"Hiçbir insanın Cenâb-ı Hakk'a karşı hakk-ı itirazı yoktur ve şekva ve şikayete de haddi yoktur. Çünkü şikayet eden ferdin hilaf-ı hevesini iktiza eden nizam-ı âlemde binlerce hikmet vardır..." Devamıyla izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"İ’lem eyyühe’l-aziz! Hiçbir insanın Cenâb-ı Hakka karşı hakk-ı itirazı yoktur. Ve şekvâ ve şikâyete de haddi yoktur. Çünkü şikâyet eden ferdin hilâf-ı hevesini iktizâ eden, nizam-ı âlemde binlerce hikmet vardır. O ferdi irzâ etmekte, o bin hikmetin iğdâbı vardır. Bir ferdi razı etmek için bin hikmet fedâ edilemez."(1)
Metinde geçen “heves” ve “hikmet” kelimeleri çok mühim. Birçok insan ekseriyetle hâdiseleri aklıyla değil, hissiyle değerlendiriyor. Yani, hikmeti değil, hevesinin tatminini esas alıyor ve yanılıyor.
Meselâ, evlerimizde odalar büyük, lambalar ona nispeten çok küçüktür. Bizim his dünyamız buna göre şekillenmiş. Şimdi, güneş sisteminin tanzimi bize bırakılsaydı, güneşi küçük dünyayı büyük olarak takdir ederdik. O zaman, o küçük güneşin gücü bu büyük gezegeni çevirmeye yetmezdi. Güneş sisteminin yaratılışı, bizim hevesimizin hilafına cereyan etmiştir ve bunda binlerce hikmet olduğunu çok iyi biliyoruz.
Keza, ana rahminde iken bedenimizin tanzimi bize bırakılsaydı, gözleri de ayakları da gereksiz bulurduk. Çünkü o âlemde ne gözle görüyor, ne de ayakla yürüyorduk. Ama dünyaya geldik gördük ki, bizim hevesimiz ve hissimiz çok yanılmış. Beden ancak böyle olurmuş.
Fizikî hâdiselerde bu böyle olduğu gibi, insanın başına gelen hâdiselerde de böyledir. Bize göre hep sıhhatli kalmak iyi bir şeydir. Hâlbuki bu dünya bir imtihan meydanı olduğu dikkate alındığında, insanı dünyaya bağlayan ve ahireti unutturan sıhhat nimetinin, çoğu insanlarda şükür yerine gaflete ve sefahate yol açtığı görülüyor ve o kimseler için sıhhat bir musibet oluyor. Şimdi, Cenâb-ı Hak, bir kuluna hastalık vererek onun kalbini ahirete çeviriyorsa, bunda bin hikmet vardır. Bizim hevesimiz ise o kişi için binlerce zararı netice vermektedir.
Bunun en güzel ve en ibretli misali Kur’ân-ı Kerimde geçen Karun kıssasıdır. Onun hissi kendisini aldattı ve servetin faydalı olacağını zannetti. Fakat servete kavuştuğunda zekâtını vermeyip helak olunca, anlaşıldı ki, ona servet verilmemesi hikmet imiş.
“O ferdi irza etmekte, o bin hikmetin iğdabı vardır. Bir ferdi razı etmek için, bin hikmet feda edilemez.”
Biz hiç ölmemeyi istiyoruz. Bizi razı etmek için ölüm kanunu kalksa, işte o zaman ölümün ne kadar büyük bir rahmet olduğunu çok iyi anlarız.
"Üçüncüsü: İhtiyarlık gibi, şerâit-i hayatiyeyi ağırlaştıran birçok esbab vardır ki, mevti, hayatın pek fevkinde nimet olarak gösterir. Meselâ, sana ıztırap veren pek ihtiyar olmuş peder ve validenle beraber, ceddin cedleri, sefalet-i halleriyle senin önünde şimdi bulunsaydı, hayat ne kadar nikmet, mevt ne kadar nimet olduğunu bilecektin."(2)
Biz iki hastanın bakımından aciz kalırken, binlerce dedemize ve ninemize bakmak zorunda kalsaydık halimiz ne olurdu.
Kaldı ki, ölüm olmasa insan ne cennet bahçelerinden bir bahçe olan kabir hayatını yaşayabilirdi, ne de ebedî cennete kavuşabilirdi.
"وَ لَوِ اتَّبَعَ الْحَقّ اَهْوَاءَهُمْ لَفَسَدَتِ السَّموَات وَ اْلاَرْض Eğer her ferdin keyfine göre hareket edilirse, dünyanın nizam ve intizamı fesada gider."
"Ey müteşekki! Sen nesin? Neye binaen itiraz ediyorsun? Cüz'î hevesini külliyat-ı kâinata mühendis mi yapıyorsun? Kokmuş olan zevkini nimetlerin derecelerine mikyas ve mizan mı yapıyorsun? Ne biliyorsun ki, zannettiğin nimet nıkmet olmasın. Senin ne kıymetin var ki, sineğin kanadına müvazi olmayan hevesini tatmin ve teskin için, felek çarklarıyla hareketten teskin edilsin!.."(3)
Bu âlemdeki sonsuz işler bizim cüz’î hevesimizle değil, Allah’ın küllî iradesiyle ve sonsuz hikmetiyle cereyan ediyor. Bizim hevesimizin sinek kanadı kadar olmadığına dikkat çekilmekle, aklımıza şöyle bir mesaj veriliyor:
İnsanın bedeni bu uçsuz bucaksız âleme nispetle sinek kanadı kadar olmadığı gibi, aklı da bu sonsuz hikmetleri anlamakta yine sinek kanadı kadar olamaz. Bir hissin tatmini için kâinattaki sistem bozulmaz. Feleğin çarkları insanın hissiyatına göre değil, Allah’ın sonsuz irade, kudret ve hikmetiyle hareket ediyorlar. Bizim hissimize kalsa, ne ihtiyarlık olurdu, ne de gece. Hâlbuki ihtiyarlık da gençlik kadar güzel, gece de gündüz gibi faydalıdır. Bunu ancak akılları hislerine galip olanlar anlayabilirler.
Dipnotlar:
(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Şemme.
(2) bk. Mektubat, Birinci Mektup.
(3) bk. Mesnevi-i Nuriye, Şemme.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
"Ey müteşekkî! Sen nesin? Neye binaen itiraz ediyorsun? Cüz’î hevesini külliyat-ı kâinata mühendis mi yapıyorsun?" Burayı biraz daha izah eder misiniz?
İnsan genelde kendi istek ve arzuları yerine gelmediği zaman şikayet edip isyan eder. Yani "Neden bu şöyle olmadı? Neden bu böyle olmadı?" derken, aslında kendi menfaat ve isteklerine uygun olmadığı için sızlanır.
Oysa hadiseler, ilahi hikmet programı ile gelişir ve milyonlarca gaye ve hikmete uygun bir şekilde meydana gelir. Allah’ın, bu hikmet programını terk edip, kişilerin şahsi heves ve arzularına göre hareket etmesi elbette düşünülmez. Üstadımız bu gerçeği “Cüz’î hevesini külliyat-ı kâinata mühendis mi yapıyorsun?” cümlesi ile ifade ediyor.
İnsan hodgam ve bencil olduğu için, her şeyi kendi nefsinin ölçüleri ile ölçüp tartıyor. Bir şey nefsin hoşuna gitti mi iyi, gitmedi mi kötü oluyor. Halbuki iyilik ve kötülüğün miyarı nefsin hevası değil ilahi adalet ve mizandır. Bu yüzden insan nefsini ve hevasını kâinata mühendis tayin etmemeli, her şeyi ilahi hikmet boyutunda değerlendirmelidir.
Mesela sel, deprem, kıtlık gibi zahiren şer gibi duran şeylerin ince ve bilinmeyen çok hikmet ve maslahatları vardır. İnsan bunları göremediği ve sadece nefsine gelen bazı zararları nazara alarak meseleye baktığı için, külliyen şer olarak algılıyor. Yağmurun külli hayır ve neticelerini unutup, sel ve afat gibi birkaç zararına bakarak, yağmura külliyen şer demek gibidir. İnsan yağmura sadece nefsine temas eden noktadan bakıyor, umumi ve külli noktadan baksa yağmurun şer değil hayır olduğunu görebilecektir.
Yine hastalık insan nefsinin hoşuna gitmediği için nefis onu şer olarak görür, halbuki hastalığın çok ince ve latif manaları ve maslahatları vardır. İnsana nimetin kıymet ve derecesini ihsas ettirir, dalalete ve günahlara gitmeye bir perde teşkil eder...
Daha bunun gibi bizim göremediğimiz sayısız hikmet ve maslahatları vardır. Biz bunları nazara almayarak, sadece nefsimize sıkıntı veren bir iki yönüne bakıp "bu şerdir" deriz ki hakikat bu değildir. Tersi sıhhat nefsimizin hoşuna gider, ama bilmiyoruz ki bize çok zararları var. Çokların ebedi saadeti kaybetmesinde önemli bir faktördür sıhhat. Ama nefse ve zahire göre maslahat ve menfaat gibi durur.
İşte insanın bu dar ve kısıtlı bakışı ve bu bakıştan çıkan duası, kâinatın umumi sistemini ve kanunlarını askıya alıp geri çeviremez. Mesela, ben dua şeklinde desem ki:
“Allah’ım, kar ve yağmur benim asabımdaki hastalıkları tahrik ediyor, bundan böyle sürekli güneşli hava olsun, kar ve yağmuru kaldır.”
Elbette dar ve hevamdan gelen bu dua, Allah’ın külli bir kanunu olan yağmur ve karı ıskat ve iptal edemez. Kâinatı çeviren büyük kanunları, insanın adi ve hevaya dayanan duaları değiştirip askıya alamaz. Böyle bir dua hevaperestane bir dua olur...
(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Şemme.
Heveslerini kainata mühendis yapmak? Zevkini nimetlere mizan yapmak ? Senin ne kiymetın var derken üstad tam olarak ne demek istiyor?
İnsanın hevesini kainata mühendis tayin etmesi kainatta Allah tarafından mükemmel bir hikmet ve oranla tayin ettiği sanatları ve hadiseleri beğenmemek eksik ya da fazla görmek anlamına geliyor.
Mesela insan hevesi açısından hastalıkların insana arız olması gereksiz ve hikmetsizdir insan her daim afiyet ve sıhhat içinde bulunmalıdır.
Ama İlahi hikmet açısından hastalıkların gördüğümüz göremediğimiz çok hikmetleri güzellikleri ve faydaları bulunuyor.
Hevesimize göre hep sıhhatli kalmak iyi bir şeydir. Halbuki, bu dünya bir imtihan meydanı olduğu dikkate alındığında, insanı dünyaya bağlayan ve ahireti unutturan sıhhat nimetinin, çoğu insanlarda şükür yerine gaflete ve sefahate yol açtığı görülüyor ve o kimseler için sıhhat cehenneme ve azaba sebebiyet veren bir musibet oluyor. Şimdi, Cenâb-ı Hak, bir kuluna hastalık vererek onun kalbini ahirete çeviriyorsa, bunda bin hikmet vardır. Bizim hevesimiz ise o kişi için binlerce zararı netice vermektedir.
Güneşin temmuz ve ağustos ayında biraz daha sıcak olarak sebze ve meyveleri pişirip olgunlaşmasını sağlaması gerekirken hevesimiz keşke şu sıcaklar olmasa da serinlesek diyebiliyoruz. Yani insanın hevesi sadece kendi rahatı kendi konforu kendi menfaati üzerine döner diğer hikmet ve güzelliklerin bir önemi yoktur.
Yağmur biraz fazla yağdı mı neden çok yağdı diye sızlanır oysa o yağmurun sayısız börtü böcek, çiçek ve ağaçlar için yağdığını düşünmez.
İnsanın hevesi kısıtlı ve sınırlı olduğu için kainatın umumunda tecelli eden güzellikleri ve hikmetleri göremiyor kimini gereksiz kimini eksik kimini fazla görüyor.
İnsanın zevk ve estetik anlayışı tasavvur ve tefekkürü kadardır insanın tasavvur ve tefekkürü ise İlahi ilim ve hikmetin yanında zerre bile değildir. İnsan bu zerre miskal olan zevk ve estetik ölçüleri ile kainatın o muazzam inceliklerini ve güzellikleri bire bir tartıp değerlendiremez. İnsanın sınırlı zevkine uygun düşmeyen bir İlahi sanat ya da faaliyetin muazzam bir estetiği ve güzelliği bulunabilir.
İnsanın bedeni bu uçsuz bucaksız âleme nispetle sinek kanadı kadar olmadığı gibi, aklı da bu sonsuz hikmetleri anlamakta yine sinek kanadı kadar olamaz. Bu hissin tatmini için kâinattaki sistem bozulmaz. Feleğin çarkları insanın hissiyatına göre değil, Allah’ın sonsuz irade, kudret ve hikmetiyle hareket ediyorlar. Bizim hissimize kalsa, ne ihtiyarlık olur, ne kış gelir, ne gece… Ne zelzele olur, ne kıyamet kopar. Bütün bu ve benzeri sonsuz işler hep hikmetlidir ve hepsi insan için nimettir. Aksini istemek nimet değil nıkmettir. Ama insanın hissiyatı bunu ölçecek güçte değildir. Bunu ancak akılları hislerine galip olanlar anlayabilirler.
Peki ferdin rızasıyla bin hikmet mezcolunmaz mı? Mesala güneş'in büyüklüğü insana bırakılsa ve insan da güneşin büyüklüğünü daha küçük seçse muhakkak ki birçok hikmet terkedilir. Ama Cenab-ı Hak herşeye Gadir. Kulunun istediği şeyde daha fazla hikmet derc edemez mi? Yani güneş hem küçük olsa( çünkü kul öyle istiyor) hem de bin hikmeti eksilmeden yine olsa. Nasıl olur du?
İnsanın aklı, ilmi, gücü sınırlı ve zayıf olduğu için olayları her ciheti ve her boyutu ile değerlendiremez. Bu sebeple insanın bu aciz ve sınırlı melekeleri ile kainata mühendislik yapmaya heveslenmesi ve yeltenmesi ahmaklık olur.
Allah elbette ferdin rızası ile bin hikmeti mezcedebilir bu Allah açısından imkan dahilindedir ama hikmeti ve murad-ı İlahi başka olursa ferdin rızası nazara alınmaz esas olarak kabul edilmez.
Hem insanın vazifesi ubudiyettir heves ve arzularını kainata mühendis yapmak değildir. Yani insan İlahi hikmete tevekkül ve teslim olduğu oranda insandır. Çocuk gibi her şeyde hevasının peşinden koşamaz bu kul olmaya ve kulluk etmeye manidir.
İnsanın imtihanı kainatta cari olan kanunlar karşısında Allah’a teslim ve tevekkül etmektedir.