"Cenâb-ı Hak, insanı pek acip bir terkibte halk etmiştir. Kesret içinde vahdeti, terkib içinde besâteti, cemaat içinde ferdiyeti vardır." Devamıyla izah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"İ’lem Eyyühe’l-Azîz! Cenab-ı Hak, insanı pek acib bir terkibde halketmiştir. Kesret içinde vahdeti, terkîb içinde besâteti, cemaat içinde ferdiyeti vardır. İhtiva ettiği âzâ, havass ve letâifin her birisi için müstakil lezzetler, elemler olduğu gibi; aralarında görülen sür'at-i teâvün ve imdattan anlaşıldığı üzere, her birisi arkadaşlarının lezzet, elem ve teessüratından da hisse alıyorlar. Bu hilkat sâyesinde, insan eğer ubûdiyet yoluna giderse; bütün lezzet, nimet, kemâlât nevilerinin bir kısımlarına mazhar olmaya şâyandır. Ve kezâ, eğer enâniyet yolunu tâkip ederse, çeşit çeşit elem ve azaplara da mahâl olmaya müstehaktır."(1)

“Kesret içinde vahdet, terkîb içinde besâtet”

Kesret; çokluk demektir, vahdet ise birlik. Meselâ, elimizdeki beş parmak kesrettir, bunlar bir araya gelerek “bir el” oluyorlar; kesretten vahdete geçiliyor. Artık o parmaklara “el” deniliyor, “beş parmak” denilmiyor.

Yüz trilyon hücreden bir insan bedeni inşa edilmiş. Artık o adam yüz trilyon hücre değil, bir adamdır, kesret içinde vahdet meydana gelmiştir.

“Terkib içinde besatet” ifadesi insanın bedenine değil ruhuna bakıyor. Besatet, basit olma, terkib olmama” mânasına gelir. Oksijen de hidrojen de basittir, onların bir araya gelmesiyle su molekülü meydana geliyor. İnsan ruhundaki lâtifelerin terkib oluşu ne suyun moleküllerine benzer, ne ışığın renklerine, ne de bedenin hücrelerine. Onu meydana getiren şeylerin hepsi ayrı ve müstakil şeyler değillerdir, hepsi bir tek şeydir. Yâni, onları birbirinden ayrı düşünmek mümkün değil. Akıl ayrı, kalb ayrı değil. Vicdan ayrı, hâfıza ayrı değil. Sevgi ayrı, korku ayrı değil. Bunların birlikte bulunmaları cihetiyle ruh bir terkip gibi görünürse de bu “terkib içinde besatet” vardır, yâni bütün bu hisler, duygular, akıl, kalb, vicdan tek bir şeydir. Bunlar ruhun parçaları değil, onun duyguları, lâtifeleri, manevî cihazlarıdırlar.

Aynı şey farklı yönleriyle ele alındığında ayrı isimler alabiliyorlar. Buna basit bir misal olarak, boş bir kâğıdı verebiliriz. Bu kâğıt, maddesi itibariyle kâğıt, şekil yönüyle dikdörtgen, renk bakımından ise beyazdır. Yâni o şeye hem kâğıt denilir, hem dikdörtgen, hem de beyaz...

İşte insan ruhundaki akıl, kalb, vicdan için de benzer şeyler söylenebilir. Bunlar da yaptıkları işler yönünden ayrı isimler alsalar da hepsi bir tek ruhturlar, ruhun ayrı fonksiyonlarından doğan farklı isimlerdirler.

“Cemaat içinde ferdiyet”

Toplumdaki diğer insanlarla birlikte ve cemaat hâlinde yaşıyoruz, ama benim şu anda dişim ağrıyorsa, bu ağrıyı tek başıma çekiyorum, diğer arkadaşlarım çekmiyorlar. Veya bir şeye üzülmüşsem, üzüntümü tek çekiyorum, beraber çekmiyoruz. Bir salonda yan yana oturuyoruz, ama her birimiz imanı, marifeti, takvası, bilgisi, mesleği, ruh yapısı, keder ve sevinci, karşılaştığı problemleri ve daha böyle nice yönüyle ayrı bir âlem.

İnsanın mahiyeti ve mahiyetindeki sayısız cihaz ve duyguları bir cemaati andırırken, mükemmel bir nizam ve ahenk içinde olması da bir fert gibi olduğunu gösteriyor.

“İnsanın bir ferdi sâir hayvânâtın bir nevi gibidir” hakikatinin bir yönü de her insanın başka bir iç dünyasına sahip olmasıdır.

Her organın faaliyeti onun bir çeşit lezzetidir. İşini terk etmesi ise Üstad'ın ifadesiyle; “o uzvun bir nevi azabıdır.” Yürümeyi terk etmesi ayak için bir azap, tutmayı terk etmesi el için yine bir çeşit azaptır. Görme gözün, işitme kulağın, tat alma ise dilin hususî lezzetleridir.

Ruhtaki her bir lâtifenin de ayrı bir lezzeti var; anlamanın, inanmanın, hayal etmenin, hıfzetmenin, sevmenin, merhametin, şefkatin lezzetleri birbirinden ayrıdır. Bunların zıtları ise o lâtifelerin elemleridir.

Öte yandan, bu organlar ve lâtifeler arasında bir yardımlaşma ve birbirinin imdadına koşma da söz konusudur. Yürüyen bir insanın elleri ve ayakları arasında bir yardımlaşma olduğu gibi, beynin muntazam çalışmasından gözün görmesine kadar çok organlar ve lâtifeler de bu yürüme hâdisesine yardım etmekle, aynı zamanda birbirlerine de yardım etmiş gibi olurlar.

İnsanın bir işi sevmesi, ona iştiyak duyması, yapmayı istemesi, irade etmesi o iş için aklını yorması, gücünü kullanması, geçmiş bilgilerden yardım almak için hafızasını yoklaması ve daha nice manevî faaliyetlerin birlikte icra edilmesiyle o iş vücud bulabilmektedir. Ruhun mahiyeti gibi, onda sergilenen bu yardımlaşma faaliyeti de insan idrakinin çok ötelerindedir.

Bir binanın, meselâ Selimiye Camii’nin mükemmelliği onu meydana getiren bütün unsurların mükemmelliğinden doğuyor. Yâni, kapısı da kubbesi de mihrabı da minberi de mükemmel olacaktır ki, Selimiye de mükemmel olsun. Sanki bu kemâl noktaya varma konusunda bu bölmeler arasında bir yardımlaşma vardır. Aynı şey insanın ruh binası için de geçerlidir. İmanı mükemmel olduğu gibi, aklı, tefekkürü, vicdanı, sevgisi, korkusu, merhameti de mükemmel olacaktır. Bunların tümünden insan-ı kâmil ortaya çıkıyor.

“…Hakiki terakki ise; insana verilen kalb, sır, ruh, akıl hattâ hayal ve sâir kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, her biri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubûdiyet ile meşgul olmaktadır.” (2)

Dipnotlar:

(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Hubab.
(2) bk. Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, İkinci Mebhas.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 10.070
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

drerkan
Teşekür ederim.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
nurcu56

Buradaki besateti ruh olarak yorumlayanlar da var, ceset olarak yorumlayanlar da... Tevil farkının hikmeti ne olabilir?

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Sorularla Risale

İnsanların meseleleri anlayışları ve yorumlama biçimi farklılık arz edebilir. Önemli olan varılan sonucun bir olmasıdır.

Kainat kesret, insan ise bu kesretten süzülüp gelen bir vahdettir. Yani Allah kainat kesretini derleyip toplayıp vahid olan insan suretine çevirmiş. Kesreti sıksan vahdet, vahdeti açsan kesret olur. İnsan ile kainat arasında böyle azim bir münasebet var.

"Terkip içinde besatet var" ifadesi de aynı manaya bakıyor. Yani insanın maddi cesedi kainattaki bütün element ve unsurların birleşmesinden hasıl oluyor, ama sen zannedersin ki terkip değil besateti olan bir cevherden oluşuyor. Bu kadar bileşenden oluşan bir cesedin mükemmel bir uyum ve ahenk içinde bozulmadan ve dağılmadan durması, kudret-i İlahinin bir mucizesi değil de nedir.

Kainatta ve insanda görülen bütün vahdet ve besatetler Allah’ın irade ve kudretinin bir tecellisi bir cilvesidir. Dağınıklıktaki birlik ve basitlik İlahi irade ve kudretin -tabiri caiz ise- bir gövde gösterisidir.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...