"Eyyühe’n-nefs! Sen her bir eserde müessirin azametini görmek istiyorsun; fakat, haricî olan manaları zihnî manalarda arıyorsun..." cümlesini devamıyla izah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Eyyühe’n-nefs! Sen her bir eserde müessirin azametini görmek istiyorsun; fakat, haricî olan mânâları zihnî mânâlarda arıyorsun. Esmâ-i Hüsnânın her birisinde bütün esmânın şuââtını görmek istiyorsun. Her bir lâtifenin zevkiyle bütün letâifin zevklerini zevk etmek istiyorsun. Her bir hisse tâbi olan işleri ve hâcetleri ifa ederken, bütün hislerinin işlerini beraber görmek istiyorsun. Bundan dolayı evhama mâruz kalıyorsun."(1)

Üstad Hazretleri, böyle bir düşünceyi, Güneş'in büyüklüğünü, hararetini, hattâ gezegenlere merkez olmasını, onun küçük bir aynadaki cüz’î tecellisinde aramaya benzetiyor. “Halbuki şemsin vahdeti, tecelliyâtının da vahdetini istilzam etmez."(2) buyurarak, her aynaya onun kabiliyetine göre Güneş'ten bir feyiz geldiğini nazara veriyor. Aynadaki ışık, güneşin ışığından haber verir, ancak o küçük ve sönük ışığı ölçü alınarak Güneş hakkında hakiki bir marifete erişilemez.

Aynayı şuurlu farz etsek, ona Güneş’in hakiki mahiyetinden bahsettiğimizde, bu haricî mânayı kendi zihnindeki mânada, yâni Güneş hakkındaki cüz’î bilgisinde arayacak ve bizim sözlerimizi aklına sığıştıramayacaktır.

Sen her bir eserde müessirin azametini görmek istiyorsun; fakat, haricî olan manaları zihnî manalarda arıyorsun.

Allah’ın sonsuz azametine mikyas yaratmış olduğu mahlukatın tamamıdır. Bir eserde bir sanatta bütün yaratılmış eserlerin ihtişam ve azameti aranamaz görünmez.

Mesela küçük bir atomun yapısında bütün kainatın ihtişamlı vaziyeti muazzam büyüklük ve haşmet manası aranmaz. Çünkü atom ile kainat arasında azamet açısından çok büyük bir fark bulunuyor.

Bir avuç buğday tanesi küçük bir serçeyi beslemek için yeterlidir ama yeryüzündeki bütün canlıların beslenebilmesi için trilyonlarca ton erzak lazımdır şimdi Rezzak isminin büyüklüğüne mikyas bir avuç buğday mı yoksa trilyonlarca ton erzak mıdır. Bir avuç buğday belki Rezzak ismine işaret edip ona delalet edebilir ama Rezzak isminin büyüklüğüne ve sonsuzluğuna mikyas olamaz.

Güneş'in büyüklüğünü, hararetini, hattâ gezegenlere merkez olmasını, onun küçük bir aynadaki cüz’î tecellisinde aramaya benzetiyor. “Halbuki şemsin vahdeti, tecelliyâtının da vahdetini istilzam etmez." buyurarak, her aynaya onun kabiliyetine göre Güneş'ten bir feyiz geldiğini nazara veriyor. Aynadaki ışık, güneşin ışığından haber verir, ancak o küçük ve sönük ışığı ölçü alınarak Güneş hakkında hakiki bir marifete erişilemez.

Aynayı şuurlu farz etsek, ona Güneş’in hakiki mahiyetinden bahsettiğimizde, bu haricî mânayı kendi zihnindeki mânada, yâni Güneş hakkındaki cüz’î bilgisinde arayacak ve bizim sözlerimizi aklına sığıştıramayacaktır.

İnsanın zihin aynasında tezahür eden İlahi isim ve sıfatlar insanın zihni kapasitesi kadardır yani cüzi bir tecellidir bu sebeple İlahi isim ve sıfatların hakikat-i halde ki vaziyetini zihinde ki ile karıştırmamak gerekiyor yoksa Allah hakkında çok evham ve şüphelere maruz kalırız. Benim küçük dünyada tezahür eden İlahi isimler ile gerçek isimlerin azameti arasında çok fark var bu farkı idrak edemeyen Allah’a karşı kusur etmeye mahkumdur.

Esma-i hüsnanın her birisinde bütün esmanın şuâatını görmek istiyorsun.

İlahi isimlerin tamamını en azametli hali ile bir ismin tecelli sahasında görmek istemekte yanlış bir bakış açısıdır.

Mesela Rezzak ismi denizin altında kumun içinde basit bir madde ile bir balığa rızık verir bu Rahim ismi açısından muazzam bir olay olabilir ama diğer isimler açısından durum farklıdır. Mesela Muhsin, Kerim ismi açısından o basit gıda da bu isimler haşmetle tecelli etmez.

Muhsin ve Kerim isimlerini iyi anlamak için ya da bu isimlerin haşmet ve azametini görmek için yeryüzünde ki enva-ı çeşit ihsan ve ikramlara bakmak gerekiyor balığın o basit gıdasında bu isimlerin mikyası yerleşmez. Her ismi yerinde ve ayarında okumak gerekiyor eksik okumalar ismin büyüklüğünü anlama noktasında eksik kalabilir.

Her bir latîfenin zevkiyle bütün letaifin zevklerini zevketmek istiyorsun. Her bir hisse tâbi olan işleri ve hâcetleri îfa ederken, bütün hislerinin işlerini beraber görmek istiyorsun. Bundan dolayı evhama maruz kalıyorsun.

Her duygunun her latifenin bir görevi bir lezzeti vardır biri diğerine ölçü ve mikyas olamaz. Mesela gözün zevki görsel estetikler iken kulağın ki işitsel güzelliklerdir. Gözden işitme kulaktan görme zevki isteyemezsin. Ya da göz diğer latifelerin alacağı zevkleri bilemez tartamaz. Her duygu ve latife kendi alanında kendi sahasında bir mikyas bir mizandır.

Tat alma duyusu havucu yiyerek ona temas ederek algılar ve zevk eder havucu tat alma duyusuna kıyas yaparak göze sokmaya kalkarsak gözümüz kör olur göz havuçtan bakarak ve görerek keyf alır.

Kalbin zevk ettiği hoşlandığı bir şeyden akıl ve mantık bir şey hissedemeyebilir hatta sıkılabilir bu sebeple bir latifenin zevk ve ölçüsü ile diğer duygu ve latifeleri tartmaya ve anlamaya çalışmak çok yanlıştır.

Bu asırda akılları gözüne inmiş materyalist ruh her şeyi gözü ile tatmaya ve anlamaya çalışmakla büyük bir hezeyan içine girmiş ve inkara saplanmışlardır. Aklın anladığı bir manayı kalp kalbin hissettiği bir inceliği de akıl tartamayabilir bunları birbirine karıştırmamak gerekiyor yoksa önce evhama sonra küfür ve dalalete saplanma riski var.

Dipnotlar:

(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Zeylû'l-Hubâb.
(2) bk. age., Katre'nin Zeyli.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...