"'Fikrin evveli amelin âhiri, amelin evveli fikrin âhiri' olan kaidesinin zımnındaki sırr-ı aciptir." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Birincisi: “Fikrin evveli amelin âhiri, amelin evveli fikrin âhiri” olan kaidesinin zımnındaki sırr-ı aciptir. Şöyle: Nur-u nazarla ilel-i müterettibe-i müteselsilenin meyanında olan terettübü keşfederek umum kemâlât-ı insaniyenin tohumu hükmünde olan mürekkebatı, besaite tahlil ve ircâ etmekle hâsıl olan kabiliyet-i ilim ve terkip dedikleri kavanîn i cariyeyi istimal edip, san’atıyla tabiatı muhakât olan kabiliyet-i san’attan nazarının kusurunu ve evhamın müzahameti ve sevk-i insaniyetin adem-i kifayeti cihetiyle bir mürşid-i nebîye ihtiyaç gösteriyor; tâ, âlemdeki nizam-ı ekmelin muvazenesi muhafaza olunsun."
Üstadımız, Muhâkemat'taki sualle alakalı kısımda, beşerin nübüvvete muhtaç olduğunu, peygamberlik mesleğinin insanları irşâd bakımından bir zaruret olarak ihdâs edildiğini anlatmaktadır. Peygamberliğin insanlar için bir zaruret olmasının üç sebebi vardır. Bu üç sebep, aynı zamanda insanları hayvanlardan ayıran üç ana özelliktir. Hayvanların nübüvvete ihtiyaçları yoktur. Çünkü onlar yaratılışta istikâmetli, donanımlı ve vazifeli olarak, kader tarafından programlandırılarak yaratılmışlardır. Hayatlarında kesinlikle mahzur meydana getirecek zikzaklar ve sapmalar olmaz."
İnsanlar ise; mezkur üç noktadan dolayı hayvanlardan ayrılıyor. Bu üç noktanın gelişmesi ve mükemmelleşmesi için de, insanların yetenek ve istidâtları serbest bırakılmış, hayvanlar gibi fıtratları tahdit edilmemiştir. İşte serbest bırakılan ve tahdit edilmeyen yeteneklerle insanlar, kendilerini hayvanlardan ayıran üç önemli hususiyetini geliştirip, tahakkuk ettirebilmeleri ve bu üç özelliğin kâinatta esas olan hikmet, adalet ve maslâhat kurallarına muvâfık ve uygunluk arz etmesi için, Sâni-i Hakîm, peygamberlik müessesesini ihdâs etmiş ve vazifeli peygamberler göndererek kâinatın hizmet ettiği insanların, fikir ve fiillerini kâinatın umumi ahengine uygun hale getirmiştir.
Sualdeki kâide, sadece insanlara has bir kâidedir. Yani insanlar güzel fikir, düşünce ve san'atlarını, Cenâb-ı Hakk'ın yaratmış olduğu mahlûkatın aralarındaki münâsebet, nizâm, kâide ve hallerinden çıkarırlar. Allah’ın yarattıklarına ve İlâhi san'atlarına bakıp, inceleyerek kendi aralarında yeni yeni şeyler, keşifler ve sanatlar meydana getirirler. Dolayısıyla kâinattaki fiil ve amelî şeyler insanların fikir ve düşüncelerinin oluşmasında, evveliyet ve öncelikli şeylerdir
Dolayısıyla fikirlerin evvelinde bu anlamda ameli mes'eleler bulunmaktadır. İnsanların fikirlerinden ve düşüncelerinden zuhur eden san'atlar, terakkiler ve medeniyetler, kul ile Allah arasında münâsebeti tanzim eden, ahlak, fazilet, ibadet ve muâmelat gibi fâaliyetlere yani amellere dönüşmelidir. Dolayısıyla insanların fikirlerine bu açıdan bakılırsa, ahlak, fazilet ve muâmelat dediğimiz şeyler o fikirlerin âhiri oluyor.
İşte Allah ile insanlar arasındaki ubudiyet ve kulluk alanında oluşan boşluğu doldurabilecek, mükemmel hale getirebilecek ve kâinatın en yüksek maksadı olan insanların kulluklarını Allah'a tahsis etme meyvesini çıkartıp zuhur ettirebilecek yegâne müessese nübüvvettir. Bu mesleğin olmadığı ve itibar edilmediği dönemlerde fevkâlade boşluklar oluşmuş, neticede ciddi uçurumlar meydana gelmiş, sebep sonuç ilişkisi, mebde ve müntehâ alakası zâyi olduğundan, Cenâb-ı Hak bazı kavimleri ve dönemleri helâk etmiştir.
Demek ki, “Fikrin evveli amelin ahiri, amelin evveli fikrin âhiri”(1) olan sırlı kâide, insanların üç özelliğinden biri olup, bu kâideyi mükemmel şekilde tahakkuk ettirecek mürşitler ve rehberler ise; peygamberlerdir. Peygamberler olmazsa bu gaye tahâkkuk etmez, insanların yaratılış hikmeti zâyi olur. Âdeta insanlıktan sıyrılıp hayvanlık derekesine düşülür.
Netice; “Fikrin evveli amelin ahiri, amelin evveli fikrin ahiri” kaidesi, insanı hayvanlardan ayıran bir hasiyet olan; eşyanın inşasında gerekli sebeblerin tertibini keşfedebilmesi yönü ile insana, bu keşif kabiliyetinin külli, cami ve manevi unsurlarda kifayetsizliği ile nübüvvet hakikatine ihtiyacına bakar.
Kaideyi şöyle izah edebiliriz. Bir insanın terettüb-ü eşyada fikren ilk düşündüğü şey amelen en son silsilededir. Veya amelen ilk yaptığı şey fikiren silsilenin sonundadır.
Mesela; Ben ikamet etmek için bir ev inşa etmek istiyorum. İkamet etmek benim ilk fikrimdir. Buna ulaşmak için, arsa, proje, inşaat malzemeleri, isçi silsilesi gibi ameller gerekir. Fakat amelen en son elde edeceğim evde ikamet etmek, amelin en son merhalesi olup fikrimin ilk düşündüğüdür.
Amelin evveli fikrin ahiri için ev inşasında ilk amel temele kazma vurmaktır, fakat fikrin en son düşündüğü şeydir.
İnsanın şuuru külli ve nazarı âmm ve mahiyeti cami olmasıyla bu terettüb-ü eşyadaki fikri keşfine ulaşmak için ameli, sermayesi, kuvveti kafi gelmez.
Mesela, ebedi bir ömür ister, fakat buna ulaşacak beşerî bir amelden yoksundur.
Ebedi gençlik ister böyle bir keşfe ulaşacak bir gücü yoktur.
Sevdikleri ile beraber ebedi bir saadet isteğinin dünyevi bir akılda karşılığı yoktur.
Bu ve bunun gibi sayısız arzuların husulü için nübüvvet güneşine ihtiyacı vardır, ta ki sönük aklı ile keşfedemediği ve ulaşamadığı arzularına bu nur ile vasıl olma imkanı olsun ve gerekli amelleri de saadet-i ebediye binası için ifa etsin. İşte kaidenin nübüvvet ile irtibatı bu şekilde anlaşılabilir.
(1) bk. Muhakemat, Üçüncü Makale (Unsuru'l-Akide), Birinci Maksat.
İlgili ders videosu için tıklayınız:
- Prof. Dr. Şadi Eren, Muhakemat Dersleri (45. Bölüm).
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Fikrin evveli amelin ahiri, amelin evveli fikrin âhiri, KAİDESİ PEYGAMBERLERE LUZUM NOKTASINDA FİKİR VE AMEL CİHETİNDEN NASIL BAKIYOR,MİSALLE İZAH EDERMİSİNİZ