"Göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da O’nun âyetlerindendir..." Bu ayetin evrime misal gösterilmesi hususunda ne dersiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Kur’an-ı Kerim eşsiz beyan gücü ile bu ayetle yaratılış hâdisesini öyle bir tasvir ediyor ki, insanın zihnini âdeta yaratılış ağacının en kök kısmından alıp en uç kısmına uçuruyor. Ve ikisi arasında vuku bulan hâdiseleri de zihne ve fenne havale edip, insana düşünme ve tefekkür sahası açıyor.

Ayet konuyu ele alış şekli ile îcaz yani özlü söz, ama mânâ ve tefekkür ciheti ile gayet derin ve geniş bir yol takip ediyor; böylece bu iki zıddı cem’ ederek insanlığa beyan gücünü sergiliyor.

Ayette, sema ve dünyada görülen intizam ve hikmet zahirî bir delil olduğu için, onu zikretmekle iktifa etmiş ki Üstad Hazretleri buna "zahiri ihfa etmiş" diyor. Ama insanın simasında ve sesindeki intizam ve hikmet biraz daha nazardan gizli olduğu için, ona dikkat çekilmiş ki bu mânâda "hafiyi izhar etmiş" deniliyor.

Hakikaten güneşin her sabah aynı saatte, aynı dakikada doğması bir intizam ve hikmeti zahirî bir şekilde gösteriyor; ama her insanın simasının, sesinin, parmak izinin farklı olması delilini, insan sürekli görmesine rağmen fark edemiyor, dikkat ile üzerinde duramıyor.

Büyük şeyler kendini zaten gösteriyor, mühim olan küçük ve gözden ırak olanları dikkatlere sunup göstermektir. İfade ederken de büyüklere küçük, küçüklere büyük yer vermek, tam bir îcaz ve edebî bir san’at oluyor.

İnsanların simasının, renginin, sesinin ve mizacının farklı olması Allah’ın varlığına ve birliğine en büyük bir delildir. Her insanın sesinden, ta parmak izlerine kadar farklı olması ve birbirine benzememesi, Allah’ın mutlak iradesinin ve sonsuz kudretinin haşmet ve azametini gösteren delillerdir.

Hazret-i Âdem (as)’dan bu yana, bütün insanların suret ve vasıfça birlerinden ayrı ayrı olmaları müthiş bir tevhid delilidir. Zira bir simayı yaratacak olan irade ve kudret, diğer simalara benzetmemek için hepsini bilip, hepsini iradesi ile ayırıp öyle bir şekil verebilir, yoksa başka türlü olması imkânsızdır.

“İ’lem Eyyühe’l-Aziz! Senin yüzün, vechin o kadar küçüklüğü ile beraber geçmiş ve gelecek bütün insanların adedince kendisini onlardan ayıran ve tarif eden nişan ve alâmetleri hâvi olduğu gibi, yüzünü teşkil eden esas ve erkânında da bütün insanlar ittifaktadır.

Bütün insanlarda biri tevafuk, diğeri tehalüf olmak üzere iki cihet vardır. Tehalüf ciheti Sâniin muhtar olduğuna, tevafuk ciheti ise Sâniin Vâhid-i Ehad olduğuna delalet ederler. Bu iki cihetin bir Kasıd’ın kasdıyla, bir Muhtar’ın ihtiyarıyla, bir Mürîd’in iradesi ile, bir Alîm’in ilmiyle olmadığını tevehhüm etmek, muhalâtın en acibidir. Fesübhanallah! Yüzün o küçük sahifesinde nasıl gayr-ı mütenahî nişanlar dercedilmiştir ki, göz ile okunur da nazar ile, yani akıl ile görünmez.” (Mesnevi-i Nuriye)

 Tevafuk ciheti, hepimizin simasının aynı şekilde olması, gözümüzün, burnumuzun, kulaklarımızın diğer insanlarla aynı hususiyetleri taşımalarıdır. Tehalüf ciheti ise, bu simaların,  kendilerini diğerlerinden ayıracak bir alamet-i farika taşımaları, hiçbirinin diğerlerine benzemeyişidir.

Tevafuk ciheti Allah’ın bir olduğunu gösterir, yani bütün bu simalar bir tek zatın eseridir, bir kalemden çıkmış, İlahî takdir ile böyle plânlanmış ve O’nun kudretiyle bu şekilde yaratılmışlardır. 

Tehalüf, yani birbirinden farklı oluşları ise, Allah’ın iradesini, muhtar olduğunu gösteriyor. Yani, Allah her insanı farklı bir sima ile yaratmayı irade etmiştir. 

Kısacası, aynı  nev’in fertleri olarak birbirimize benzeyişimiz, Allah’ın birliğini, benzemeyişimiz de, O’nun  iradesini gösteriyor.  Demek ki, bu tarz bir takdir ve yaratma “bir Kasıd’ın kasdıyla, bir Muhtar’ın ihtiyarıyla, bir Mürîd’in iradesi ile, bir Alîm’in ilmiyle”dir. 

Her simada gayr-i mütenahi, yani sonsuz nişanlar olduğuna dikkat çekiliyor. Görünürde nişan falan yok, ama birbirimize benzemediğimize göre, göremediğimiz nice nişanlar taşımaktayız.

Bu nişanların sonsuz olduğunu şöyle de düşünebiliriz:

Kıyamet kopmasa, Allah sonsuz insan yaratır ve hiç biri  diğerine benzemez. Şu anda hayat süren her bir insanda milyarlarca insan tohumu üretiliyor. Fakat onlardan birkaç tanesine insan olmak nasip oluyor. Bu tohumların hepsinin inkişaf etmelerine, her birinden bir insan doğmasına izin verilseydi, yine hiçbiri diğerine benzemeyecekti.

Organlarımızın yerleri, şekilleri, büyüklükleri, sayıları  hep “bir Kasıd’ın kasdıyla, bir Muhtar’ın ihtiyarıyla” tahakkuk etmiştir; yani hikmet ve kudret sahibi bir zat, bu işleri kasdetmiş, irade etmiş ve yaratmıştır. Bizde görünen bu kasd ve irade, meyvesi olduğumuz kâinat ağacında da, daha büyük çapta, kendini gösterir.

Evet, bir insana bir sima verebilmenin yolu, bütün simaları bilmekten ve irade etmekten geçiyor. Bu da sonsuz bir ilim ve mutlak bir irade ile olabilir. Hâlbuki tabiat dedikleri şey cansız ve şuursuz sebeplerin toplamından hâsıl olan, aslı olmayan vehmî bir şeydir. Bunlara bel bağlamak ancak inkâr sadedinde söylenmiş avuntulardır.

Demek her insanın sesinin ve renginin farklı olması tabiat ve sebepleri aciz bırakıyor. Zira tabiat denilen mevhum şeyin, sonsuz ilim ve irade sıfatlarına sahip olması imkânsızdır. İnsanların, hayvanların, bitkilerin farklı iklim ve coğrafyalara uygun bir terbiye içinde olması, Cenab-ı Hakk’ın sonsuz ilim, mutlak irade ve nihayetsiz şefkat sahibi olduğunu kör olana da gösterir.

İnsan ile yaşadığı mekânın mükemmel uyum ve ahengi nasıl olur da cansız, şuursuz ve kör tabiata ve sebeplere havale edilebilir? Bir balığı kim yaratmış ise elbette balığa münasip şartları yaratan da aynı Zâttır. San’at ile san’atkâr arasındaki böyle zarurî bir bağı tabiata havale etmek, ahmaklıktan başka bir şey değildir.

İnsanları tabiat şekillendirmiyor, tam tersi, tabiat denilen şeyi Allah, insanların en güzel şekilde istifade edecekleri şekilde tanzim, tedbir ve terbiye ediyor.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 5.803
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...