"Bu saati düşün. Sendeki sabır kuvveti bu saate kâfi gelir." Bunu nasıl başarabiliriz? Sabır kuvvetini geçmişe dağıtmak gibi bir sorunum var...
Değerli Kardeşimiz;
Evvela; sabır kuvvetini geçmişten ziyade, hâle ve istikbale dağıtmak lazımdır. Siz onu sadece geçmişe dağıttığınızı zannediyorsunuz. Esas itibariyle insan; karşılaştığı musibetlere dayanamamasının sebebi, mazide musibetin ızdırap ve çilesinin, hâlde ve istikbalde de devam edeceğini vehmetmesidir.
İşte Muazzez Üstad'ımız risalelerde; maziye geçen musibetin çilesinin ve meşakkatinin bittiğini, yerine elemin zevalinden gelen lezzetin geçtiğini ifade ediyor. Maziye üzülmeye ve sabır kuvvetini ona dağıtmaya, bir nevi "eblehliktir" diyor.
İnsan sabır kuvvetini; gerek ibadet hususunda gerekse musibetler karşısında geçmiş ve gelecek zamanlara harcayıp tüketiği takdirde hazır zamandaki ibadet külfetini taşıyamaz, musibetlere tahammül edemez. İnsan, “Önümde daha şu kadar ömür var. O ömür içinde de şu kadar namaz kılacağım..." deyip, sabır gücünü dağıtmamalı, sadece bulunduğu zamanı düşünmelidir. Çünkü geçmişin sıkıntısı gitmiş, sevabı kalmış; gelecek ise daha gelmemiş. Öyle ise bunları düşünüp, sabır kuvvetimizi heba etmenin bir manası yoktur. Biz ibadet noktasında sadece bulunduğumuz anı düşünmeliyiz. O zaman sabır kuvvetimiz kılacağımız bir vakit namazın külfetine rahatlıkla dayanabilir. O namazı kıldıktan sonra bir sonraki namazın vakti girinceye kadar bizim için farz namaz söz konusu değildir.
"İşte, ey sabırsız nefsim! Sen üç sabırla mükellefsin. Birisi, taat üstünde sabırdır. Birisi, mâsiyetten sabırdır. Diğeri, musibete karşı sabırdır. Aklın varsa, şu Üçüncü İkaz'daki temsilde görünen hakikati rehber tut, merdâne 'Yâ Sabûr' de, üç sabrı omuzuna al. Cenâb-ı Hakk'ın sana verdiği sabır kuvvetini eğer yanlış yolda dağıtmazsan, her meşakkate ve her musibete kâfi gelebilir; ve o kuvvetle dayan." (Sözler, Yirmi Birinci Söz, Birinci Makam)
İstikbal ise; madem gelmemiş, vehmi bir temenni söz konusu. Bu vehime vucut rengi verip, musibetin istikbalde de devam edeceğini düşünmek ise doğru değildir.
Musibetin üzerine gitmek; "ah, of, vay" diye sızlanmak ve müşteki olmak mahzurludur. Bu durum musibeti ziyadeleştirir ve kökleştirir. Musibetin hikmetini, faydasını, ibadet cephesini, günahlara kefaret olduğunu, bilirsek, hafifler ve bizi manen rahatlatır.
Bu minval üzere bizleri rahatlatacak olan; Yirmi Birinci Söz'ün Birinci Makamı, Yirmi Üçüncü Mektup, Birinci Lem'a, Yirmi Beşinci Lem'a ve Yirmi Altıncı Lem'a gibi risaleleri okumamızda büyük fayda vardır.
Hastalıkları, hamde ve şükre vesile olması cihetiyle Allah’ın bir hikmeti ve rahmeti olarak değerlendirmek lazımdır.
Üstad Hazretlerinin ve onun ihlaslı, sebatkâr ve fedakâr talebelerinin iman hizmeti yolunda çektikleri sıkıntı ve meşakkatlere, maruz kaldıkları eza ve cefalara sabırla mukabele etmeleri bunun en bariz delilidir.
Her insan çeşitli musibetlere maruz kalabilir, birçok hadislerlerle karşılaşır, bu imtihanın bir gereği ve hayatın değişmez kanunudur. Bu dar-ı imtihanda hiç kimsenin asude bir hayat yaşadığı vaki olmamıştır. İnsanın yaratılışından beri hâl, bu minval üzere devam etmektedir. Bu değişmez ezelî bir kanundur, kıyamete kadar da böyle gidecektir. Bu dünya bir imtihan salonu olduğundan insanlar çeşitli şekillerde imtihana tabi tutulurlar.
Bu durumda insan ya sabredip olgunlaşır, Rabbimin rızasını kazanır ya da isyan edip manen sukut eder.
Muazzez Üstadımız; "...Musibetlerin tenevvüü, musikinin nağmelerinin tenevvüü gibi bana geliyordu." (Divan-ı Harb-i Örfi, İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi) ifadesiyle bize, en yüksek bir metanet ve marifet dersi veriyor.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü