Otuz İkinci Söz'deki Muhabbet bahsini örneklerle açar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
Nasıl ki, tevhid ve tefekkürde, aşağıdan yukarıya, yani eserden müessire gitmek, şüphelerden daha salim ve emin ise, muhabbet noktasından da yukarıdan aşağıya yani müessirden esere gitmek makbul ve sağlam olanıdır.
Masivaya, yani Allah’ın mahlukatına yapılan muhabbetin iki şekli vardır. Biri yukarıdan aşağıya, yani önce Allah’ı sever, sonra onun namına mahlukatı sever. Bu sevgi, eksiklik değil, bilakis kemalat getirir, çoğalarak mükemmele gider.
Diğeri ise aşağıdan yukarıya, yani önce masivayı ve mahlûkatı sever, sonra Allah’a ulaşmaya çalışır. Bu yol, çok zorludur ve tehlikelidir. Kuvvetli bir sebebe takılma, onda boğulma ve onu aşamama tehlikesiyle karşı karşıya kalınabilir. Mahlukat çok ve geniş olunca, kesrette kaybolma ve boğulma tehlikesi olabilir.
Muhabbetin de asıl yeri Allah sevgisi ve mahlukatı onun namına sevmektir, bunun dışındaki bütün muhabbetlerde asıldan sapma yani mecaz söz konusudur. Mahlukatı nefis hesabına sevmekten vazgeçip Allah’ın razı olduğu manada sevmeye başlayan kimsede “muhabbetin yüzü mecazi mahbubtan hakiki mahbuba” çevrilmiş demektir.
" …Fıtrat-ı beşeriyede cemale karşı bir muhabbet ve kemale karşı perestiş etmek ve ihsana karşı sevmek vardır." (Lem’alar, On Birinci Lem'a)
Yani insan daima güzel ve mükemmel olanı sever. Bunlar bizzat sevilirler, yani bir sebebe bağlı olmaksızın sevilirler; başkasının yaptığı bir sanat eserini sevmemiz, takdir etmemiz gibi.
Yine insan kendisine ihsan edeni, ihtiyacını göreni de sever.
"Bazen âsâra muhabbet suretiyle esmayı sever." cümlesi cemale karşı muhabbeti ifade eder.
İnsan, kendisine bir faydası olsun veya olmasın güzel olan her şeyi sever. Çiçeği de sever, kuzuyu da sever, Güneşi de sever. Bütün güzel eşya Allah’ın Müzeyyin, Musavvir, Kuddüs gibi esmasının birer aynasıdırlar, o esmanın güzelliklerini yansıtırlar.
Bazan esmayı, kemalat-ı ilahiyenin ünvanları olduğu cihetle sever.” cümlesi kemale karşı perestiş etmeyi ifade eder.
Yine insan, kendisine bir faydası olsun veya olmasın mükemmel olan her şeyi sever, ona hayranlık duyar. Bu âlemde her mahluk kendi mahiyetine göre en mükemmel olarak yaratılmıştır. Deniz de mükemmeldir içindeki balıklar da… Orman da mükemmeldir, içindeki ceylanlar ve aslanlar da… Ağaç da mükemmeldir, yaprakları, çiçekleri meyveleri de. Bütün bu kemaller hepsi nihayet kemalde olan Halık, Mâlik, Zâhir, Bâtın, Celîl, Cemîl gibi çok esmanın tecellileridirler.
“… hadsiz ihtiyacat noktasında esmaya muhtaç ve müştak olur ve o ihtiyaçla sever." ifadesi de ihsana karşı sevmekle mukabele dersi verir.
Ve insan birbirinden farklı çok ihtiyaçlarının her birinin ayrı isimlerin tecellileriyle görüldüğünü düşünmekle Rezzâk, Mün’im, Basir, Semi’, Kerîm gibi bütün cemali isimleri sever, Rabbine hamd ve şükreder.
Kalbin fani olan mahluklara âşık olması, kalbin manevi bir hastalığıdır.
"...Kalpler ancak Allah'ın zikriyle tatmin olur." (Rad, 13/28)
ayetinde de ihtar ve ikaz edildiği gibi insan, kalbini tatmin edip doyuracak tek mahbub Allah’tır. Biz de Hazret-i İbrahim (as) gibi “La uhibbül afilin” (batanları, fani olanlarıi sevmem) deyip mecazi aşklardan kalbimizi ve gönlümüzü arındırıp kurtarmalıyız.
"Sabıkan beyan edildiği gibi, ehl-i gaflet ve ehl-i dünya tarzında ve nefis hesabına olan muhabbetlerin, dünyada belâları, elemleri, meşakkatleri çoktur; safâları, lezzetleri, rahatları azdır. Mesela şefkat, acz yüzünden elemli bir musibet olur. Muhabbet, firak yüzünden belâlı bir hırkat olur. Lezzet, zeval yüzünden zehirli bir şerbet olur. Âhirette ise, Cenâb-ı Hakk'ın hesabına olmadıkları için, ya faydasızdır veya azaptır (eğer harama girmişse)." (Sözler, Otuz İkinci Söz, Üçüncü Mevkıf)
Mevcudatı Allah hesabına ve onun isim ve sıfatlarının tecellisi olduğu için sevmeliyiz ve bu sevgimizi Allah’a olan muhabbetimize bir vesile yapmalıyız.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü