"İnsanın kalbini binlerce âlemlere örnek ve pencere yapan ve beşerin kuvve-i hafızasında tarih-i hayatını taallûkatıyla beraber yazan, ancak ve ancak her şeyi yaratan Hâlık olabilir." Ne demektir?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Allah, insanı kâinatın misal-i musağğarı yani küçültülmüş bir modeli suretinde yaratmış, onun kalbini de bütün âlemlerin fihristesi yapmıştır. Diğer bir tabirle Allah, kâinatı insanda, insanı da kalpte dercetmiştir. Bir hadis-i kudsîde şöyle buyurulur: “Ben yere göğe sığmam, mü’min kulumun kalbine sığarım.” (el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ: II/165; İmam-ı Gazâlî, İhyâ-u Ulûmüddîn, III/14)

Nasıl ki güneş ışığı ile insanın göz bebeğine giriyorsa, onun kalb aynasına da Allah’ın bütün isim ve sıfatları tecelli etmektedir. Ama bu tecelli, insanın iradesinin sarfından sonra olur. Üstad, bu mânâyı "Kalbin göz bebeğine aks-i nurunu yerleştirme" ile ifade ediyor.

Nasıl ki, görme hâdisesi, gözün merkezi olan gözbebeğinde gerçekleşiyorsa, iman, marifet ve muhabbetin de tecelli mahalli insanın kalbidir.

“Bâtın-ı kalb âyine-i Sameddir.”

Samediyetin en büyük, en küllî âyinesi insan kalbidir. Beden kâinatla ve ondan süzülen nimetlerle beslenir ve onlarla tatmin olurken, insan kalbi mahlûkatla tatmin olmaz. “Kalpler ancak Allah’ı anmakla tatmin olur” (Ra’d Suresi, 28) meâlindeki âyet-i kerîme de kalbin bu âlem ve içindeki eşya ile değil, Allah’a iman, marifet, muhabbet ve zikirle tatmin olacağını ifade ediyor.

Hayal misal âleminin, hafıza da Levh-i Mahfuz’un küçük bir numunesidir. Emir âleminin ve bütün ruhaniyatın numunesi de kalptir

Aynı şekilde bütün âlemlere uzanan, marifet kesb edecek meyil ve hissiyatlar da kalpte mevcuttur. Göz nasıl eşyayı seyrediyor ise; basiret yani kalb gözü de manevî âlemleri seyrediyor.

"İkinci cihet ise: O cüz'î meyvenin kalbi, hem hadisçe 'zahr-ı kalb (*) denilen insanın hafızası, ekser envaın bir çeşit muhtasar fihristesi ve bir küçük nümune haritası ve şecere-i kâinatın bir mânevî çekirdeği ve ekser esmâ-i İlâhiyenin incecik bir ayinesi olduğu, hem o kalbin ve hafızanın emsalleri ve sikkeleri bir tarzda bulunan bütün kalblerin ve hafızaların kâinat yüzünde müstevliyâne intişarları, elbette bütün kâinatı kabza-i tasarrufunda tutan bir Zât’a bakar ve 'Yalnız Onun eseriyim ve Onun san'atıyım.' derler."(1)

(*) (Buharî, Nikâh: 14, 25, Fezâilü'l-Kurân: 22; Nesâî, Nikâh 62.)

Kâinat bir ağaç, insan ise bu ağacın en cemiyetli meyvesidir. Ağacın dalı, budağı, yaprağı ve çiçeği, ince ve latif bir plan şeklinde meyvesinde ve onun kalbi hükmünde olan çekirdeğinde yazıldığı gibi, kâinatta azametli olarak tecelli eden bütün isim ve sıfatlar da onun en harika meyvesi olan insanın kalbinde tecelli ve tecemmu’ eder.

Sadece bir misal verelim: Kâinatı tedbir ve idare eden kudret ve irade sıfatları insan kalbinde de kuvvet ve irade olarak dercedilmiştir.

Beyinde mercimek tanesi büyüklüğünde bir yer tutan hafıza merkezinin milyonlarca levhayı ve resimleri muhafaza etmesi Hafiz isminin tecellisiyledir. İnsan hafızası; ciltlerce kitapları içine alıp kaydeden bir kütüphane gibidir.

(1) bk. Şualar, İkinci Şua, İkinci Makam.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 12.903
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

şehrayin
Hamdin en meşhur mânâsı, sıfât-ı kemâliyeyi izhar etmektir. Şöyle ki: Cenâb-ı Hak, insanı, kâinata câmi bir nüsha ve on sekiz bin âlemi hâvi şu büyük âlemin kitabına bir fihrist olarak yaratmıştır. Ve Esmâ-i Hüsnâdan herbirisinin tecellîgâhı olan herbir âlemden bir örnek, bir nümune, insanın cevherinde vedîa bırakmıştır. Eğer insan, maddî ve mânevî herbir uzvunu Allah’ın emrettiği yere sarf etmekle hamdin şubelerinden olan şükr-ü örfîyi îfa ve şeriate imtisal ederse, insanın cevherinde vedîa bırakılan o örneklerin herbirisi, kendi âlemine bir pencere olur. İnsan, o pencereden, o âleme bakar ve o âleme tecellî eden sıfatla o âlemden tezahür eden isme bir mir’at ve bir âyine olur.O vakit insan, ruhuyla, cismiyle âlem-i şehadet ve âlem-i gayba bir hülâsa olur ve her iki âleme tecellî eden, insana da tecellî eder. İşte bu cihetle, insan, sıfât-ı kemâliye-i İlâhiyeye hem mazhar olur, hem muzhir olur. Nitekim Muhyiddin-i Arabî, 1 كُنْتُ كَنْزًا مَخْفِيًّا فَخَلَقْتُ الْخَلْقَ لِيَعْرِفُونِى hadîs-i şerifinin beyanında, “Mahlûkatı yarattım ki, Bana bir âyine olsun ve o âyinede cemâlimi göreyim” demiştir.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yükleniyor...