"Kelime-i Tevhidin tekrar ile zikrine devam etmek, kalbi pek çok şeylerle bağlayan bağları, ipleri kırmak içindir..." İzah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"İ’lem Eyyühe’l-Azîz! Kelime-i Tevhid'in tekrar ile zikrine devam etmek, kalbi pek çok şeylerle bağlayan bağları, ipleri kırmak içindir. Ve nefsin tapacak derecede sanem ittihaz ettiği mahbublardan yüzünü çevirtmektir. Maahaza, zâkir olan zâtta bulunan hasse ve lâtifelerin ayrı ayrı tevhidleri olduğuna işâret olduğu gibi; onların da onlara münasib şerikleriyle olan alâkalarını kesmek içindir."(1)

“Kelime-i Tevhid'in tekrar ile zikrine devam”

İnsanın yaratılış gayesi, iman, marifet ve ibâdet olarak hülasa edilebilir. Allah’a iman etmek için yaratılan kalbin, başka şeylere bağlanması, onlardan medet umması, onlara kavuşmayı gaye edinmesi yahut onlardan korkması onun manen hastalanması demektir. Kalbin bu hastalığa yakalanmaması yahut ondan kurtulması için “Kelime-i Tevhid'in tekrar ile zikrine devam” etmesi gerekir.

Bütün varlık âlemi, esmâ-i İlâhînin tecellileridirler. Kelime-i tevhidde esmâ-i hüsna adedince tevhidler vardır. Her isteğimiz yahut her ihtiyacımız bu isimlerin tecellileriyle yerine gelmektedir.

Bütün bu istekleri sebeplerden beklemek yerine Allah’tan beklemek, bütün hayrın O’nun elinde olduğunu unutmayıp ancak O’ndan yardım dilemek gerekir. İşte bu neticeye ancak kelime-i tevhidin çokça zikredilmesiyle ulaşılır.

Bilindiği gibi, Allah ismi Cenâb-ı Hakk'ın Zât’ına unvan ve âlemdir. Bunun içindir ki "Lâ ilahe illallah" kelamında esmâ-i İlâhîye adedince tevhidler vardır; “lâ Razike illallah, lâ Kâdire illallah, lâ Malike illallah" gibi.

Bu tevhidlerden her biri, kalbin mahlûkat âlemine uzanan bir ipini keser ve kulu Rabbine yöneltir. Meselâ, rızık talep eden bir kul “Lâ Razıka İllallah” demekle rızkı ağaçtan, bahçeden yahut insanlardan değil ancak Allah’tan bilir, O’nun ihsanını bekler. Böylece kulun kalbi bu sebeplerden ve bu bağlardan kurtulur.

"Lâ Şâfi’ye illallah" diyerek, her hayır gibi şifayı da ancak Allah’tan bilen kişi, sebeplere ve vasıtalara gereğinden fazla ehemmiyet vermez, “Filan ilacı içtim de iyileştim veya filan doktor beni iyileştirdi” demez. Böylece kalbini ne doktora bağlar, ne de ilaca. Onları birer sebep olarak bilir, bu sebeplere müracaat eder, tedavisini hassasiyetle sürdürür; ekmeden biçemeyeceğini bildiği gibi, tedavi olmadan da şifa bulmaya kalkışmaz. Ama bu sebeplere aşırı bağlanmaktan ve gereğinden fazla minnettar olmaktan da kalbini uzak tutar.

“Ve nefsin tapacak derecede sanem ittihaz ettiği mahbublardan yüzünü çevirtmektir.”

Bu cümle, insan nefsinin sebeplere tapacak derecede aşırı ehemmiyet vermesinin gizli bir şirk olduğuna işaret ediyor ve bu büyük hatadan ancak kelime-i tevhidin tekrar ile zikredilmesiyle kurtulabileceğini ders veriyor.

“Zâkir olan zâtta bulunan hasse ve lâtifelerin ayrı ayrı tevhidleri”

İnsan ruhunda bulunan pek çok lâtifelerin her birinin ayrı tevhidleri vardır. Meselâ, sevgi hissinin tevhidi ancak Allah’ı sevmek, başka varlıkları da O’nun namına sevmektir. Korku hissinin tevhidi, ancak Allah’tan korkmak, O’nun emir ve yasaklarına karşı gelmekten hassasiyetle uzak durmaktır.

Aklın tevhidi, bu kâinattaki bütün hikmetleri ve manaları Allah’ın Hakîm ve Alîm isimlerinin tecellileri bilmektir.

Üstad Hazretleri bir başka risalesinde, bu tekrarların hakikatte tekrar değil, te’sis olduğunu ifade ediyor. Buna göre, bir binanın inşasında sıra sıra örülen duvarlar tekrar değildir, o bina bu tekrarlarla inşa edilmektedir. Zikirlerin, tesbihlerin ve Kur’ân-ı Kerîm'deki bazı kıssaların tekrarı da bu mânada birer te’sistirler.

(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Hubab.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 21.077
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

meryem

ALLAH EBEDEN RAZI OLSUN, HiZMETiNiZi MAKBUL EYLESIN. AMiN

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Ziyaretçi (doğrulanmadı)

Kulak Allah'ın rızası dışındaki sesleri işitmeye çalışsa, o uzvun günahı olması daha doğru değil mi? Bu tarz şeyleri dinlemesi Allah'ı inkâr etmesinden değil nefis ve hevaya mağlup oluşundan geliyor gibi görünüyor. Kebairi irtikap etmenin imansızlıktan gelmediği gibi. Allah'ı inkâr eden bir şeyi kemal-ı rıza ile dinlese o zam, an şirk olması daha mantıklı geliyor.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
nurcu56

Ayrı ayrı tevhitten kasıt nedir? Hasse ve latifeler de herbirisi ayrı ayrı mı zikir ediyor?

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Editor (Muaz)

Havass-ı hamse-i zahirî: Göz, kulak, burun, doku, dil olmak üzere beş duyudan oluşur. Bu duyuların her birisi bir aleme açılan pencere gibidir. İnsan bu pencereler ile o alemleri seyreder.

Havass-ı hamse-i bâtına: Akıl, kalp, ruh, vicdan, latife olmak üzere beş iç duyudan oluşur. Bu duyular da tıpkı zahiri duyular gibi manevi ve gaybi alemlere açılan birer pencereler hükmündedirler.

Bu pencerelerin herbirisinin kendine mahsus tevhit ve şirki olduğu gibi, herbirisinin Allah’ı tanıma ve zikretme şekilleri de başka başkadır.

Mesela; insan göz penceresi ile alem-i mebsurat denilen görüntü alemini seyreder. Kulak penceresi ile, alem-i mesmuat denilen sesler alemini işitir ve o alemden istifade eder. Burun ile alem-i şemime yani; kokular alemine açılır vs.

Aynı şekilde bu alemlere açılan duygular tevhit namına işler ise, yani; Allah hesabına o nimetlerden faydalanırsa, o zaman o duygular bir nevi o vazifeyi ifa etmekle ibadet etmiş oluyorlar. Yine insandaki bu duygular küfür ve şirkin hakim olduğu bir nazar hesabına çalışıyor ise, bu sefer de küfür ve şirk hesabına çalışmış oluyorlar.

Kalp, sevgi ve muhabbet alemine açılan geniş ve cami bir penceredir. Allah’ın cemal ve kemalini kabul edip onunla coşan duygu kalptir. Şayet Allah ile coşmayıp yabani şeyler ve masiva ile coşar ise, bu kalbin gaflet ve şirki olur. Özetle kalbin zikri Allah sevgisi olduğu gibi, şirki de masiva sevgisidir.

Akıl, kainatın arka planında işleyen ince ve latif manaları görüp, onları açığa çıkaran bir vasıtadır. Yani mana aleminin bir anahtarı, bir rehberi konumundadır. Şayet akıl, tevhid namına işlerse, kainatın yüksek ve ali bir mütefekkiri olur. Yok şirk hesabına işler ise, bu sefer de küfür ve karanlığın bir vasıtası haline dönüşür. Tefekkür aklın zikri iken, felsefe yapmak da aklın şirki ve dalaletidir.

Ruh, alem-i ervaha açılan nurani ve latif bir duygudur. İnsan ruh penceresi ile ruhani alemler ile irtibat kurar. Şayet ruh, iman hesabına işlerse, o zaman bütün duygu ve hislerin efendisi ve aynı zamanda onların elektriği hükmüne geçer. Yok şirk ve küfür hesabına işler ise, bu kez de imansızlık ve şirk hesabına duygulara elektrik olur.

Vicdan, manevi alemlerin esası ve haritası konumundadır. Hakikatlerin uçlarının temerküz ettiği cami bir aynadır. Hem ahlaki değerlerin, hem de doğruluğun ana üssü gibidir. İnsan yanılsa bile vicdan yanılmaz. Şayet bu duygu küfür ve gaflet ile kokuşursa, bu kez aynı vicdan karanlık ve küfür hesabına şahitlik eder, onun namına işler.

İşte insandaki herbir his ve duygunun, iman ve küfür hesabına çalışması onlar adına hareket etmesi gayet mümkündür. Çalıştığı şeyin hesabına göre hüküm alıyorlar. Bu hasse ve duygular, iman hesabına çalıştıkları zaman; tevhitte ve ibadette olurlar, küfür hesabına çalıştıkları zaman; şirkte ve dalalette olurlar.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...