tecelli: Kelime olarak görünme ve bilinme manasına geliyor. Istılahtta ise, Allah'ın (C.C.) lütfuna mazhar olma, İlâhi kudretin meydana çıkması ve görünmesi demektir. Bu da eşya vesilesi ile oluyor. Yani bütün eşya ve kâinat Allah’ın isim ve sıfatlarının birer tecellisinden ibarettir. Tabi eşya isim ile aynı değil, sadece bir levha ve alamettir.

Eşya, isimler, sıfatlar, şuunatlar ve Zat-ı Akdes arasında mukayese yapıldığı zaman, nisbi olarak alttan üste doğru makam olarak bu mana vardır. Yani eşya isimlere nisbet edildiği zaman yanında gölge gibi kalır. İsimler de sıfatın yanında, sıfatlar şuunatların yanında, şuunatlar da Zat-ı Akdese nisbet edildiği zaman gölge gibi kalır. Şayet isimleri Zat-ı Akdese nisbetle düşünecek olursak, Allah’ın Zatının yanında gölgenin gölgesi gibi kalır.

Üstad Hazretleri bu hakikati şöyle ifade etmektedir:

"Yirmi İkinci Söz'de izah edilen şu temsile bak ki: Nasıl mükemmel, muntazam, san'atlı, saray gibi bir eser, bilbedâhe, muntazam bir fiile delâlet eder. Yani, bir bina, bir dülgerliğe delâlet eder. Ve mükemmel, muntazam bir fiil, bizzarure, mükemmel bir fâile ve mahir bir ustaya, bir dülgere delâlet eder. Ve mükemmel usta ve dülger ünvanları, bilbedâhe, mükemmel bir sıfata, yani san'at melekesine delâlet eder. Ve mükemmel sıfat ve o mükemmel meleke-i san'at, bilbedâhe, mükemmel bir istidadın vücuduna delâlet eder. Ve mükemmel bir istidat ise, âli bir ruh ve yüksek bir zâtın vücuduna delâlet eder."

"İşte, bütün âlemdeki âsâr-ı san'at ve bütün mahlûkat, herbiri birer eser-i mükemmel olduğundan, herbiri bir fiile; ve fiil ise isme; isim ise vasfa; ve vasıf ise şe'ne; ve şe'n ise zâta şehadet ettikleri için, masnuat adedince, birtekSâni-i Zülcelâlin vücub-u vücuduna şehadet ve ehadiyetine işaret ettikleri gibi, heyet-i mecmuasıyla, silsile-i mahlûkat kadar kuvvetli bir tarzda bir mirac-ı marifettir. Hiçbir cihette içine şüphe girmeyen müteselsil bir burhan-ı hakikattir."(2)

Tecessüm: Cisimleşmek, maddeleşmek, göz önüne gelmek, mücessem olup görünmek gibi manalara geliyor. Mesela, Rezzak ismi ekmek şeklinde, Şafi ismi aspirin şeklinde tecessüm etti denilebilir.

Tecessüm, eşyanın kendisi iken; tecelli, ismin eşya üstünde görünmesidir. Temessül ise ismin bazı vasıflarını eşya üstüne aktarması demektir.

İnsanın saçından tırnağına kadar her şeyi onun için büyük bir nimettir. Bu nimete çalışarak, bir şeyler kazanarak değil, sadece bir İlâhî lütuf olarak kavuşmuştur. Hangisine baksak üzerinde lütuf ve keremin izini görürüz. Bu haliyle sanki insanın bütün organları lütuf ve keremin tecessüm etmiş şekli gibidir. Yani bu manalar cisim giymiş de insan olmuş gibidir.

Elimize hikmet nazarıyla baksak her şeyiyle faydalı ve hikmetli olduğunu görürüz. Sanki hikmet tecessüm etmiş de el olmuş gibi. Aynı ele kudret nazarıyla baksak, ondaki sayısız atomların birer güç kaynağı olduklarını düşünsek, “sanki kudret tecessüm etmiş de el olmuş” deriz.

Bu ikram ve ihsanın yanında, bu organlar aynı zamanda insan için bir güzellik, bir hüsün kaynağıdır.

Dipnotlar

(1) bk. Sözler, Otuzuncu Söz, On Sekizinci Pencere

(2) bk. Mesnevî-i Nuriye, Hubâb

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
T
Okunma sayısı : 11.565
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...