"Kör tabiat", "Serseri felsefe", "Sikke-i kudret ve turra-i fıtratın bir olması", "Ruh, kalp, akıl gibi letâif-i maneviyeyi süfli cisme yerleştirmek ve ona ibadet ettirmek", "İntizam-ı ekmel ve yüzdeki sikke-i vahdetin delaleti" tabirlerini açar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
Kör tabiat ve serseri felsefe:
Bir eseri vücuda getirmenin ilk temel şartı hayattır. Cansız bir şey hiçbir şeyi yapamaz, yaratamaz. Canlı olmayı takip eden diğer şartlar ilim, görme ve işitme sıfatlarıdır. Görmeyen, işitmeyen, hiçbir şey bilmeyen bir canlının bir şeyin ustası, mâliki, yaratıcısı olması düşünülemez. O şeyden harika eserler zuhur ediyorsa, bunlar ancak Güneş'in aynadaki tecellileri nevindendir. Ayna, bu görüntülerin sahibi, sanii, mâliki olmadığı gibi, toprak da ağacın sanii değildir, yumurta civciv yapamaz, anne de hiçbir bebeğinin organını kendisi yapmış değildir.
Tabiat için kör, sağır, şuursuz gibi tabirlerin kullanılması tabiatın onda sergilenen ilahi sanatlara ancak ayna olabileceği, bu mucize eserleri yapmasının mümkün olmadığı dersini vermektedir.
Serseri felsefe ifadesi, insanın yaratılması konusunda İlâhî fermandan kaynaklanmayan, tamamen şahsi tahminlere, zanlara, hayallere, vehimlere dayanan nazariyelerin akılla bağdaşmayacağını ders vermek için kullanılmıştır.
Sikke-i kudret ve turra-i fıtratın bir olması:
Sikke; “damga, mühür, işaret” demektir. Para basılan yere de sikkehane denilir. Osmanlı liralarının bir yüzünde paranın basıldığı yerin ismi yazılıdır. Diğer yüzde ise padişahın ismi yazılıdır, onun tuğrası vardır.
Bütün insanların yüzlerindeki “sikke-i kudret ve turra-i fıtrat” aynıdır. Bu ise bütün insanların ancak bütün âlemlerin sahibi ve Rabbi olan Allah’ın eserleri olduklarını gösterir. Üstad Hazretleri bu tabirleri şu manada çok güzel istimal etmiştir: Her insan Allah’ın eseridir, onun isimlerine ayinedarlık etmektedir. Bu yönüyle her insanın yaratılış turrasında Allah’ın isimleri yazılıdır. Hayatı Muhyi ismini, sureti Musavvir ismini, her hücresinin taşıdığı sonsuz hikmetler Âlim ve Hakîm isimlerini,.., gösterirler. Keza her insan bu kâinat ağacının bir meyvesidir ve o tezgâhta dokunmuş en büyük mucize eserdir. Kâinata sahip olamayan, insana sahip çıkamaz; o sikkeyi taşıyamaz.
Ruh, kalp, akıl gibi letâif-i maneviyeyi süfli cisme yerleştirmek:
Yıldızlarla şenlenmiş sema âlemi ve o âlemin ötelerinde bulunan âlem-i misal, levh-i mahfuz, kürsi, arş ulvî âlemlerdir. Yeryüzünde sergilenen mahluklar için ise süflî tabiri kullanılmaktadır. İnsanın da bedeni bu süflî âlemde bulunmakla birlikte, ruhu, aklı, kalbi ve sair manevi latifeleri o ulvi âlemlerden haber vermektedir. Nur Külliyatı’nda ruhun âlem-i ervahtan, hayalin âlem-i misalden, hafızanın levh-i mahfuzdan haber verdiği beyan edilmektedir. Cenab-ı Hak insanın bedenini bütün bir kâinattan süzdüğü gibi, kalb ve ruhunu da bu ulvi âlemlerden haber veren küçük birer misal kılmıştır.
İnsan yüzündeki sikke-i vahdet:
Kesret çokluk, vahdet ise birlik demektir. İnsan yüzündeki vahdet sikkesini iki türlü anlayabiliriz:
Birisi; insanın iki gözü, iki kulağı vesaire bulunması kesrettir. Bunlar aynı yüzde vazife almakla vahdete ererler ve bir tek isimle yâd edilirler. İnsan simasındaki bu vahdet, şirki reddeder. Yani insanın gözünü yapan başka, kulağını yapan başkası olamaz.
Diğeri; Âdem babamızdan kıyamete kadar gelmiş ve gelecek bütün insanların yüzlerinde de bir vahdet vardır. Hepsi sima olmakta birleşirler ve hepsinin Hâlıkı, Mâliki, Musavviri birdir. Bir yüzü kim yapmış ve tanzim etmişse, bütün yüzlerin sahibi ve mâliki de odur.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü