"İnsan santral gibi, bütün hilkatın nizamlarına ve fıtratın kanunlarına ve kâinattaki nevamis-i İlahiyenin şualarına bir merkezdir." cümlesini açıklar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
Risale-i Nur'da, "insan, şu kainatın misali musağğarı" olarak tarif edilmiştir. Yani insan şu kainatın küçük bir misali ve modeli hükmündedir. Kainatı küçültsen, insan olur; insanı büyütsen kainat olur, denilmiştir.
Kainatta azametli ve büyük olarak tecelli eden isim ve sıfatların manası, insan sayfasında daha okunaklı ve göz önünde tecelli etmişlerdir. Herkes rahatla ve kolaylıkla bu sayfayı okuyabilir. Ama kainatı okumak için külli ve geniş bir nazar gereklidir. İnsan, şu kainatın sultanı ve halifesi de olabilir. Mahlukatın en aşağısına da düşebilir bir mahiyet ve vaziyette yaratılmıştır.
İnsanın rububiyet kanunlarına ve icraat tellerine santral olması ise, bütün isim ve sıfatların tecelli noktasından toplandığı tek varlık olmasıdır. İnsan, Allah’ın bütün isim ve sıfatlarının tecelli merkezi gibidir. Her bir isim ve sıfat o merkezde tecelli etmek ile cem olmuştur. Yani insanın mahiyetine yerleştirilmiş olan her bir duygu ve cihaz, Allah’ın bir isim ve sıfatına açılan birer pencere gibidir. İnsan bu duygu ve cihazlar penceresi ile o isimleri seyreder, bilir ve tartar.
Diğer mahluklarda bu keyfiyet yoktur. Onlar, ancak bazı isimlere ayinedarlık ederler. Ama insan mahiyeti bütün isimlerin manasının okunduğu dev bir ayinedir. Bir de kainatta işleyen bütün kanunların ve icraatların hizmeti ve odaklaştığı nokta insan olmasından, adeta insan şu kainatın kalbi gibi merkezlik yapıyor. Güneşten tut, zerrelere kadar her şey insana itaat ettirilmiş ve ona hizmet ediyor. Kainatta umumi ve külli olarak bulunan kanunların uçları insanda toplanmış gibidir. İnsan, kendi mahiyetine dikkat ile baksa, bütün kainatı okumuş ve anlamış olur.
Mesela, kainatta umumi olarak bulunan rızık kanunu, bütün rızka muhtaç canlılara rızkını ulaştırdığı gibi, en mükemmel ve geniş manası insan da görünür ve tecelli eder. Sair mahlukat, bir iki yiyecek ile beslenir; insan ise her nevi lezzeti ve rızkı tartıp, tadacak cihazlara sahiptir. Bu da gösteriyor ki, insan, şu kainatın merkezi ve santralı gibi bir kıvamda yaratılmıştır...
İbadet; insan ile kainat arasında uyum temin eden bir adaptör gibidir. Kim bu adaptörü atarsa kainatın azim çarkları altında ezilir ve onunla uyum temin edemez, denilmek isteniyor. Allah, insanın maddi ve manevi mutluluğunu bu adaptör vazifesi gören ibadete bağlamıştır. İnsan cüzi aklı ile neyin kendine tam uygun, neyin kainatla ahenk içinde olacağını tam kestiremiyor, bu yüzden ibadete muhtaçtır.
Mesela; iktisat sosyal hayatın önemli bir çarkıdır. Bu çarkın iki dişlisi var; birisi zenginlik diğeri fakirlik, bu iki sınıfı tam bir uyum ve ahenk içinde çalıştıracak bir adaptör bulamaz isek, çok büyük kavga ve nizalar çıkar; Birinci ve İkinci Dünya Savaşları gibi. İslam bu iki sınıf arasına zenginlerde merhameti, fakirlerde hürmeti tesis edecek zekatı emrediyor. Zekat hem bir ibadet, hem bir adaptör vazifesini görüyor.
İnsanın bütün kainata santral olması mükemmel bir fıtrata sahip olduğuna işaret ediyor ki, bu husus ayette şu şekilde beyan ediliyor:
"Biz insanı en mükemmel surette yarattık. Sonra da onu en aşağı derekeye düşürdük. Ancak iman edip güzel ve makbul işler yapanlar müstesnadır." (Tin, 95/4-6)
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
İnsan, kainattaki her şeye kalben bağlı, aklen bağlı, olarak yaratılmış. Benim güneşim, benim yıldızım, benim dünyam diyebilir, diğer canlıların varlığı onun sahip olduklarını etkilemiyor, belki arttırıyor. Tıpkı 9 çocuklu bir ailede çocuklardan her biri "benim annem, benim babam, benim evim vb" diyebilir, diğerlerinin varlığı sadece kardeşlerin sayısı itibarı ile çocuğun dünyasını renklendiriyor, kardeş olarak yine ona ait oluyor. Ya da vücutta mesela beyinde bir hücre, diğer hücreler ile alakadar, vücutla alakadar, gözle, kaşla alakadar, her hücre böyle kendi açısından vücuda bakabiliyor.
Aynen böyle de insan yukarıda zikrettiğimiz üzere, sanki manevi ipler ile tüm kainata bağlanmış, zerreden şemse, tozdan file kadar, her şey onun ile alaka peyda etmiş. Kainattaki her şeyin eylemlerin başında yaptığı bismillah, sonunda yaptığı elhamdülillah gibi zikirleri, tesbihleri tıpkı santral memuru gibi Cenab-ı Hakka kendi ibadetimizle sunmamız gerekiyor. 11. sözde denildiği üzere Cemal ve Kemali kendi nazarımızla sunmamız isteniyor, ibadet etmeyen kişi ise kainatın bu zikrini göremiyor, dolayısıyla sunamıyor.
Sanki bir kara deliğin üstüne gelen her şeyi yutması gibi insan da ona gelen tesbihatları, zikirleri yutuyor, hiçe indiriyor, israf oluyor, yok ediyor...
Geçtiğimiz günlerde yaptığımız risalei nur derslerinden cenabı hak bana böyle manalar ihsan etti. Yanlışım olan yerleri düzeltmenizi dilerim.
3 aylarınızın mübarek olması dileğiyle...