"Saltanat-ı ulûhiyetini iskat etmemek ve nihayetsiz rahmetini inkâr etmemek ve ettirmemek ve bütün müştak dostlarını mahrumiyet cihetinde düşmanlara çevirmemek noktalarından..." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Hem bu muvakkat handa ve fâni misafirhanede ve kısa bir zamanda ve az bir ömürde, eşcar ve nebatatın elleriyle, bu kadar kıymettar ihsanlar ve nimetler ve bu kadar fevkalâde masraflar ve ikramlar, işaret belki şehadet eder ki, misafirlerine burada böyle merhametler yapan kudretli, keremkâr Zât-ı Rahîm, bütün ettiği masrafı ve ihsanı, kendini sevdirmek ve tanıttırmak neticesinin aksiyle, yani bütün mahlûkat tarafından 'Bize tattırdı, fakat yedirmeden bizi idam etti.' dememek ve dedirmemek ve saltanat-ı ulûhiyetini iskat etmemek ve nihayetsiz rahmetini inkâr etmemek ve ettirmemek ve bütün müştak dostlarını mahrumiyet cihetinde düşmanlara çevirmemek noktalarından, elbette ve herhalde, ebedî bir âlemde, ebedî bir memlekette, ebedî bırakacağı abdlerine, ebedî rahmet hazinelerinden, ebedî cennetlerinde, ebedî ve cennete lâyık bir surette meyvedar eşcar ve çiçekli nebatlar ihzar etmiştir. Buradakiler ise, müşterilere göstermek için nümunelerdir." (1)
Burayı izah sadedinde Üstad'ın şu ifadelerine yer vererek anlamaya çalışalım:
"Çünkü insan, sevdiği ve kıymetini takdir ettiği bir cemâl-i mutlaktan ebedî ayrılmaktan gelen derin yarasını, ancak ona adâvetle, ondan küsmekle ve onu inkâr etmekle tedavi edebilir. İşte, kâfirlerin Allah'ın düşmanı olması bu noktadan ileri geliyor. Öyleyse, herhalde o cemâl-i ezelî, kendisinin âyine-i müştâkı olan insan ile ebedü'l-âbâd yolunda seyahatinde beraber bulunmak için, alâ külli hal, bir dâr-ı bekada bir hayat-ı bâkiyeye insanı mazhar edecek."(2)
İnsanın elde edemediği ve ulaşamadığı bir şeye düşman olması, fıtratının bir hususiyetidir. Şayet Allah insanı ebedî hayata mazhar etmeyip, ebedî bir yokluğa ve hiçliğe mahkûm etse idi, insan kendi hissiyat ve ruhunu teskin etmek için Allah’a karşı düşmanlık edip kin bağlayacaktı. O’nun sonsuz cemal ve kemalini unutmak için inkâra ve düşmanlığa yönelecekti.
Kâfirler ahiret hayatına inanmadıkları için, dünyada mazhar oldukları güzellikleri ebedî kaybetme endişesinden dolayı düşman vaziyetini alıyor, izhar ve ilan ediyorlar.
İnsanın kalbine dercedilen nihayetsiz muhabbet hissi, sonsuz bir cemali sevmek için verilmiştir. Şayet sonsuz cemal sahibi, insanı ebedî bir yokluğa atsa, o sonsuz muhabbet sonsuz bir eleme ve düşmanlığa inkılab eder. Bu sonsuz elem ve hüznü gidermenin en kolay ve kestirme yolu da o sonsuz cemali inkâr edip, ona düşman olmaktır. Ayının sevip de yetişemediği üzüme koruk demesi gibi, insan da elde edemediği sonsuz cemali inkâr etmekle kendini teselli eder.
"Bir daha dönmemek üzere zevâl ise, şefkati musibete, muhabbeti hırkate ve nimeti nıkmete ve aklı meş'um bir alete ve lezzeti eleme kalb ettirmekle, hakikat-i rahmetin intifâsı lâzım gelir." (Onuncu Söz)
İnsanın ebedî olarak hiçliğe ve yokluğa atılması, bir daha dönmemek üzere diriltilmemesi, Allah’ın bütün isimlerine ve onların mânâlarına zıt bir durumdur.
Şefkati musibete: Allah’ın sonsuz şefkatinin en büyük delili şu kâinat ve kâinat içindeki hayat sahiplerinin mazhar olduğu ikram ve ihsanlardır. Şayet bu hayat sahipleri ebedî olarak yokluğa atılsalar, bu dünyada tecelli eden bütün şefkatler acıya dönüşür. İnsan ne kadar ihsan ve ikrama sahipse, o kadar elem ve azap çeker. Zira her ikram ve ihsan ayrılık ve yokluk vesilesiyle insanda bir yara açar. Meselâ; bir anneye Allah, şefkatinden sevimli bir yavru verdi. Belli bir müddet sonra bu yavruyu alıp yokluğa atsa, başlangıçta şefkat olan mânâ bu kez elem ve acı haline döner.
Muhabbeti hırkate: Hırkat; ayrılık ateşi demektir. Muhabbetin cemal, ihsan ve kemal olmak üzere üç sebebi vardır. Yani insan bu üç sebepten dolayı muhabbet eder. Allah bu üç sebeple kendisini kullarına tanıtıp sevdirdikten sonra, onlara "Sizi yokluğa ve hiçliğe atacağım" dese, kulların sevgisi ayrılık ateşine dönüşür. İşte böyle hikmetsiz bir icraattan Allah münezzehtir.
Nimeti nıkmete: İnsanın dünyada mazhar olduğu nimetler, insanda bir ünsiyet ve ülfet meydana getirir. Yani insan bu nimetlere alışır ve aşina hale gelir. Kalbinde bir muhabbet kökleşir ve yerleşir. Şayet Allah insanlığa; sonunda sizi ebedî olarak yokluğa atacağım dese, insan ülfet ettiği bu nimetler sayısınca azap ve acı duyar.
Aklı meş'um bir alete ve lezzeti eleme kalb ettirmekle, hakikat-i rahmetin intifâsı, yani sönmesi lâzım gelir: Akıl bütün bu mânâları düşünen ve insana azap yaşatan, uğursuz bir alet olmuş olur.
Nimet ve lezzeti azaba çeviren, insanın aklını küfür dairesinde kullanmasıdır. Mutlak yokluk fikri, Allah’ın kâinatta tecelli eden rahmet mânâsını ve şefkat hakikatini söndürür.
Dipnotlar:
(1) bk. Şualar, Üçüncü Şua, (Münacat).
(2) bk. Lem'alar, Otuzuncu Lem'a, Altıncı Nükte.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü