"Ölmek için tevellüd edip dünyaya gelirsiniz; harap olmak için binalar yapıyorsunuz, hakikatini kulağımla değil, gözümle işitiyordum." cümlesini izah eder misiniz? Kulak ve göz ile işitmenin farkı ne olabilir?
Değerli Kardeşimiz;
"Rivayet-i hadiste vardır ki, her sabah bir melâike çağırıyor: لِدُوا لِلْمَوْتِ وَابْنُوا لِلْخَرَابِ Yani, “Ölmek için tevellüd edip dünyaya gelirsiniz; harap olmak için binalar yapıyorsunuz” diyor. İşte bu hakikati kulağımla değil, gözümle işitiyordum."
Bu cümlede dünyanın fani ve muvakkat olduğu, asıl hayatın ahiret hayatı olduğu hakikati ifade ediliyor. Melek bu hakikati her sabah haykırıyor ve bu hakikati her gün dostlarımızın ve yakınlarımızın aramızdan ayrılmalarıyla gözümüzle müşahede ediyoruz.
Gündüzün geceye dönüşmesi, baharın kışa değişmesi, gençliğin ihtiyarlığa oradan ölüme gitmesi, günde üç yüz bine yakın insanın vefat etmesi ve sayısız canlıların ölmesi gözümüz önünde gerçekleşen ve bize dünyanın fani olduğu gerçeğini ihtar eden tablolardır.
Gözümüz önünde cereyan bütün bu hâdiseleri iman nazarı ile tefekkür etsek, meleğin o ihtarını kulağımızla değil gözümüzle işitmiş oluyoruz. Hakikatler sadece kulakla işitilmez gözle de işitilir. Hatta gözün görerek işitmesi, kulakla işitmesinden daha sağlam, daha tesirlidir. Üstad Hazretleri; “İşte bu hakikati kulağımla değil, gözümle işitiyordum” hakikatini şöyle ifade ediyor:
"Evet, o vaziyetim o vakit beni nasıl ağlattırmış; on senedir hayalim o vaziyete uğradıkça yine ağlıyor. Evet, binler sene yaşamış o ihtiyar kalenin başındaki menzillerin harap olması ve onun altındaki şehrin sekiz sene zarfında sekiz yüz sene kadar ihtiyarlanması ve kale altındaki gayet hayattar ve mecma-i ahbap olan medresemin vefatı, umum Osmanlı Devletinde bütün medreselerin vefatını gösteren cenazesinin mânevî azametine işareten, koca Van Kalesinin yekpare taşı ona bir mezar taşı olmuş. Adeta o medresedeki, sekiz sene evvel benimle beraber bulunan merhum talebelerim, kabirlerinde benimle beraber ağlıyorlar. Belki o kasabanın harabe duvarları, dağılmış taşları benimle beraber ağlıyorlar. Ve onları ağlıyor gibi gördüm."(1)
Geçmişte yapılan binaların eskiyip harabelere dönüşmesi, altı asırdan fazla hüküm süren Şanlı Osmanlının yıkılması, eskiden ilim okutulan medreselerin tahrip edilmesi, gençliğin gidip ihtiyarlığın gelmesi gibi hâdiselerin hepsi gözle okunan ve işitilen ölümün hakikatleridir.
Ölmek için doğan insanların, yıkılmaya mahkûm binalar yapması, kâinatın esaslı bir hakikati olan ölümün ve fenanın ihtarı ve ikazıdır. Madem insan ölecek, madem yapılan binalar harap olacak, öyle ise kalbimiz bu fani şeylere değil, ebedî ve baki şeylere müteveccih olmalıdır, denilmek isteniyor.
Dünyanın bağına bahçesine gönlünü kaptıran, azap ve elemden başka bir şey bulmaz. Ama sonsuz cemal sahibi Allah’a gönül verenler, ebedî olarak mesut ve bahtiyar olacaklardır. İşte ihtiyarlık ve o binaların harabiyeti, bize bu hakikati ihtar ve ikaz ediyor. Üstad Hazretleri de bu manzarayı çok hazin ve elim bir şekilde tasvir ediyor ki; tesiri ziyade olsun.
(1) bk. Lem'alar, Yirmi Altıncı Lem'a, On Üçüncü Rica.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü