"...bütün vücut âlemleri ‘elhamdülillâh, elhamdülillâh’ ve bütün adem âlemleri ‘sübhânallah, sübhânallah’ derken ve ihâtalı bir kanun-u mübareze ile..." cümlesini yorumlar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
"Elhâsıl, vücut kâinatları ve hadsiz adem âlemleri birbirleriyle çarpışırken ve Cennet ve Cehennem gibi meyveler verirken ve bütün vücut âlemleri 'Elhamdülillâh, elhamdülillâh' ve bütün adem âlemleri 'Sübhânallah, sübhânallah' derken ve ihâtalı bir kanun-u mübareze ile melekler şeytanlarla ve hayırlar şerlerle, tâ kalbin etrafındaki ilham, vesvese ile mücadele ederken, birden meleklere imanın bir meyvesi tecellî eder, meseleyi halledip karanlık kâinatı ışıklandırır. اَللهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ âyetinin envârından bir nurunu bize gösterir ve bu meyve ne kadar tatlı olduğunu tattırır."(1)
Allah’ın, kainatta zıtları birbirleri ile çarpıştırması, değişmez bir adeti ve kanunudur. Ve bu çarpışmadan, hayrın terakki ile tekemmül etmesi murat ediliyor. Bu yüzden kainatta nasıl hayır ve güzellikler mutlak olarak galipse, bu hayır ve güzelliklerin manasını ihsas ettirip keskin hale getirecek mevhum ve farazi şerler ve zıtlar da, her hayır ve güzelliğin karşısında mevcut olarak icat edilmişlerdir.
Bu manadan olarak; varlık alemlerinin değer ve kıymetinin anlaşılması için, adem alemleri farazi ve mevhum olarak, bu varlık alemlerinin karşısına çıkarılıyor. Hakikatte yokluk diye, adem diye bir şey yoktur. Zira mutlak varlık olan Allah varken, mutlak yokluk bulunamaz. Zira mutlak varlık yokluğu yok edip, ebedi ve ezeli olarak mahkum ediyor. Yani Allah varken yokluk diye bir şey olmaz. Öyle ise adem alemlerinden kast edilen şey; mevhum ve farazi bir haldir. Yani karşı zıttın anlaşılmasında bir mikyas, bir küçük ölçücüktür. Tıpkı insandaki farazi ve mevhum olan ene duygusu gibi, yokluk alemleri de kafiri tazip etmek ve varlığı kıymetli kılmak için farazi olarak çizilmiş bir hattır.
Nasıl şeytanın gücü ve kuvveti olmadığı halde, mesleğinin tahrip olmasından dolayı, yaratılma noktasından hayra hizmet ediyor ise, mevhum olan adem alemleri de varlık alemlerinin kıymet ve değerinin anlaşılmasında bir nevi hizmet ediyor.
Varlık alemlerinin hamd ile adem alemlerinin tesbih ile nispet edilmesinde şöyle bir nükte var: Hamdi gerekli kılan bütün nimet ve ikramlar, varlık temeli üstünde dururlar, yani bütün güzellik ve hayırlar varlık ile meydana çıkarlar, bu sebeple nimetlerin en büyüğü ve temeli; yokluktan varlığa çıkmaktır. Yokluk alemlerinin tesbih ile nispet edilmesi ise, yokluğun hakikati halde olmamasına işaret etmek içindir. Yani yokluk bir kusur, bir eksiklik olduğu için, Allah’a izafe edilmesi mümkün değildir.
Sel gibi akan unsurlar tabirinde; tabiatı oluşturan ana unsurların icat ve yaratma noktasında ne kadar kabiliyetsiz ve yaratmaktan uzak olduklarına işaret vardır.
Mesela; suyun tabiatında yapmak değil, yıkmak hakimdir, ateşin tabiatında yoktan var etmek değil, var olanı yakarak yok etmek esastır, toprağın tabiatında kabalık ve kesiflik hükmettiği için, yapmak değil sindirmek ve yok etmek asıldır, havanın tabiatında esip gürlemek ve dağıtmak esastır. Yani tabiatın temel dört unsuru bu halde iken, nasıl olur da şu mükemmel ve muazzam kainatın icadı ve yaratılması, böyle sel gibi akmak ve yıkmak tabiatında olan unsurlara isnat edilebilir diye, unsurların icat ve yaratmaya kabil olmadıklarına işaret ediliyor.
(1) bk. Şualar, On birinci Şua, On Birinci Mesele.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü