"Âlem-i maddinin bir senelik mesafesinde, binler sene vüsatinde vücud-u misali ve hakaik-i maneviye yerleşir." cümlesini izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Demek oluyor ki, âlem-i maddi ile âlem-i ruhaniyi birbirinden fark etmek lazım gelir. Birbirine mezc edilse, hükümleri yanlış görünür. Mesela, senin dar bir odan var. Fakat dört duvarını kapayacak dört büyük ayna konulmuş. Sen içine girdiğin vakit, o dar odayı bir meydan kadar geniş görürsün. Eğer desen, 'Odamı geniş bir meydan kadar görüyorum.'; doğru dersin. Eğer 'Odam bir meydan kadar geniştir.' diye hükmetsen, yanlış edersin. Çünkü âlem-i misali âlem-i hakikiye karıştırırsın.(...)"
"Âlem-i sahve döndükleri vakit, mizansız olduğu için, meşhudatlarını aynen yazdıklarından, hilâf-ı hakikat telâkki ediliyor. Nasıl küçük bir aynada büyük bir saray ile büyük bir bahçenin vücud-u misaliyeleri onda yerleşir. Öyle de âlem-i maddinin bir senelik mesafesinde, binler sene vüsatinde vücud-u misali ve hakaik-i maneviye yerleşir."(1)
Maddi âlem, misal âleminden daha sağlam daha kuvvetli daha ağır bir âlemdir. Misal âleminde her şey daha latif daha geniş olduğundan, büyük ve mübalağalı görünür. Misaldeki dar oda maddi âlemi temsil ederken, aynalarla genişlemiş hayali oda misal âlemini temsil ediyor.
Yani maddi âlemden küçük bir oda, misal âleminde beş yüz senelik bir âlem şeklinde görünebilir. Dolayısı ile görünen ile hakiki olan arasındaki farkı fark etmek gerekir. Bazı evliyalar âlem-i misalde gördüklerini maddi âleme tatbik etmişler. Üstad ise "Onların gördüğü doğru, ama dünyaya ve bu maddi aleme tatbik etmeleri yanlış" olduğunu ifade ediyor.
Mesela, maddi âlemden küçük bir çakıl taşı, misal âleminde Ağrı dağı şekline bürünür; küçük bir su birikintisi büyük deniz gibi yansır, küçük bir geven çam ormanı gibi görünür vesaire. Bu yüzdendir ki âlemi misalden olan rüyalar mübalağalı olduğu için tabir ve tevil isterler. Yani rüyayı olduğu gibi hakikate tatbik etmek doğru ve mümkün değildir.
Kaf Dağı hakkındaki muhtelif görüşler bu konuya güzel bir misaldir.
Ömer Nasuhi Bilmen şu izahı getirir:
"İkrime ve Dahhak'a göre bu (Kaf) yeryüzünü her taraftan muhit olan yeşil ve zümrütten müteşekkil bulunan pek muazzam bir dağın ismidir, gökteki yeşil renk bundan husule gelmektedir. Vakıa Cenab-ı Hak öyle bir dağı yaratmaya da âmenna kadirdir, fakat onu yaratmış olduğu sabit değildir. Küre-i arzın her tarafında gezip dolaşanlar vardır, öyle bir dağa tesadüf edilmemiştir. Bunun mevcudiyeti şehadet-i hissiye ile sabit değildir. Maamafih, bu dağı dünya etrafındaki bahr-i muhiti (okyanusu) kaplayan bir küre-i nesîmiden ibaret olmalıdır, diye tevil edenler de vardır. Velhasıl, hepsi de kudret-i İlahiyeye nazaran mümkündür. Biz, bu hususta kafi bir delil bulunmadıkça bunu ilm-i İlahiye havale ederiz. İhtiyata muvafık olan da budur."(2)
Meseleye müfessir Âlûsî'nin izahlarına yer vererek başlayan Elmalılı Hamdi Yazır icmali olarak şöyle der:
"Karafî, Kaf Dağının var olmadığını söylemiş ve buna delil olarak da 'Delili olmayan şeye inanmak caiz değildir.' demiştir. İbni Hacer-i Heytemî ise, diğer rivayetleri ileri sürerek ona itirazlarda bulunmuştur. Ben de Karafi'nin dediği gibi, his şehadetiyle Kaf Dağının bulunmadığını kabul ediyorum. Çünkü dünyanın her tarafını kaç defalar katettiler, öyle bir şeyi görmediler."(3)
Elmalılı'nın kendisi de şu izahı getirir:
"Bizce insaf, rivayetleri tekzip etmek değil, bir tevcihi sahih bulmaktadır. Gerçi bu hususta Peygambere (a.s.m.) kadar ulaşan bir hadis yoktur, fakat bir kısım ulemanın kanaatlerini gösteren yaygın bir telâkki vardır. İbni Cerir ve İbni Münzir'in rivayetlerine göre, İbni Abbas (r.a.) şöyle demiştir:
"Allah Teâlâ bu arzın arkasından onu kuşatan bir deniz, onun arkasında bir dağ yaratmıştır, ona Kaf denir. Dünya seması onun üzerine sarkmaktadır..."
"Demek ki, 'Kaf' yerküreyi kaplayan okyanusu kuşatmıştır. Bu ifadeye göre Kaf Dağı denilen şey küre-i nesim olmuştur. Zira biz biliyoruz ki, Arzı etrafında kaplayan bir okyanus vardır. Okyanusu da küre-i nesim kaplamıştır. Ve dünya semasının etekleri bu küre-i nesim üzerindedir. Bizim gök tabir ettiğimiz 'zümrüt' gibi 'göklük' buradan gelmektedir. İbni Münzir'in, Ebu'ş-Şeyh'in, Hâkim'in, İbni Merduye'nin Abdullah bin Büreyde'den rivayetlerinde, 'Kaf, dünyayı kuşatan zümrütten bir dağdır ki, semânın etekleri onun üzerindedir.' diye ifade edilmesi de güzel bir teşbihtir ve bu rengi teyit eder. Buna dağ denilmesi de, yuvarlak olmasıyla ufuk üzerinde yükselmesi ve azameti yahut bir kaynak ve mahzen olması ciheti olmak gerektir. Bununla beraber İbni Ebiddünya'nın ve Ebuşşeyh'in tahriçlerinde, Kaf yalnız dünyayı değil, âlemi kuşatan bir şey olduğu ifade edilmiş ve damarlarının dünyanın içine kadar indiği ve zelzeleler onun damarlarının hareketinden meydana geldiği söylenmiştir."
"Kaf Dağı rivayetleri Hazret-i Peygambere isnat ettirilmemiş bulunduğu için, bunu eski zamanlarda çok yayılmış bir nazariye kabilinden telakki etmekte hiçbir mahzur yoktur."(4)
Üstadımıza göre; görünen âleme suretiyle, gayb âlemine de manâsıyla benzeyen ve ikisinin arasında bir yer olan âlem-i misâl bu bilmeceyi çözebilir. Her kim isterse, "keşf-i sâdık" penceresiyle veya sâdık rüya kanalıyla ve şeffaf şeylerin dürbünüyle; hiç olmazsa hayalin perde arkasıyla o âleme bir derece seyirci olabilir. Bunun için bu dünyada olan Kaf Dağı (Himalaya Dağları) o âlemde acaibliklerin bulunduğu Kaf Dağının çekirdeğidir denebilir.
Dipnotlar:
1) bk. Mektubat, On Sekizinci Mektup.
2) bk. Kur'ân-ı Kerim'in Türkçe Meâl-i Âlisi ve Tefsiri, VII/3462, 3463.
3) bk. Hak Dini Kur'ân Dili, VI/4494, 4495.
4) bk. age.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü