On Sekizinci Mektub'un Birinci Mesele-i Mühimmesi hakkında bilgi verir misiniz? "Arz-ı beyza" ve "Meşmeşiye" hakkında bilgi verir misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Fütuhat-ı Mekkiye sahibi Muhyiddin-i Arabî (k.s.) ve İnsan-ı Kâmil denilen meşhur bir kitabın sahibi Seyyid Abdülkerim (k.s.) gibi evliya-yı meşhure, küre-i arzın tabakat-ı seb'asından ve Kaf Dağı arkasındaki arz-ı beyzâdan ve Fütuhat'ta 'meşmeşiye' dedikleri acaibten bahsediyorlar, 'Gördük' diyorlar. Acaba bunların dedikleri doğru mudur? Doğru ise, halbuki bu yerlerin yerde yerleri yoktur. Hem coğrafya ve fen onların bu dediklerini kabul edemiyor. Eğer doğru olmazsa, bunlar nasıl veli olabilirler? Böyle hilâf-ı vaki ve hilâf-ı hak söyleyen nasıl ehl-i hakikat olabilir?"
"Elcevab: Onlar ehl-i hak ve hakikattirler, hem ehl-i velâyet ve şuhuddurlar. Gördüklerini doğru görmüşler; fakat ihatasız olan hâlet-i şuhudda ve rüya gibi rü’yetlerini tabirde verdikleri hükümlerinde hakları olmadığı için, kısmen yanlıştır. Rüyadaki adam kendi rüyasını tabir edemediği gibi, o kısım ehl-i keşif ve şuhud dahi rü’yetlerini o halde iken kendileri tabir edemezler. Onları tabir edecek, 'asfiya' denilen veraset-i nübüvvet muhakkikleridir. Elbette o kısım ehl-i şuhud dahi, asfiya makamına çıktıkları zaman, kitap ve sünnetin irşadıyla yanlışlarını anlarlar, tashih ederler, hem etmişler."(1)
Meşmeşiye: Tasavvuf ıstılahında âlem-i gaybdan veya âlem-i misalden bir âlemdir. Bazı evliyanın keşfen müşahede ettikleri bir yer olarak da tavsif edilebilir.
Arz-ı beyza: Misal âleminde evliyaların müşahede ettiği geniş ve parlak bir mekândır.
Burada, bazı evliyaların mana âleminde gördükleri şeyleri, aynı ile şehadet âlemine tatbik etmelerindeki hataları izah ediliyor. Hâlbuki mana âleminin şartları ve yapısı ile maddi âlemin şartları ve yapısı birbirinden çok farklıdır. Onlar, bu farkı nazara almadan, her iki âlemi müsavi görmüşler ve onu ona tatbik etmişler. Bu da ilmî açıdan bazı itirazlara sebep olmuştur.
Mesela; misal âleminde gördükleri Kaf Dağı’nı yeryüzünde görmüş gibi tasvir etmişler. Kaf Dağı'nın cesamet ve büyüklüğünü öyle bir şekilde tasvir ediyorlar ki, dünyaya yerleşmesi mümkün değildir. O zaman haklı olarak ehl-i fen bu tasvirlere karşı çıkıyorlar. Zira coğrafya ilmine göre dünyada böyle bir dağ mevcut değildir. Böyle olunca da bu evliyalar hakkında suizan meydana geliyor.
İşte Üstad Hazretleri burada bu tezat ve tenakuzu izah ediyor. Ne fennin beyanını inkâr ediyor ne de o müstesna zatların “gördüm” dedikleri şeyin hakikatini reddediyor. Üstad onların gördüklerinin hak ve doğru olduğunu; lakin dünya üzerine tatbik etmelerinin hata olduğunu söylüyor. Onlar mana ve misal âleminde o yerleri görmüşler, bu doğrudur. Ancak misal âlemi ile dünya denilen şehadet âlemi arasında azim farklar vardır. Maddi âlemdeki bir çakıl taşı, misal âleminde bir dağ gibi görünür. Maddi âlemin küçük bir tarlası, misal âleminde büyük bir ova gibi yansır. İşte o zatların orada gördükleri geniş ve büyük Kaf Dağı, şehadet âlemindeki Himalaya Dağlarının mübalağalı bir tecellisi ve bir inikâsıdır. Onların gördüğü haktır; ama gördüklerini aynı ile dünyaya tatbik etmeleri hatadır. İşin esası budur.
Üstad bu hakikati bahsi geçen yerde iki çobanın hikâyesi ile izah ediyor. Rüya ve misal âlemlerinde görülen şeylerin hükmünü doğru ve isabetli bir şekilde dünya şartlarına tatbik etmek; ancak asfiya denilen akıl, ilim ve kalbi birleştiren derin âlimlerin işidir. Bu zatlar başlangıçta asfiya makamına çıkamadıkları için, gördüklerini sıhhatli bir şekilde dünya şartlarına tatbik edememişler; ama daha sonra o makama çıkınca, onlar da bunun bir hata olduğunu anlamışlardır.
1) bk. Mektubat, On Sekizinci Mektup.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü