"Risale-i Nur’dan aldıkları iman-ı tahkikî derslerinin nuruyla ve gözüyle, her şeyde rahmet-i İlâhiyenin izini, özünü, yüzünü görüp..." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Çünkü bunlar, Risale-i Nur’dan aldıkları iman-ı tahkikî derslerinin nuruyla ve gözüyle, herşeyde rahmet-i İlâhiyenin izini, özünü, yüzünü görüp herşeyde kemâl-i hikmetini, cemâl-i adaletini müşahede ettiklerinden, kemâl-i teslimiyet ve rızayla, rububiyet-i İlâhiyenin icraatından olan musibetlere karşı teslimiyetle, gülerek karşılıyorlar, rıza gösteriyorlar. Ve merhamet-i İlâhiyeden daha ileri şefkatlerini sürmüyorlar ki, elem ve azap çeksinler." (Kastamonu Lâhikası, 84.Mektup)
Mesela, ilahî hikmet bir dönem kıtlık verir, bu kıtlığın neticesinde birçok canlı sıkıntı çeker.
İnsan diğergâm ve şefkatli olduğu için, sıkıntı çeken canlıları gördükçe büyük bir azap ve acı duymaya başlar.
İman açısından meseleye baksa, o çektiği azap ve acı ondan bire düşer. Zira kıtlığı o canlılara musallat eden sonsuz merhamet ve hikmet sahibi olan Allah’tır. Şayet o sonsuz şefkat ve hikmet bu kıtlığa müsaade etmiş ise, bunda nice hikmetler ve güzellikler vardır. Üstelik çekilen bu sıkıntılar dünyada gelip geçici, ama ahirette büyük bir saadete vesile olabilir, deyip acısını dindirebilir.
İnsan, üstadımızın; “vazifeni yap, vazife-i ilâhîyeye karışma” tavsiyesini düstur edinmeli, kendisine düşen vazifeyi tam olarak yerine getirdikten sonra, Rabbine tevekkül etmeli, O’nun hükmüne teslim olmalı, takdirini rıza ve memnuniyetle karşılamalıdır. Bunu yapabilen insan evhamdan kurtulur, ruh sıkıntısına, gönül darlığına düşmez.
Evet, insan vazifesini yapıp, Cenab-ı Hakk’ın vazifesine karışmamalı. Mesela, insan bazen şefkat duygusunu yanlış kullanır; “Allah’ın rahmetinden fazla rahmet edilmez”, hakikatinden gaflet eder ve sevdiği insanların başına gelen musibetler ve elemlere lüzumundan fazla üzülür, elemler içinde kalır. Hâlbuki her konuda olduğu gibi, musibet ve hastalıkların önlenmesinde yahut giderilmesinde de insana düşen, “vazifeni yap, vazife-i ilâhîyeye karşıma” prensibiyle hareket etmek, sebeplere teşebbüs ettikten sonra netice için Allah’a tevekkül etmek, o’nun rububiyetine karışmamaktır.
İnsan, karşılaştığı her hangi bir meselede kendisine bir vazife düşüyorsa, alması gereken bir tedbir varsa bunu en hassas bir şekilde yerine getirir. Zira çok iyi bilir ki, bu vücut ona emanettir, aile fertleri, malı, mülkü, makamı ve mevkii de birer emanettirler. Aksi yolda giden, yâni kadere teslim olmayan, tevekküle yanaşmayan, hâdiseleri evham ile değerlendiren, hastalıklara isyan ile mukabele eden bir insan, başını taşa vurmuş gibi olur.
Ama küfür açısından bakılırsa, kıtlık tesadüf, acı, azab gayesiz; çekilen sıkıntılar ise yanına kâr kalıyor. Sonsuz bir hayata inanmadığı için de mükâfatını düşünüp teselli bulamıyor.
Kalbinde Allah ve ahiret imanı tam yerleşmiş bir mü’min, başına gelen bütün hâdiseleri iman açısından değerlendirip tam bir teselli ile sıkıntısını bertaraf eder ya da en asgari dereceye düşürür.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü