İhlâs'ın "en mühim bir esas, büyük bir kuvvet, makbul bir şefaatçi, metin bir nokta-i istinad, kısa bir tarîk-i hakikat, makbul bir dua-yı mânevî, kerametli bir vesile-i makasıd, yüksek bir haslet, sâfi bir ubudiyet" olmasını izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Bu dünyada, hususan uhrevî hizmetlerde en mühim bir esas, en büyük bir kuvvet, en makbul bir şefaatçi, en metin bir nokta-i istinad, en kısa bir tarik-i hakikat, en makbul bir dua-yı mânevî, en kerametli bir vesile-i makasıd, en yüksek bir haslet, en sâfi bir ubudiyet, ihlâstır."(1)
İhlâs; saf ve temiz, içten, riyasız demektir. İhlas; yapılan her işte ve bilhassa ibadetlerde sadece Allah’ın rızasını gözetip, gösteriş, riya, hile ve desiseden sakınmaktır. İşte bu cümlede her işinde ve her amelinde ihlası esas alanların kazanacağı ulvî hasletler, maddî ve manevî maslahatlar sıralanıyor. Kısaca izahlarını yapmaya çalışalım:
“Bu dünyada, hususan uhrevî hizmetlerde en mühim bir esas”
Dünya işlerinde muvaffak olmanın temel şartı, kendisini o işe tam olarak adamaktır. Bu da dünyevî işlerde gösterilen ihlas demektir. Mesleğinde muvaffak olanların ekserisi işlerini samimiyetle yapanlardır. İhlas şerde de olsa neticesiz kalmaz.
İhlas; dünyevî işlerde, hususen uhrevî amellerde en mühim bir esastır. Temelsiz bina, köksüz ağaç olamaz. Temel olmadan bina nasıl ayakta kalamaz ise, ihlas olmadan da ahiret binasını inşa etmek mümkün değildir. Yani ihlası olmayanın, hem dünyası hem de ahreti harap olmuş, kökü ve esası kurumuş demektir.
“En büyük bir kuvvet”
İhlas en büyük bir kuvvettir. İlahi rızayı kazananın arkasında da Allah'ın sonsuz kudret ve kuvveti zahir olur. Bu da insan için, hem maddî hem manevî büyük bir kuvvettir. Bu ihlas sırrından dolayı müminler nice zaman bir avuç ordu ile büyük orduları mağlup etmişlerdir. Tarihte bunun birçok misalleri vardır.
“En makbul bir şefaatçi”
Bu hayat yolculuğu ruhlar âleminden başlayıp, anne karnından dünyaya, dünyadan kabre, kabirden haşre, haşirden Mahkeme-i Kübra’ya, sırat köprüsüne, oradan da son durak olan cennet ve cehenneme doğru gidiyor. İşte ihlas, o çok uzun ve meşakkatli sonsuzluk yolculuğunun her safhasında insan için büyük bir şefaatçi olacaktır. Allah Resulü’nün şefaati bile bu ihlasa bakar. Şayet ihlas ve amel yok ise, yolculuk azap ve dehşet içinde geçecektir.
İhlas; kabirde nur, terazide berat, sıratta binek, cennette ise sonsuz bir nimet olacak.
"En metin bir nokta-i istinad"
İhlası elde eden çok sağlam bir noktaya dayanmış demektir. Çünkü dayandığı nokta Allah’ın sonsuz kuvvet ve kudretini temsil eden Metin ismidir. Allah’a dayanmak ve O’nun inayetine mazhar olmak da ancak ihlas ile olabilir.
"En kısa bir tarîk-i hakikat"
İhlas ile hareket eden birisi hakka ve hakikate kısa bir yoldan ve çok zahmetsiz bir şekilde ulaşır. Çünkü muhlis kulların yardımcısı Allah’tır. Hakka ve hakikate gitmenin en kestirme yolu ihlastır.
"En makbul bir dua-yı mânevî"
İhlas aynı zamanda Allah katında geri çevrilmeyen en makbul bir duadır. Allah ihlaslı kullarının arzu ve isteklerini yerine getirir.
"En kerametli bir vesile-i makasıd"
İhlas ve samimiyet, maksada ve hedefe ulaşmada en harika, en sağlam ve en kısa bir yoldur.
"En yüksek bir haslet, en sâfi bir ubudiyet, ihlâstır."
İhlas en yüksek ve en ulvî bir haslettir. Ahlak-ı hasenenin ve kulluğun esasıdır. Onun içine dünyanın hiçbir kiri ve pası karışmaz. İhlas, katıksız ve tertemiz bir kulluktur. İhlaslı kişi, yaptığı her işin, ettiği her ibadetin ancak Allah’ın havl ve kuvvetiyle olduğunu bilir. İbadetlerine güvenmez, gururdan ve şirk-i hafiden, yani gizli şirk olan riyadan kurtulmuş olur.
(1) bk. Lem'alar, Yirmi Birinci Lem'a.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
"En kerametli bir vesile-i makasıd" ile "En makbul bir duayı manevî" cümleleri arasındaki farkı izah eder misiniz?
“Vesile-i makasıd”; arzu edilen maksada ve hedefe ulaşmak için en kısa ve kestirme yolu kullanmak demektir. Maksadımız Allah’ın rızasını kazanmak ise, bunun en kısa yolu ve en mühim vesilesi ihlastır. Yine maksadımız cenneti kazanmak ise, yine bunun en kuvvetli vesilesi ihlası elde etmektir. İhlas, maksada en çabuk ve en kolay ulaştıran bir vesiledir. İhlas bazen keramet derecesinde maksada ulaştırır.
“En makbul bir dua-yı mânevî” ifadesinde ise, duaların kabul görmesinde ihlasın ehemmiyetine işaret ediliyor. Nasıl namazın kabulü ihlas ile mümkün ise, duaların Allah katında kabul görmesi de ancak ihlas ile yapılmasıyla mümkündür.
Maksada ulaşmak ile duanın kabul görmesi arasında benzerlikler olsa da tamamen aynı demek değildir. Dua büyük bir ibadet iken, maksada ulaşmak nihai bir gaye ve hedeftir.
"İhlasın en safi bir ubudiyet olması" ne demektir, ibadetle ubudiyet aynı şey midir, bir örnek verir misiniz?
Ubudiyet kulluk demektir. Kul olduğunu bilen, kulluk vazifesini severek yerine getirir.
İbadetin belli vakitlerde yapılmasına karşılık, ubudiyet devamlıdır. Çünkü kulluktan ayrı olduğumuz bir anımız yoktur. Her an hayatı tadan, her an bedeninden istifade eden ve her ânı Allah’ın yarattığı bu âlem içinde geçen insan daima kuldur. O hep doğru söyleyecek, hep helâl yiyecek, hep meşru dairede dinleyecek, hep doğru düşünecektir.
İbadet insanda ubudiyet şuurunu pekiştirir, kuvvetlendirir. Bu şuur sayesinde insan, emdiği havanın, içtiği suyun, aldığı gıdanın hep Allah’ın ihsanı olduğunu düşünür ve kalbi Rabbine karşı sonsuz bir minnettarlıkla dolar. Rabbinin misafiri olmanın hazzını ruhunun tâ derinliklerinde hisseder. O’nun nimetlerine şükürle, kemaline hayretle, hikmetine tefekkürle, musibetlerine de sabırla mukabelede bulunur.
İbadetleri Allah emrettiği için yapmak ve neticesinde de Allah’ın rızasını kazanmak düşüncesi, ivazsız ve katışıksız tam bir ihlastır. İbadetler insanın Allah’ın rızasını ve hoşnutluğunu kazanmasında en mühim bir vasıtadır.
Üstad Hazretleri ihlası şu şekilde tarif ediyor:
Şayet ibadetlerimizde herhangi bir menfaat gözetilirse, batıl olur. Amellerde en küçük bir menfaat düşüncesi bile ihlası zedeler, safiyetini bozar. İbadetlerde esas gaye sadece Allah rızası olmalıdır.
İbadetler sırf Allah emrettiği için yapılır. İbadetlerin maddî ve manevî, dünyevî ve uhrevî pek çok da faydası vardır, ama ibadet bu faydalar için yapılmaz. Bunlar meselenin hikmet yönüdür. Kulun işi ibadettir; emir dinlemek, yasaklardan sakınmaktır. İbadetini bu şuurla yapan bir kuluna, Rabbinin yapacağı ihsanlar, ikramlar ve cennette vereceği dereceler ibadetin hikmet yönüdür.
İbadet; Cenab-ı Hakkın varlık ve birliğini, azamet ve kibriyasını tasdik ederek emrine itaat ve kulluk etmektir. Cenab-ı Hak, insanı iman ve ibadet için yaratmıştır. “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat Suresi, 56) âyeti de bu hakikati beyan etmektedir. Bazı müfessirler liya’budun kelimesini liya’rifun olarak da tefsir etmişlerdir. Yani insanın yaratılmasından asıl maksat marifetullahtır; Halık’ını tanımak, O’na itaat ve ibadet etmek ve böylece O’nun rızasını kazanmaktır.
Allah’ın rızasını kazanmak kadar büyük bir saadet düşünülemez. Bunun en büyük vesilelerinden biri ibadettir. İbadetle insan, kalbini Allah’a bağlar; tevekkül ile O’na istinad eder, hadiselerin tazyikinden kurtulur, huzur ile yaşar.
İbadet, insanların kalplerinden uzaklık perdesini kaldırır ve onları daimî bir huzura kavuşturur, tâ ki gaflete dalarak Allah’ı unutmasınlar.
(1) bk. İşârâtü'l-İ'câz, Bakara Sûresi, 21 ve 22. ayetlerin tefsiri.
Buradaki "esas, kuvvet, şefaatçi" gibi kavramlara örnek verip açıklar mısınız?
İhlas; safi, içten, samimi, riyasız sevgi demektir. Istılahta ise bir şeyi sırf Allah emrettiği için yapmaktır. Yani yapılan ibadet ve işlerde yalnız ve yalnız Allah’ın rızasını esas maksat ve gaye edinmektir. İnsanlara riyakârlıktan, gösterişten uzak olmak manasına da geliyor.
İhlas ile hareket eden bir adam, Allah’ın rızasına erer, Allah’ın bütün ve isim ve sıfatlarından kuvvet alır. Bu da ona bitmez ve tükenmez bir hazine ve kuvvet oluyor. Evet, ihlas ile Allah’a dayanan bir adam, Allah’ın sonsuz kudretini kendisine şefaatçi olarak bulur.
Peygamber Efendimiz (asm)'in tek başına o kadar düşmanlara galip gelmesi ve dünyayı manevî emri altına alması, ihlasın ne denli bir kuvvet ve şefaatçi olduğunun açık bir delilidir.
Üstad Hazretlerinin hayatı da buna güzel bir misaldir. Garip, kimsesiz, yaşlı ve hasta bir adamın kuvvetli, organize ve devletler şeklinde hareket eden dinsizliğe meydan okuması ve galip gelmesi ihlasın ne derece büyük bir kuvvet, mühim bir esas ve şefaatçi olduğunu kör gözlere bile gösterir.
İhlasın "en makbul bir şefaatçi ve en kerametli bir vesile-i makasıd olmasını" nasıl anlamalıyız, bu iki ifade arasındaki fark nedir?
Şefaat; Allah’ın rahmet ve affına mazhar olmak demektir. Allah’ın rahmet ve affına mazhar olabilmenin en büyük vesilesi Peygamber Efendimiz(asm)'in şefaatidir. Sırayla diğer mübarek ve salih insanların ve meleklerin şefaatleri gelir. İşte bu şefaate mazhar olmanın en makbul ve en kısa yolu da ihlas ile samimiyettir.
Vesile-i makasıd ise; arzu edilen maksat ve gayeye ulaşmak için, en kısa ve kestirme yol demektir. Maksadımız Allah’ın rızasını kazanmak ise, bunun en kısa vesilesi ihlastır. Yine maksadımız cenneti kazanmak ise; bunun da en kuvvetli vesilesi ihlası elde etmektir.
İhlasın; "kuvvet", "nokta-i istinad" ve "kerametli bir vesile-i makasıd" olmasını açar mısınız?
Keramet; değerli, üstün, güzel ve ikram manasına gelir. İstılahta ise; ihlaslı salih kullardan zuhur eden harikulade hâller demektir.
İhlasın kerameti; Cenab-ı Hakk’ın razı olduğu ihlaslı ve samimi salih kullarını harikulade şeylere mazhar etmesi, ikramı ve kalplerine ilka ettiği ihamıdır.
Başta ihlas olmak üzere, zikir, tefekkür ile manen kemale eren, letafet kesbeden kişi, hakikatler âlemine parlak bir ayna hâline gelir. Böylece bir kısım hakikatler ve birçok sırlar o kalbe akseder. Hassasiyeti ve şeffafiyeti nispetinde bazı tecellilere mazhar olur. Bütün bunlar ihlasın kerametidir.
İhlasın kuvvet olması: Allah razı olduğu halis kullarına yardım eder. Nice samimi kullar var ki, sair insanların yapamayacağı şeyleri yapar, kaldıramayacağı yükleri kaldırırlar. Bunun arkasında ihlasın sırrı ve Cenab-ı Hakk’ın inayeti vardır. Seyit Onbaşı’nın, tek başına top mermisini kaldırıp namluya sürmesi ihlasın kuvvetidir.
İhlasın nokta-i istinat olması:
İstinad; bir şeye dayanmak, bir şeye yaslanmak, bir şeyden yardım görmek demektir. Samimi bir müminin en büyük dayanak noktası ihlas ve samimiyetidir. İhlası olmayan kişi, rüzgârın önündeki bir kuru yaprak gibidir. Bu yüzden, ihlaslı bir mümin; acizliğini, çaresizliğini, derdini, bütün arzularını; “Her şeyin dizgini elinde, her şeyin hazinesi yanında, her şeyin yanında nâzır, her mekânda hazır, mekândan münezzeh, acizden müberra, kusurdan mukaddes, nakıstan muallâ” olan Kadîr-i Zülcelalden ister ve O’na istinad eder.
O bilir ki; Allah’ın izni olmaksızın ne ağaç meyve verebilir, ne de su insanı boğabilir. Ağacın bakımını iyi yapan bir bahçıvan, onun meyvelerinden faydalandığı gibi, yüzme bilmeden denize giren insan da onun dalgalarında boğulur. Rızkı veren de Allah’tır, ölümü yaratan da. Kul ise kendi iradesine bırakılan işlerde sadece vazifesini en iyi şekilde yapmak durumundadır. Böylece bir hayra ulaştığında çok iyi bilir ki “Her hayır Allah’ın elindedir.” Ve bu güzel netice de O’nun ihsanıdır.
(1) bk. Mektubat, On Altıncı Mektup.
"Bu dünyada, hususan uhrevî hizmetlerde..." Buradaki "bu dünyada" ibaresinin ihlasla ilişkisini açar mısınız?
İhlas, sadece ahirete ait bir mefhum değildir. Bir insan inandığı şeye samimi bir şekilde bağlanması da bir nevi ihlastır. Ve bu duygu ile hareket eden kazanmaya ve galip gelmeye daha yakındır.
"Men talebe ve cedde, vecede”: Bir şeyi gönülden dileyen ve onu elde etmek için azim ve iradesinin hakkını vererek çalışıp çabalayan insan, mutlaka istediği şeye kavuşur ve arzusuna nail olur.
Bu düstur, her meslekte ve her hususta geçerlidir. İhlâs ile kim ne isterse Allah verir. İhlas tek başına mühim bir kuvvet ve sarsılmaz bir esas oluyor. Hak dava yolunda giden kimse samimi ve ihlaslı olursa, o zaman nurun âlâ nur olur. Mesela, Müslüman ihlaslı olursa, Allah’ın havl ve kuvveti daima onunla olur.
"Bu dünyada, hususan uhrevî hizmetlerde en mühim bir esas, en büyük bir kuvvet, en makbul bir şefaatçi, en metin bir nokta-i istinad, en kısa bir tarik-i hakikat, en makbul bir dua-yı mânevî, en kerametli bir vesile-i makasıd, en yüksek bir haslet, en sâfi bir ubudiyet, ihlâstır. "
nokta-i istinad, makbul bir şefaatçi, en safi ubudiyet, haslet vs anladığım kadarıyla SADECE uhrevi hizmetteki ihlasa bakıyor.Ama girişte 'bu dünyada hususan uhrevi hizmetlerde' diyerek Sanki bu ifadelerin dünyadaki hizmetleri de kapsadığı anlaşılıyor. Eğer dünyayı kapsıyorsa şefaatçi, safi bir ubudiyet vs kavramlarını nasıl içine alabilir?
hakikat yolu kısmını açar mısınız Evet ihlas hakikate getiren kısa yol fakat hakikate gitmek ne demek
Hakikate gitmek ve ulaşmak iman esaslarının kalp ve ruhta inkişaf etmesi açılması ve anlaşılması anlamındadır.
Mesela haşir gerçeğinin muktazileri ile birlikte hem akılda hem kalpte izah ve ispat edilmesi hakikate gitmek ve hakikate ulaşmak demektir.
Yine kadere iman meselesinin akıl ve kalpte tatmin edici bir izah ile açıklanması ve bu açıklamadan sonra anlaşılması hakikate gitmek ve hakikate ulaşmak anlamına geliyor.
Risale-i Nurun imana dair bütün izah, açıklama ve tefsirleri hepsi birer hakikate gitmek ve ulaşmak anlamına geliyor. Üstelik bu çok kısa, kolay ve etkili bir şekilde cereyan ediyor.
Risale-i Nurun bu özelliklerinde en büyük pay ve hisse ihlastır yani Risale-i Nurun maddi ve manevi hiç bir şeye alet olmadan doğrudan İlahi rızayı göztemesi ve ona odaklanması bu üstün beyan gücünün oluşmasına bir vesile olmuştur.