"İnsanın bu mânevî ömrü, ezelden ebede uzanan bir hayat nurundan medet ve yardım alır." Ezel mazinin bir ucu değilken, buradakini nasıl anlayabiliriz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

İnsanın mahiyeti Allah’ın ezelî ilminde mevcuttu. İnsan bu yönü ile varlığa mazhar olmuştur. Sonra takdir-i İlahi ile insan ruhlar âlemine, oradan anne rahmine, oradan dünyaya, dünyadan kabre, kabirden sırat ile cennet ya da cehenneme giden bir yolcudur.

İman nazarı ile bakıldığında insanın var olması ve sonsuzluğa mazhar oluşuna kadar giden bütün aşamaların bir ömr-ü manevî olduğu, sadece kısacık dünya hayatına mahsus olmadığı anlaşılıyor.

Allah ezelî ve ebedî olarak var olduğu için; boşluğa ve yokluğa imkân bırakmıyor. İnsan da Allah'ın en mümtaz bir mahlûku olmasından, O’nun ezelî varlığından meded ve yardım alarak her daim varlığa mazhar oluyor.

"Hattâ mü'min olan bir insanın dünyanın kuruluşundan sonuna kadar uzanan mânevî bir ömrü vardır. Ve insanın bu mânevî ömrü, ezelden ebede uzanan bir hayat nurundan medet ve yardım alır."(1)

“Ezelden ebede uzanan bir hayat” tabirindeki hayat, Allah’ın hayatıdır. İnsanın fani hayatı Allah’ın baki hayatına dayandığında o da ebediyet kazanır, denilmek isteniyor. Bütün fani hayatlar, Allah’ın ezelî ve ebedî hayatından medet alır ve ayakta kalabilirler.

Dolayısı ile cümlede geçen ezel ve ebed ifadeleri, mahlûkat için değil, Allah için kullanılmaktadır. Ezel ifadesini mahlûkat için sarf etmek zaten caiz olmaz. Fakat mahlûkatın vücud-u haricileri ve yaratılmalarının belirli bir zamanı olmakla beraber, İlm-i ilahideki varlığımız itibariyle ezelî ve ebedidir. Bu durum mahlûkatın kendileriyle ilgili değil, İlahi sıfatlarla ilgilidir. İlahi sıfatlar da zaten Allah'ın zatı gibi ezelidir. Üstad Hazretleri bu hakikati şöyle ifade etmektedir:

"Hem adem-i mutlak zaten yoktur. Çünkü bir ilm-i muhît var. Hem daire-i ilm-i İlâhînin harici yok ki, bir şey ona atılsın. Daire-i ilim içinde bulunan adem ise, adem-i haricîdir ve vücud-u ilmîye perde olmuş bir ünvandır. Hattâ, bu mevcudat-ı ilmiyeye, bazı ehl-i tahkik 'a’yân-ı sâbite' tabir etmişler. Öyle ise, fenâya gitmek, muvakkaten haricî libasını çıkarıp, vücud-u mânevîye ve ilmîye girmektir. Yani, hâlik ve fâni olanlar, vücud-u haricîyi bırakıp, mahiyetleri bir vücud-u mânevî giyer, daire-i kudretten çıkıp daire-i ilme girer."(2)

Hülasa; “Ezelden ebede uzanan bir hayat nurundan medet ve yardım alır" ifadesi, kayyumiyet sırrına işaret ediyor.

Dipnotlar:

(1) bk. Lem'alar, Yirmi Dokuzuncu Lem'a, İkinci Bab.
(2) bk. Mektubat, On Beşinci Mektup.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...