"Lütuf" ne demektir?
- Risale-i Nur'da ilahi lütuf ile ilgili yerleri bir arada gösterebilir misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Lütuf, kelime itibariyle “iyilik, ihsan, yumuşak davranma.” anlamına gelmektedir. "İlahi Lütuf" ise kısaca, "Allah'ın mahlukatına ve özellikle insanlara gösterdiği iyilikler, ihsan ve ikramlar, yumuşak davranarak sıkmamak ve affetmek" gibi anlamlara gelir.
Risale-i Nurlarda ilahi lütuflar, ihsanlar ve inayetler üzerine ciddi vurgular mevcuttur. Bunların hepsi de bu konuya ve mevzuya ışık tutabilir.
Risale-i Nurlardan bu konuda derslerde okunabilecek veya tavsiye edilebilecek yerlerden bazıları:
"Ben burada inşaallah emanetçi olduğum Sözler’i inâyet-i Hakla ve duanız berekâtıyla lâyıklı kulaklara duyurabileceğimi ümit ediyorum. Üstadım, müsterih olunuz, bu Nurlar ayak altında kalamazlar. Onları Dellâl-ı Kur’ân’dan enzâr-ı cihana vaz eden Hâlık (Celle Celâluhu) bizim gibi kimsenin ümit ve tahayyül etmeyeceği âciz insanlarla bile neşir ve muhafaza ettirir. Bu işi ben sa’yimle, kudretimle kazandım diyen huddâm o gün görecekler ki, o mukaddes hizmet, zahiren ehliyetsiz görünen, hakikaten çok değerli diğerlerine devredilmiş olur kanaatindeyim. Bu sebeple oradaki kardeşlerimizden Risale-i Nur’la çok alâkadar olmalarını rica etmekteyim." Hulûsi (Barla Lahikası. 18. Mektup)
"Barla, ehl-i imanın manevi imdadına gönderilen Risale-i Nur Külliyatının telif edilmeye başlandığı ilk merkezdir. Barla, millet-i İslamiyenin, hususan Anadolu halkının başına gelen dehşetli bir dalâlet ve dinsizlik cereyanına karşı, Kur’ân’dan gelen bir hidayet nurunun, bir saadet güneşinin tulû ettiği beldedir. Barla, rahmet-i İlâhiyenin ve ihsan-ı Rabbanînin ve lûtf-u Yezdânînin bu mübarek Anadolu hakkında, bu kahraman İslam milletinin evlâtları ve âlem-i İslam hakkında, hayat ve mematlarının, ebedî saadetlerinin medarı olan eserlerin lemean ettiği bahtiyar yerdir." (Tarihçe-i Hayat, Barla Hayatı)
"Benim vefatımdan sonra, benim emaneten elimde bulunan Risale-i Nur sermayesi, hem mu’cizatlı Kur’ânımızı tab ettirmek için Eskişehir’de muhafaza edilen sermaye, o Kur’ân’ın tevafukla ve fotoğrafla tab’ına ait. Yanımızdaki sermaye ise, Risale-i Nur’un sermayesidir. O sermaye, Cenab-ı Erhamürrahimîne hadsiz şükür olsun ki, yetmiş küsur sene evvel, o zamanın âdetine muhalif olarak, kendim fakirliğimle beraber onların tayınlarını verdiğime bir ihsan ve lütf-u Rabbânî olarak, o zamandan elli altmış sene sonra Cenab-ı Erhamürrâhimîn o örfî âdete muhalif kaidemi manevi ve geniş Medresetü’z - Zehranın hâlis ve nafakasını temin edemeyen ve zamanını Risale-i Nur’a sarf eden talebelerine aynen ve eski zaman ihsan-ı İlâhî neticesi olarak şimdi yanımızdaki sermaye onların tayınlarıdır ve tayınlarına sarf edilecek." (Emirdağ Lahikası-II, 145. Mektup)
"Müphem ve mutlak bırakmadığının sırrı budur ki: Bu biçare Said, makam sahibi olmamışken ve büyük değilken ve mutlak tâbiri teşhis edecek bir teşahhus yokken, lütf-u İlâhî ile, büyük bir makamın hizmetinde bulunmasıdır....... Sergüzeşt-i hayatımda geçen ve çoğunu gizlediğim çok harika vakıalar vardı. Kendimi hiçbir vecihle keramete lâyık görmediğim için onları bazan tesadüfe, bazan da başka esbaba isnad ediyordum. Şimdi kanaatim geliyor ki, o harikalar, Gavs-ı Âzamın bir silsile-i kerametini teşkil ederler. Demek onun duasıyla, himmetiyle, ona kerameten ve bize ikram nev’inden, bir nev’i inayet-i İlâhiyeye mazhar olmuşuz." (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Sekizinci Lem'a)
Yunus (a.s)'ın ne şekilde kurtulduğunun anlatıldığı Birinci Lem'ada şöyle deniyor:
"O nur-u tevhid ile hûtun karnını bir tahtelbahir gemisi hükmüne getirip ve zelzeleli dağvâri emvac dehşeti içinde, denizi, o nur-u tevhid ile emniyetli bir sahrâ, bir meydan-ı cevelân ve tenezzühgâhı olarak o nur ile semâ yüzünü bulutlardan süpürüp, kameri bir lâmba gibi başı üstünde bulundurdu. Her taraftan onu tehdit ve tazyik eden o mahlukat, her cihette ona dostluk yüzünü gösterdiler. Ta sahil-i selâmete çıktı, şecere-i yaktîn altında o lûtf-u Rabbânîyi müşahede etti." (Lem'alar, Birinci Lem'a)
"İşte o zaman 1950 Şubatı’nın sonlarında, belki de Mart’ın başında, gündüzleri Üstâdımızın yanında, beriki odada kalıyordum. Fakat geceleri bir otelde küçük bir odada kalıyordum. Yevmiyesi yirmi kuruşa. Parasını da Üstâdımız veriyordu.
İşte Hazret-i Üstâdımıza ilk hizmete lütf-u Rabbanî ile nâil olduğumuz o yirmi günlük zaman içerisinde:
1. Hulusi Ağabey rahmetli Üstâd’ın ziyaretine gelmişti.
2. Van’dan Molla Hamid başka bir gün gelmişti.
3. Bir de iki kişi... Birisi: Yaşar Zeydan Eskişehir’de dükkânı var, yiyecek vasaire satıyor, aslen Bitlisli bir tüccar. Birisi de Ankara’da PTT’de çalışan Yaşar Zeydan’ın tanıdığı bir zat..." (Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat, Mustafa Sungur'un Hatırası, I, 665)
"...Risale-i Nur’un kudsî kerametiyle Cenab-ı Rabb-i İzzetin nihayetsiz eltaf-ı Sübhâniyesinden büyük bir lütf-u Rabbânî bulunduğunu şükranla arz eder ilh...." (Kastamonu 45. Mektup: Ahmet Nazif)
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü