"İ’lem eyyühe’l-aziz! Sübhanallah ve elhamdülillâh cümleleri Cenâb-ı Hakkı celâl ve cemâl sıfatlarıyla zımnen tavsif ediyorlar..." Devamıyla izah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"İ’lem Eyyühe’l-Azîz! 'Sübhanallah' ve 'Elhamdülillah' cümleleri, Cenab-ı Hakk'ı celâl ve cemâl sıfatlarıyla zımnen tavsif ediyorlar. 'Celâl' sıfatını tazammun eden 'Sübhanallah', abdin ve mahlukun Allah'tan baîd olduklarına nâzırdır. 'Cemâl' sıfatını içine alan 'Elhamdülillah', Cenab-ı Hakk'ın rahmetiyle abde ve mahlukata karîb olduğuna işarettir. Meselâ: Biri kurb, diğeri bu'd olmak üzere bize nâzır şemsin iki ciheti vardır. Kurb cihetiyle, harâret ve ziyayı veriyor. Bu'd cihetiyle insanların mazarratlarından tâhir ve sâfi kalıyor. Bu itibarla insan şemse karşı yalnız kabil olabilir, fâil ve müessir olamaz."

"Kezalik -bilâ teşbih- Cenab-ı Hak rahmetiyle bize karîb olduğu cihetle ona hamdediyoruz. Biz ondan uzak olduğumuz cihetle, O'nu tesbih ediyoruz. Binaenaleyh, rahmetiyle kurbüne bakarken hamdet. Ondan baîd olduğuna bakarken, tesbih et. Fakat her iki makamı karıştırma ve her iki nazarı birleştirme ki, hak ve istikamet mültebis olmasın. Lâkin iltibas ve mezc olmadığı takdirde, her iki makamı ve her iki nazarı hem tebdil, hem cem' edebilirsin. Evet, 'Sübhanallahi ve bihamdihi' her iki makamı cem' eden bir cümledir."(1)

Celâl; azamet ve büyüklük ifade eder ve bütün celâlî isimlere işaret eder. Cemâl ise, güzellik ve rahmet manasına gelmekle bütün cemâlî isimlere işaret etmektedir. Yani Celîl, Kahhar, Azîm, Azîz, Cebbâr, Kâdir, Mütekebbir gibi birçok isim celâl manası taşırken; Cemîl, Rahmân, Rahîm, Kerîm, Latîf, Rezzak, Tevvab gibi isimler de cemâl ifade ederler. İşte Cenâb-ı Hakk’ın celâli ve azameti düşünülürken sübhanallah denilmekle, o kibriya ve azamete noksanlık arız olamayacağı hatırlanmış olur. Cemâl ve rahmet mânaları düşünüldüğünde ise elhamdüllillah denilerek şükür ve medih duyguları dile getirilir.

Üstad Hazretleri Dokuzuncu Söz’de “Sübhanallah”a şu üç ayrı mânayı veriyor:

1. “Bütün nekaisten pak ve müberra”

Allah’ın bütün sıfatları sonsuz kemâldedir, nihayetsizdir, mutlaktır. Bütün noksan sıfatlardan münezzehtir.

Noksan sıfatlara sahip olan mahlûkat âlemine ulûhiyet izafe edilemez. Hz. İsa’ya ilah diyenler, onun bir kul olduğunu ve ilah olmaktan sonsuz derecede uzak olduğunu unutmuşlardır.

“Mahlukat mâbudiyetten uzaklık noktasında müsâvi oldukları gibi mahlukiyet nisbetinde de birdirler.”(2)

2. “Ehl-i dalâletin efkâr-ı bâtılasından münezzeh ve muallâ”

Yani, bütün batıl itikadların ve sapık cereyanların Allah hakkında ortaya attıkları yanlışlardan münezzehtir. Meleklere Allah’ın kızı diyenlerin vehimlerinden de, Hz. İsa’ya (as.) Allah’ın oğlu diyenlerin sapık görüşlerinden de münezzehtir.

Konunun devamında Rabbimizin bize bizden daha yakın olduğu, bizim ise ondan nihayetsiz uzak olduğumuz ifade ediliyor ve şöyle bir misâl veriliyor:

“Biri kurb, diğeri bu'd olmak üzere bize nâzır şemsin iki ciheti vardır. Kurb cihetiyle, harâret ve ziyayı veriyor. Bu'd cihetiyle insanların mazarratlarından tâhir ve sâfi kalıyor.”

Güneşin insanlardan uzak olmasıyla insanların mazarratlarından sâfi kalması harika bir tespittir ve Allah’ın kendisi hakkındaki bütün batıl itikadlardan uzak olduğu dersini verir. İnsanların bu gibi yanlış inançlarıyla Cenâb-ı Hakka bir zarar vermeleri elbette mümkün değildir. Ancak, temsili hakikate tatbik ederken bu noktayı şöyle değerlendirmemiz yerinde olur:

İnsanların bu gibi yanlışları onların Allah hakkındaki marifetlerine zarar verir. Ehl-i sünnet itikadına uygun bir iman, bu gibi yanlışlıklardan, batıl görüşlerden uzaktır.

3. “Kâinatın bütün kusurâtından mukaddes ve muarra”

Kusur; noksan olma, yetersiz kalma demektir. Mesela; insanın yorulması, unutması, uyuması, mekâna bağlı ve zamanla kayıtlı olması, bir anda iki şey irade edememesi birer kusurdur. Cenab-ı Hak, gerek insanın, gerek bütün varlık âleminin bütün noksanlıklarından münezzehtir, bu kusurların hiçbiri O’na yanaşamaz.

İlave bilgi için tıklayınız:

- "Sahâbelerin kurbiyet-i İlâhiye noktasındaki makamlarına velâyet ayağıyla yetişilmez." Buradaki yakınlık manasını açar mısınız?

Dipnotlar:

(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Habbe.
(2) bk. Lem’alar, On Yedinci Lem'a, İkinci Nota.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 18.898
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

Adem68474

Evet, 'Sübhanallahi ve bihamdihi' her iki makamı cem' eden bir cümledir...misalle izah edermisiniz?

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Editor (Muaz)
Sübhanallah tenzihi içeriyor ki Allah'ın mahlukattan uzaklığını yani onların vasıflarından pak ve temiz olduğunu ifade ederken bihamdihi ifadesi de Allah'ın rahmet ve şefkati ile mahlukata olan yakınlığını ve bu yakınlıktan gelen sayısız ihsan ve ikramları netice veriyor ki bu da hamd ve şükrü iktiza ediyor. 
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
nurcu56

"İki makamı karıştırma. Ve her iki nazarı birleştirme ki, hak ve istikamet mültebis olmasın..." Sübhanallah ile elhamdülillah makamlarının karıştırılmaması ne demektir?

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Editor (Muaz)

Burada ifade edilen temel iki kavram vardır. Birincisi; sübhanallah, ikincisi ise; elhamdulillah kavramıdır. Biri Celal, diğeri ise Cemal isimlerini dolayısıyla ifade ediyorlar. Şöyle ki;

Sübhanallah; yaratılan varlıkların, Allah'tan uzak olduğunu ifade eder. Yani; Allah yaratılan hiçbir varlığa hiçbir şekilde benzemez, ne zatıyla ne esmasıyla ve nede sıfatlarıyla. Yaratan ve yaratılan arasındaki fark kadar birbirinden uzaktır.

Elhamdulillah ise; Allah'ın, rahmetinin gereği olarak bizi muhatap kabul ederek, icraat ve tasarrufuyla bize yakın olmasıdır. Bize düşen; birincisi için tesbih etmek, ikincisi için ise hamd etmektir.

Bazen her iki makam karıştırılabilir. Tıpkı bir padişahın bizimle ilglenmesi demek olan yakınlığını, onun basitliğine hamletmek ve o yakınlığı istismar etmek gibi. Allah'a karşı hamd ederken takınacağımız ibadet tavrı ile sübhanallah derken sergileyeceğimiz ubudiyet hali birbirinden farklı olmalıdır. Her iki makama uygun ibadet ve kulluğu sergilemek, makamları karıştırmamak demektir. Allah'ın bize yakınlığını tasavvur ederek, bir çocuk gibi naz yapabileceğimiz gibi, azamet ve kemalatını düşünerek de tir tir titreyebiliriz. Bunlardan birisini ihmal etmek makamları karıştırmak demektir.

İki makamın iktizalarını birbirine karıştırmadan, ikisinin muktezalarını muhafaza etmek şartıyla ikisini birarada ifade edebileceğimiz gibi, yerlerini de değiştirebiliriz. Yani sübhanallah derken, elhamdulillahın anlamını, elhamdulillah derken de sübhanallahın anlamını tasavvur edebiliriz.

"İ'lem eyyühe'l-aziz! Sübhanallah ve Elhamdülillâh cümleleri Cenab-ı Hakkı celâl ve cemal sıfatlarıyla zımnen tavsif ediyorlar."

"Celâl sıfatını tazammun eden Sübhanallah, abdin ve mahlûkun Allah'tan baid olduklarına nâzırdır. Cemal sıfatını içine alan Elhamdü lillâh, Cenab-ı Hakk'ın rahmetiyle abde ve mahlûkata karib olduğuna işarettir. Meselâ, biri kurb, diğeri bu'd olmak üzere, bize nâzır, şemsin iki ciheti vardır. Kurb cihetiyle, hararet ve ziyayı veriyor. Bu'd cihetiyle, insanların mazarratlarından tâhir ve sâfi kalıyor. Bu itibarla insan şemse karşı yalnız kabil olabilir, fâil ve müessir olamaz."

"Kezalik -bilâ teşbih- Cenab-ı Hak rahmetiyle bize karib olduğu cihetle ona hamd ediyoruz. Biz ondan uzak olduğumuz cihetle Onu tesbih ediyoruz. Binaenaleyh, rahmetiyle kurbuna bakarken hamdet. Ondan baid olduğuna bakarken tesbih et. Fakat her iki makamı karıştırma. Ve her iki nazarı birleştirme ki, hak ve istikamet mültebis olmasın. Lâkin iltibas ve mezc olmadığı takdirde, her iki makamı ve her iki nazarı hem tebdil, hem cem edebilirsin. Evet, Sübhanallahi ve bihamdihî her iki makamı cem eden bir cümledir."(1)

Allah, rahmeti ve yedi sıfatı ile bize şah damarımızdan daha yakındır. Bize yakın olması bu manayadır . Lakin Zat-ı Akdesi noktasından kainattan ve içindeki her şeyden münezzeh ve mukaddestir. Allah’ın bize baid, yani uzak olması da bu cihetledir.

Evet, Allah zatı itibari ile değil, isim ve sıfatları ile her şeyin yanında hazır ve nazırdır. Zat-ı Akdesi ile bizzat değil, bilvasıta tasarruf ediyor. Yani Allah’ın isim ve sıfatları onun zatı ile kaim ve Onun zatından kaynayıp geldiği için, dolaylı bir şekilde Allah’ın zatı her fiil ve icraatın memba ve esasıdır denilebilir. Ama Zat-ı Akdes asla ve asla mahlukat ile mübaşeret ve temas içinde değildir ve her şeyin yanında zatı ile hazır ve nazır demek doğru değildir ve hatta şirk olur.

Güneş zatı itibarı ile bizden çok uzak olmasına rağmen ısı ve ışığı ile göz bebeğimizin içine kadar giriyor. Allah’da aynı şekilde zatı itibari ile mahlukattan nihayetsiz uzak ve münezzeh iken, isim ve sıfatları ile bize şah damarımızdan daha yakındır. Bu mana itibari ile Allah kainatta zatı ile değil, isim ve sıfatları ile iş görüyor. Ama isim ve sıfatların arkasında ve membaı olarak yine Allah’ın mübarek zat-ı akdesi vardır.

Maddi alemde tesir ve tedbir ancak temas ile olur. Yani dokunmadan ve temas etmeden bir şeye tedbir ve tesir etmek mümkün değildir. Mesela, insan bir bardak su içmek için eli ile bardağı kavramadan onu tutmadan suyu içemez.

Bu ilişki ve zorunluluk Allah için geçerli değildir. Allah temas ve mübaşeret etmeden bir şeye "Ol." dedi mi oluverir. Bir şeyi icat etmesi için onunla temas etmeye muhtaç değildir. Yer çekimi bizi yeryüzüne bağlar, fakat dokunarak değil. Mıknatıs da çiviyi dokunmadan çeker.

Dokunmadan iş görmenin en büyük örneği insan ruhunda görülür. Biz ruhumuzdaki kuvvet sıfatıyla eşyayı kaldırırız, ama eşyaya dokunan o sıfat değil, ellerimizdir. Bir cümleyi ezberlediğimizde ondaki kelimeler hafızamızda kaydedilir, yine dokunmaksızın. Meleklerin bizim amellerimizi yazmaları da dokunmaksızın ve temassızdır.

Demek oluyor ki, bir varlık maddeden uzaklaştığı nispette mübaşeretsiz iş görme sahasında ilerleme kaydeder.

“Cenâb-ı Hakk’ın mahlukatındaki tasarrufu, yalnız bir emir ve irade ile olur. Bizzât mübaşereti yoktur. Şemsin kâinatı tenvir ettiği gibi.”(2)

Güneş'in maddesi yeryüzündeki eşya ile temasta değildir, ama onun maddeden bir derece uzak olan ışığı, eşya ile temas edebilmekte ve onları aydınlatmaktadır. Güneş, “tenvir” fiilini eşya ile temas etmeksizin icra ettiği gibi, cazibesiyle de bütün gezegenlerini yine dokunmaksızın çekip çevirir. Bu misallerde olduğu gibi basit bir mahluk böyle temassız iş görebiliyorsa, maddeden münezzeh ve mukaddes olan Allah elbette temas etmeden iş ve fiil icra edebilir.

Bu ölçüler ışığında meseleye baktığımız zaman, Allah’ın bize yakın olması ona tesir edebileceğimiz anlamına gelmediği gibi, onun bizden nihayetsiz uzak olması da bize tesir edemeyeceği anlamına gelmez. Onun bizden uzak ve münezzeh olması “Sübhanallah” kelimesi ile özetlenirken, bize şah damarımızdan yakın ve karib olması da “Elhamdülüllah” kelimesi ile özetleniyor. Biz bize yakın olmasına hamd ederken, uzak ve münezzeh olmasına da tesbih edeceğiz.

İki hükmü birbiri ile iltibas etmeyeceğiz. Yani onun bize olan yakınlığına bakarak "Ben ona tesir edebilirim." demek nasıl safsata ise, bizim ona olan uzaklığımızdan hareketle -haşa- "O bize tesir edemez." demek aynı derece de safsatadır. Bu safsataya düşmeden, bize hem yakın hem uzak olmasını tesbih ve tahmid ile cem ve zikredebiliriz.

Dipnotlar:

(1) bk. Mesnevî-i Nuriye, Habbe.
(2) bk. a.g.e., Zeylü'l-Hubab.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...