"Mahbub-u bilhak ve habib-i hakiki olan Zat-ı Zülcelal, hakiki olan kemalatını ve sıfat ve esmasının güzelliklerini kendine layık bir tarzda sever, muhabbet eder..." Devamıyla izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Nur Külliyatı’ndan bu hakikatin anlaşılmasında anahtar vazifeyi yapacak iki cümle:
"Vâcib-ül Vücud zatında, mahiyetinde mümkine benzemediği gibi, ef'alinde de benzemiyor.” (Mesnevî-i Nuriye, Zerre)
On Birinci Söz’de hayatın mahiyeti maddeler halinde sıralanırken de şu ifadelere yer verilir:
“Esma-i İlahiyeye ait garaibin fihristesi, hem şuun ve sıfat-ı İlahiyenin bir mikyası, …”
İnsanın mahiyetinde sevme hissi vardır. Bu sayede insan hem kendi varlığını sever, hem kendisine hizmet eden bütün varlıkları sever. Keza insan bu sevgi hissiyle kendi yaptığı eserlerini de sever ve onları başkaların da seyretmelerini ve sevmelerini ister.
Ene bahsinde güzelce izah edildiği gibi insan, kendisine verilen sıfatları vahid-i kıyasî olarak kullanmakla Allah’ın sıfatlarını bir derece bildiği gibi, şuunatını da doğru kullanmakla Rabbinin mukaddes şuunatını yine bir derece bilir. İşte bu şuunattan birisi de “insanın kendi yaptığı eserleri sevmesidir.” İnsan bu hususiyetini vahid-i kıyasî yaparak Allah’ın da yarattığı varlıkları sevmesini anlar.
Ancak, burada dikkate alınması gereken önemli nokta şudur: İnsanın ruhu mahluk olduğu gibi, ona bağlı sevgi sıfatı da mahluktur. Ve Allah’ın zutı mahlukatın zatlarına benzemediği gibi sevgisi de mahluk sevgisine benzemez.
Cenab-ı Hak kendi zatını beşer aklının idrakten aciz olduğu bir kudsiyetle sevdiği gibi, mukaddes sıfatlarını ve isimlerini de bir muhabbet-i münezzehe ile sever. Bu sevgi netice veriyor ki, Allah bu güzel isimlerinin tecellileri olan mahlukatını da sever. Bu ilahi sevginin her mahluk için aynı olmayacağı da açıktır. Hangi mahluk onun esma-i hüsnasına daha câmi’ ve daha büyük bir ayna olmuşsa onun daha çok sevileceği muhakkaktır. İşte bu noktada insanın küllî mahiyetinin hikmeti kendini gösteriyor. İnsan bütün esmaya mazhar olduğundan mahlukat içerisinde Allah en fazla insanı sevmektedir. Nitekim Allah Kur’ân-ı Kerîmde kendini Rauf ve Rahîm olarak tanıtmaktadır.
İnsanlar içerisinde de ilahi muhabbete en fazla mazhar olanlar Allah’ın en sevgili kulları olan peygamberler, onlar içesinde dört büyük peygamber ve bu muhabbetin kemal noktasında ise Habib-i Ekrem (asm.) olduğu aklen ve naklen sabit olur. Üstad Hazretleri şu ifadeleriyle bu hakikatı bizlere çok güzel bir şekilde ders vermiştir:
"Hem o kemalatın mazharları, ayineleri olan sanatını ve masnuatını ve mahlukatının mehasinini sever, muhabbet eder. Enbiyasını ve evliyasını, hususan Seyyidü’l-mürselin ve Sultanü’l-evliya olan Habib-i Ekremini sever. Yani kendi cemalini sevmesiyle, o cemalin ayinesi olan Habibini sever. Ve kendi esmasını sevmesiyle, o esmanın mazhar-ı câmii ve zişuuru olan o Habibini ve ihvanını sever. …" (Sözler, Otuz İkinci Söz, İkinci Mevkıf.)
Allah’ın esma-i hüsnasına ayine olmaları cihetiyle her şey güzeldir. Çirkin olan, kişinin kendisine ait olmayanı, kendi malı gibi sahiplenip, “benim” diye kibirlenmesi, o nimetlerin Allah’ın birer ikramı olduğunu unutup kendine mal etmesidir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü