"Esbap" perde midir?
Değerli Kardeşimiz;
“Esbab, bir perdedir. Çünkü, izzet ve azamet öyle ister. Fakat, iş gören kudret-i Samedâniyedir.”(1)
Üstat Hazretleri bir dersinde sebepleri “padişahın kıymettar hediyesini bize getiren miskin bir adama” benzetir. Padişah o hediyeyi bizzat kendisi getirip bize vermez; o makamın izzeti, perdeli iş görmeyi gerektirir. Ama biz padişahın hediyesini o hizmetçi adamın eliyle aldığımızda çok iyi biliriz ki, bu hediye bu adamın kendi malı değildir.
Zâhirde hediyeyi veren miskin adamdır, hakikatte ise padişah.
Bir perdenin arkasından bize bir hediye uzatılsa, çok iyi biliriz ki hediyeyi veren o perde değildir.
Bir başka risalede ise ağaçlar tablacıya benzetilir. Bir tabla içerisinde bize ikram edilen bir nimeti o tablanın bir ihsanı olarak kabul edemeyiz. O tablayı bir perde olarak görür ve o nimetleri ona yerleştirip bize gönderen ikram sahibini ararız.
Bütün sebepler birer miskin adam yahut üzerine nimetlerin dizildiği birer tabla gibidir.
Güneşe ziya yerleştiren kudret, ağacı meyve fabrikası haline getirmiş, denizi balık üreten muhteşem bir fabrikaya çevirmiştir. Ne ışık, Güneş'in eseridir; ne meyve ağacın malıdır; ne de balıklar denizin hüneridirler. Bunların hepsi birer perdedirler ve “iş gören kudret-i Samedâniyedir.”
Bilindiği gibi, Samed ismi, “kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan ve her şeyin kendisine muhtaç olduğu zat” demektir.
Meyveyi ağaç yapamaz, zira ağaç çok şeylere muhtaçtır. Her şeyden önce, mevsime muhtaçtır; mevsimi gelmeden meyvesini veremez. Mevsimin gelmesi için de dünyayı güneş etrafında döndürecek kudrete muhtaçtır. O halde meyveyi yapan, ağaç değil, mevsimi getiren kudretin sahibidir.
Keza, ağaç yağmura da muhtaçtır. Yağmur için güneşin denizi buharlaştırması, rüzgârın bulutları taşıyıp ağacın imdadına yetiştirmesi gerekir. O halde meyveyi yapan, ağaç değil, Güneşi, denizi ve rüzgârı emrinde çalıştıran kudretin sahibidir.
Kısacası, meyvenin meydana gelmesi için bütün bir kâinatın birlikte çalışması gerekir. Meyveyi yapan ağaç değil, kâinatı sevk ve idare eden “kudret-i Samedâniyedir.”
Kaldı ki, o ağacın kendisi de bütün bir kâinattan süzülmüş bir kudret mucizesidir. O halde, meyveyi yapan ancak ağacı yapan kudretin sahibidir. O kudret-i Samedâniye, kendini ağaç perdesinde göstermiş ve yine o kudret meyveleri o perdenin arkasında insanlara ikram edilmiştir.
Bir insan, kendi başındaki saçları yapamazken, ağacın meyve yaptığını, toprağın ağaç yaptığını nasıl iddia edebilir!?.
Ve yine insan, kendi kanında yüzen al ve akyuvarları yapmaktan aciz iken, balıkları denizin yaptığına nasıl inanılabilir!?.
Hiç kimse ve hiçbir şey hakiki manada bir şey yapıyor değiller, zira herkesi ve her şeyi Allah yarattığı gibi, bazı şeyleri de sebeplerin eliyle yine O yaratıyor.
Sebeplerin perde olmasının bir yönü de sinema perdeleri gibi birçok İlâhî icraatın onlarda seyredilmesi ve sergilenmesidir.
Cenab-ı Hakk’ın bütün esmâsı ve sıfatları nuranî olduğundan o isim ve sıfatların manevî güzellikleri ancak “esbab perdesinde” kendini gösterir.
Kudret manevî bir kemaldir. Bu kemal, sayısız yıldızların birlikte sevk ve idare edilmelerinde seyredilir.
Rızık verici olmak ayrı bir kemaldir; bu kemal ise yeryüzü sofrasında dizilen hadsiz nimetlerde görünür.
O halde, semâ âlemi bir perde gibidir; onda İlâhî kudret seyredilir. Zemin ayrı bir perdedir; onda da İlâhî rahmet kendini gösterir. Ama çok iyi biliriz ki, perdeler iş görmezler, ancak onlarda iş görülür.
Bir kitap da kâtibin ilmini gösteren bir perde gibidir, ama çok iyi biliriz ki, o kitap âlim değildir, ancak ilim o perdede kendini seyrettirmektedir.
Kendisini ve kâinat kitabını okuyan mütefekkir bir insan, hiçbir mahlûkun başıboş olmadığını, onların emir tahtında hareket ettiklerini idrak eder. Birbirini tanımayan şuursuz mahlûkların kendisine hizmet ettirildiğini, bu kadar harika işlerin meydana gelmesinde onların hiçbir tesirlerinin olmadıklarını, onların sadece birer perde olduklarını anlar.
Kendini bilen mütefekkir bir insan, “Bir köyün muhtarsız, bir iğnenin ustasız ve bir harfin kâtipsiz” olamayacağını bilir, her neye ve hangi hadiseye bakarsa baksın, onun arkasında Rabbinin sonsuz fiillerini ve nihayetsiz tasarrufunu idrak eder. Bu kadar sanatlı ve hikmetli eserlerin ve icraatların; “şuursuz sebeplerin, kör tesadüfün, sağır tabiatın” işi olamayacağını anlar. Kâinattaki bedi ve garip eserleri ibretle okur, her varlık üstünde Cenab-ı Hakk’ın silinmez ve taklit edilmez mührünü okur.
Kendini bilen ve okuyan insan, Yüce Allah’ın bütün mahlûkatı en mükemmel bir şekilde terbiye ettiğini, onları insana hizmet için seferber kıldığını, eşyanın vücuda gelmesini bir takım sebeplere bağladığını anlar. Bütün sebeplerin birer perde olduğunu; o adi ve basit sebeplerden meydana gelen eşyanın ise harika, mükemmel ve kusursuz olduğunu görür. Ağacın meyve vermesi, nutfeden insanın yaratılması, yumurtalardan civcivlerin çıkması, kafatasında saçın bitmesi gibi harika işlerin, mükemmel neticelerin adi ve şuursuz sebeplerin işi olamayacağı, o sebepleri de onlardan meydana gelen harika neticeleri de yaratan sonsuz kudret sahibi Rabbine hamd eder.
Evet, toprak, hava, su ve güneş eşyanın vücuda gelmesinde birer sebeptirler. Birinin olmaması halinde istenen maksat hâsıl olmaz. Ancak o neticeler o adi sebeplerin işi değildir. Küçük bir ceviz için koca bir ağacı vesile kılan Allah, ince bir telden kavun, karpuz ve kabak gibi nice sebze ve meyveleri yaratmaktadır. Tohum ekmeden buğday elde edilmez ama buğdayın meydana gelmesi şuursuz toprağın işi değildir. Bir mısır danesinden yüzlerce mısır yaratmak Allah’a hastır.
(1) bk. Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü