"Hiç olmazsa küfr-ü mutlaktan ve irtidattan en mütemerridleri bir derece kurtarır, meşkûk bir küfre çıkarır, mağrurâne ve cür’etkârâne tecavüzlerini tâdil eder." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Buradaki "kurtarır" ifadesi, "imanı tam kazandırıp cennet ehli yapar" manasında değildir; "Küfrün en koyu ve karanlık dibinden alır, biraz daha imana yakın bir tarafa taşır" manasında kullanılıyor. Malum küfrün de kendi içinde derece ve merhaleleri bulunuyor.
Ehl-i kitap da kâfirdir, ama bir ateistle aynı seviyede ve aynı derecede değildir. Hatta küfürdeki bu dereceler cehennemde tabakalar olarak tezahür edecek. Müşrikler, münafıklar ve ateistler cehennemin en alt tarafında yanacaklarken, Hristiyanlar en hafif tabakasında yanacaklar...
Meşkûk küfrü Üstadımız şu şekilde tarif ediyor:
"Elhasıl, o meşkûk küfür vasıtasıyla, devekuşu gibi mevt ve zevâli idam mânâsında gördüğü vakit, Kur'ân ve semâvî kitapların îmânün bi'l-âhirete dair kat'î ihbârâtı ona bir ihtimal verir; o kâfir o ihtimale yapışır, o dehşetli elemi üzerine almaz. O vakit ona denilse, 'Madem bâki bir âleme gidilecek; o âlemde güzel yaşamak için tekâlif-i diniye meşakkatini çekmek gerektir.' O adam şekk-i küfrî cihetiyle der: 'Belki yoktur. Yok için neden çalışayım?' Yani, vaktâ ki o hükm-ü Kur'ân'ın verdiği ihtimal-i beka cihetiyle idam-ı ebedî âlâmından kurtulur ve meşkûk küfrün verdiği ihtimal-i adem cihetiyle tekâlif-i diniye meşakkati ona müteveccih olur; ona karşı küfür ihtimaline yapışır, o zahmetten kurtulur."
"Demek, bu nokta-i nazarda, mü'minden ziyade bu hayatta lezzet alır zannediyor. Çünkü tekâlif-i diniyenin zahmetinden ihtimal-i küfrî ile kurtuluyor ve âlâm-ı ebediyeden, ihtimal-i imanî cihetiyle kendi üzerine almaz. Halbuki bu mağlâta-i şeytaniyenin hükmü gayet sathî ve faydasız ve muvakkattir."(1)
"Cehennem var, muktezasını yap!.." denildiğinde, "Ya yoksa!.." ihtimaline sığınıyor ve ibadet yükünden kendini kurtarıyor. Bu hâle "meşkûk küfür" deniliyor. Yani kişi iman ve küfür ortasında geziniyor. "İman et" denildiğinde küfre sığınıyor, küfrün acı tarafı ikaz edilince de imanın ihtimaline sığınıyor. Güya bu durum ile hazır lezzetini ve rahatını korumuş oluyor. Halbuki dünya çok kısa, lezzetleri ise fanidir; şeytanın bu mağlatası ise bir aldatmadır, mânasızdır ve faydasızdır.
"Meşkûk küfür" iman etmenin sıhhatine uygun olmadığı için, küfür sınıfından sayılır. Ama bu "meşkûk kâfir" küfrün dünyevî birtakım acı ve sıkıntılarından da kendini bir parça kurtarmış olur.
Mutlak küfür, bugünkü ifadesiyle ateizm (ta’til), yani hiçbir şeye inanmamaktır. Puta tapanlar bu tarife girmezler. Onlar, batıl inançlarında bir teselli bulabilirler Ama küfr-ü mutlak en büyük bir azaptır, onda hiçbir teselli kapısı yoktur. Mutlak küfre düşmüş bir insan, hastalandığında, yakınlarını kaybettiğinde ve kendisi de ölüme yaklaştığında bir teselli arayışına gider. Belki de, “Müslümanların dediği gibi, ölümden sonra başka bir âlem olabilir.” diyerek bir derece rahat eder.
Hz. İsa ve Hz. Musa’nın (a.s.) da o âlemden haber verdiklerini hatırlar, ölüm ötesinden bir derece ümitli olur.
Bununla birlikte tam olarak inanıp, ibadet yoluna da girmez. Deve kuşu gibi, kendini aldatarak her iki tarafın elemlerinden kurtulur. Bu teselli elbette ki, bir süre için geçerlidir. Üstad’ın ifadesiyle “Kısa bir zamanda düğüm açılır. Hakikat ortaya çıkar.”
(1) bk. Lem'alar, On Üçüncü Lem'a.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü